Ahmet Taşgetiren
Ya İslam'ın Bütünü Olsa...
Ya İslam'ın Bütünü Olsa...
* Üç yaşındaki çocuğa tecavüz edip öldüren ortaokul öğrencisi, kendisine doğarken verilen temiz İslâm fıtratının aile, toplum ve devlet elinde korunamamış olmasının kurbanı...
* Kundaktaki bebeğini cami avlusuna bırakıp kaçan anne, ayaklarının altına cennet verilen anne değil. Köpeği ile gezmeye çıkarken bebeğini bakıcıya bırakan anne de öyle. Uyuşturucuya para bulmak için çocuğunu satan anne de...
* Boşanma dosyaları mahkemelerde, yuvalara dinî bir sadakat sıcaklığı doldurulabildiği için büyümüyor.
* Şu anne-babasını huzur evinin kapısına bırakıp kaçan evlad Rabbimizin "Ebeveynin senin yanında yaşlandığında onlara şefkat kanatlarını ger, öf bile deme" buyruğuyla yetişememiş olmanın ruh düşüşünü yaşıyor.
* Şu genç adam, hayatının baharında uyuşturucu krizlerini, onu kendine yeterli bir mü'min ruhuyla donatabildiğimiz için geçirmiyor.
* Şu uyuşturucu alabilmek için evini soyan, babasını döven, annesinin bileziklerini gasbedip satan genç adam da...
* 15 dakikada bir cinayet işlenen, gasb ