İttifakın sınav günü: ABD, Avrupa'ya güveniyor mu?
İstanbul
Gazeteci Mehmet Kancı, Ukrayna krizi bağlamında ABD ve Avrupalı müttefikleri arasındaki dinamikleri AA Analiz’e değerlendirdi.
***
Ukrayna krizinde yeni bir yol ayrımının eşiğine gelindi. ABD ve İngiltere istihbarat kaynaklarına göre Rusya, Ukrayna’ya yönelik askeri seçenekleri harekete geçirecekse bunun zamanı Şubat ayı olacak. Rusya’nın Gürcistan’a karşı Güney Osetya Savaşı’na girişmek için 2008 Pekin Yaz Olimpiyatlarını, Donbas’ta Rus ayrılıkçıları harekete geçirmek ve Kırım’ı ilhak etmek için 2014 Soçi Kış Olimpiyatlarını kullandığı göz önüne alındığında, bu beklenti makul geliyor. Nitekim yarın Pekin Kış Olimpiyatlarının ilk günü.
ABD, Rusya’nın ne yapacağını ya da ne yapmaya hazırlandığını merak ettiği kadar, Avrupa’daki NATO müttefiklerinin niyetlerini de sorguluyor. Şu anda Batı kampındaki manzara; Rusya karşısında iyi polis Fransa, kararsız polis Almanya, kötü polis ABD ve daha kötü polis İngiltere’den oluşuyor. ABD ve NATO, Rusya’nın 14 Aralık’ta sunduğu güvenlik garantilerinin asli unsurlarını kesin bir şekilde reddetti. NATO ittifakının, Ukrayna ve Gürcistan’ı üyeliğe alacak şekilde doğuya doğru ilerlememesi hatta Bulgaristan ve Romanya’daki NATO güçlerinin çekilmelerini içeren güvenlik garantileri taleplerine aldıkları ret cevabı, Rusya’ya geri adım attırmış değil.
Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un 28 Ocak’taki “Dünya bir süredir Amerikan ya da Batı merkezli değil ve bir daha asla tek kutuplu olmayacak. Pek çok ülke Rusya’nın, Batı’nın ideolojik diktasına ve sıfır kazanç ilkesine dayalı jeopolitik oyunlarına karşı duruşunu paylaşıyor” ifadeleri, Kremlin’in de ısrarından geri adım atmayacağına işaret ediyor. ABD ile onu Avrupa’da Rusya’ya karşı kararlılıkla destekleyen bir grup müttefik ülkeyi endişelendiren de Ukrayna sınırlarına yerleştirilmiş 130 bin Rus askeri değil. Onlar daha ziyade Batı kampından, içlerinden bir müttefikin Rusya ile uzlaşmasından endişe ediyorlar.
“Batı’da istediğinizi verecek birilerini mutlaka bulursunuz”
1957-1985 yılları arasında Sovyetler Birliği Dışişleri Bakanlığı görevinde bulunan ve 1988’e kadar da Yüksek Sovyet Prezidyumu Başkanı olarak görev yapan Andrey Gromiko’nun Batı ile pazarlık konusundaki tecrübesine güvenilecek olursa, ABD ve kimi müttefikleri endişelerinde haklı olmalılar. Gromiko, Batı ile nasıl pazarlık edilmesi gerektiğini şöyle tarif ediyordu:
“Batı ile müzakere ederken üç temel kural vardır. Öncelikle maksimalist taleplerde bulunmalısınız. Bunu yaparken rica etmeyin sert bir şekilde talep edin. Eğer sonuç alamazsanız ikinci aşamaya geçip sert ültimatomlar verin. Üçüncü aşamada hiç geri adım atmayın ve karşınızdakine de alan bırakmayın. Çünkü Batı’da mutlaka istediklerinizi verecek birini bulacaksınız. Belki bu talep ettiğinizin yarısı kadar olacaktır ama mutlaka o ana kadar sahip olmadığınız bir şeyi almış olursunuz.”
NATO içerisindeki ülkeler Rusya’ya karşı atılması gereken adımlar konusunda farklı kamplara bölündü.
NATO içerisindeki çatlaklar
Gromiko haklıysa, Ukrayna krizinin finali aynı zamanda NATO ittifakının sınav günü olacak. Peki, Avrupa’da Rusya’nın taleplerini karşılayacak ülke hangisi olabilir? Ukrayna krizi ilerledikçe Avrupa’daki NATO üyesi ülkeler 4 ayrı grupta şekillendi:
Birincisi; tarihi tecrübelerine dayanarak ne pahasına olursa olsun Rusya’yı kendilerinden uzak tutmaya kararlı, yeri geldiğinde hayati çıkarlarını Avrupa Birliği’nden ziyade ABD’nin yanında olmakta gören Baltık ülkeleri ve eski Varşova Paktı ülkeleri.
İkincisi; yine tarihi tecrübeleri ışığında Rusya’nın yayılmacı emellerine karşı ABD ve NATO ile mevcut bağlarını her an güçlendirmeye hazır İskandinav ülkeleri.
Üçüncüsü; küresel ekonomik kriz esnasında da çıkarları Almanya ile çelişen, Berlin’in hegemonyasına duyarlı, NATO ve ABD ile askeri iş birliğini önceleyen “Güney Ülkeleri”.
Dördüncüsü; ABD ve İngiltere’nin Ukrayna krizini, kıta Avrupa’sında hegemonya kurmak için fırsat olarak değerlendirdiklerine inanan, geleceklerini Atlantik’ten ziyade Avrasya’da gören, Rusya ve Çin ile iş birliğini önceleyen Fransa ve Almanya.
Almanya’nın diplomatik manevraları
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un Ocak ayında “Normandiya Formatı”nda diyalog toplantılarını başlatması büyük ihtimalle Anglo-Sakson cephesinde şüpheyle izlemeye alınan bir gelişme olarak kaydedildi. Fransa, Almanya, Ukrayna ve Rusya temsilcileri bir sonraki toplantılarını Şubat ayının ikinci haftasında Berlin’de yapacaklar.
Ocak’ta ABD Başkanı Biden’ın Ukrayna krizini görüşme teklifini geri çeviren Almanya Başbakanı Olaf Scholz ise Rusya ile Fransa desteğiyle başlatılan diyaloğa paralel olarak 7 Şubat’ta Washington’u ziyaret ederek ABD Başkanı Biden ile görüşecek. Güçlü ekonomik yaptırımlar yoluyla Rusya üzerinde baskı kurulmasında ısrarlı olan Almanya, bir yandan da ABD’nin muhalefetine rağmen tamamlanan Kuzey Akım 2 doğalgaz boru hattını hayata geçirme konusunda Rusya’yı bürokratik gerekçelerle oyalayarak, ince bir buz tabakası üzerinde yürüyor. Ancak bu yürüyüşün daha öteye gitmesi mümkün görünmüyor.
Almanya’nın her iki tarafı oyalarken diplomatik bir çözüme ulaşma gayreti onlara bir Deniz Kuvvetleri Komutanı’na mal oldu. Almanya Deniz Kuvvetleri Komutanı Kay-Achim Schönbach’ın 21 Ocak’ta başlayan Hindistan ziyareti sırasında Ukrayna krizine dair sarf ettiği ifadeler kendisini koltuğundan etti. Ana fikri “Putin’e hak ettiği saygının gösterilmesi gerektiği, Kırım’ın Rusya’dan geri alınmasının mümkün olmadığı, Çin’e karşı Rusya’ya ihtiyaç duyulduğu” şeklinde özetlenebilecek ifadelerin, Berlin’deki hükümetin resmi görüşünü yansıtmadığı iddia edilse ve Schönbach görevden alınmış olsa da Alman devlet mekanizması içerisinde dışarıya karşı yüksek sesle dillendirilmeyen fikirlerden uluslararası toplum da haberdar olma fırsatı buldu. Gerek İngiltere gerek eski Varşova Paktı ülkeleri yaklaşık bir asır önce “Locarno Anlaşması”nın akıbetine benzer bir tecrübeyi tekrar yaşamak istemiyor.
"Locarno Ruhu"na ne olmuştu?
Birinci Dünya Savaşı’nın ardından Avrupa’da kurulan düzenin sürdürülemez olduğu ve Almanya’nın yeniden uluslararası topluma dahil edilmesi gerektiği sonucuna varan Batı Avrupa güçleri, 1925 yılında İsviçre’nin Locarno kentinde müzakere edilen ve Londra’da imzalanan bir anlaşmayı yürürlüğe koydular. Fransa, İngiltere, Belçika, İtalya ve Almanya’nın katılımıyla imzalanan anlaşmayla, Almanya’nın Batı sınırları kesinleşiyor, Alman toprağı Rhineland’daki işgal, bir daha silahsızlandırılmaması şartıyla son buluyordu. Ayrıca Fransa ve Belçika Almanya’nın doğu sınırlarındaki Çekoslavakya ve Polonya ile de ittifak anlaşmaları imzalamış ve onlara da Almanya’ya karşı bir nevi garanti temin etmişlerdi.
Kimi tarihçilere göre Locarno Anlaşması’nın bir boyutu da Sovyetler Birliği’nin Avrupa kıtasından izole edilmesi amacını taşıyordu. Ne var ki bu anlaşmaya ilk darbeyi vuran Fransa oldu. Fransa’nın 1935 yılında Sovyetler Birliği ile dostluk anlaşması imzalamasını Almanya’nın lideri Hitler “Locarno Ruhu”nun ölümü olarak bahane edip Fransa, Belçika, Hollanda sınırındaki silahtan arındırılmış olması gereken Rhineland bölgesine ordusunu soktu. Belçika ve Fransa’nın garantilerinden mahrum kalan Çekoslavakya 1939 yılının Mart ayında Nazi Almanya’sının ilk kurbanı olarak ilhak edildi.
Almanya 23 Ağustos 1939’da bu defa Sovyetler Birliği ile ittifak anlaşması imzaladı. İkinci Dünya Savaşı’nın başlangıç tarihi olan 1 Eylül 1939, yine Fransa ve Belçika tarafından kaderine terk edilen Polonya’nın Sovyetler Birliği ve Nazi Almanyası tarafından paylaşılmasının başlangıcıydı. 1940 yılının Nisan ayında ise İskandinav ülkeleri Danimarka ve Norveç, Nazi Almanyası’nın işgaline uğrayacaktı. 1925 Locarno Anlaşması’nın başına gelenler, bugün Ukrayna krizi esnasında Doğu Avrupa, Baltık ve İskandinav ülkelerinin neden Almanya’ya mesafeli, NATO-ABD-İngiltere üçlüsüne mutlak destek içeren Rusya karşıtı bir siyaset izlediklerinin de sebeplerini içeriyor.
Almanya ile ABD arasında hedef değil, yöntem farkı var. ABD askeri caydırıcılık ve zorlayıcı diplomasiden, Almanya ise ekonomiyi önceleyen uzun vadeli politikalardan yana.
Almanya ve ABD’nin hedefleri gerçekten farklı mı?
Birinci Soğuk Savaş’tan bugüne kadar yaşanan gelişmeler merceğinden Ukrayna krizine bakacak olursak Almanya ile ABD arasındaki çelişkinin, hedef değil yöntem farkından kaynaklandığını söyleyebiliriz. ABD, Biden’ın yönetiminde uluslararası siyaset sahnesindeki liderlik koltuğuna geri dönerken, askeri caydırıcılık ve zorlayıcı diplomasi metotlarını bir arada kullanmaktan yana. Almanya ise hedeflerine ekonomik gücü aracılığıyla daha geniş zamana yayılan politikalarla ulaşmayı hedefliyor.
Doğu Almanya’yı “birleşme” adı altında Sovyetler Birliği’ne yaptığı ekonomik yardımla geri alan Almanya, Yugoslavya iç savaşı öncesinde Hırvat ve Slovenleri bağımsızlık için destekleyerek nüfuz alanını Balkanlar istikametinde genişletti. 1993’te Çekoslavakya’nın bölünmesiyle, Alman sermayesi Çekya’ya hakim oldu. 1995 yılında Avusturya’nın AB’ye girmesini sağlayarak “Lebensraum-Yaşam Alanı”nı Orta Avrupa istikametinde biraz daha ilerletti. Polonya-Ukrayna istikametinde nüfuz alanını genişletmeye çalışan Almanya’nın önünde bugün en önemli engel olarak bölgede yaşanacak bir sıcak çatışma tehlikesi bulunuyor. İngiltere Dışişleri Bakanı Liz Truss’un Avustralya ziyareti sırasında 21 Ocak’ta düşünce kuruluşu Lowy Enstitüsü’nde yaptığı konuşmada ülkesinin Polonya ve Ukrayna ile AUKUS benzeri bir üçlü ittifak kurma fikrini ortaya atması, yalnızca Rusya’nın askeri baskısına karşı değil, Almanya’nın doğuya doğru adım adım ilerleyen “yaşam alanını” genişletme hamlelerine karşı da bir önlem olarak düşünülebilir.
Dostun düşmanın belli olacağı gün
2022 yılında ABD ile Avrupa’daki müttefikleri arasındaki güvenin sınanması Ukrayna krizi ile sınırlı kalmayacak. Yaz aylarında Madrid’de düzenlenecek NATO Zirvesi’nde ittifakın Çin’i de kapsaması muhtemel yeni politikalarına dair ülkelerin alacakları tavırlar, Washington’un hareket kapasitesi ve tercihleri için belirleyici olacak. Birinci Dünya Savaşı öncesinde Kayzer Wilhelm’in “Berlin-Boğazlar-Bağdat” olarak özetlenebilen “3B” siyaseti, Birinci Soğuk Savaş’ın şartları içerisinde Başbakan Willy Brandt’ın Sovyetler Birliği ile normalleşmeyi hedefleyen “Ostpolitik-Doğu Politikası”na dönüşmüştü. Görünen o ki, bugünün Almanyası da doğuya doğru yolculuğundan vazgeçmiş değil. Menzili daha da uzatan Berlin’in hedefi Rusya üzerinden Çin Halk Cumhuriyeti enerji kaynakları ve pazarına kesintisiz ulaşabilmek. 2022 yılı, ABD’nin yalnızca Çin ve Rusya ikilisine karşı İkinci Soğuk Savaş’ı olgunlaştırdığı bir yıl olmakla kalmayıp, NATO içerisinde yaşanacak yol ayrımları nedeniyle AUKUS benzeri bölgesel ittifaklara daha fazla yönelebileceği bir sürecin başlangıcı olabilir.
***
[Gazeteci Mehmet A. Kancı, Türk dış politikası üzerine analizler kaleme almaktadır]
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.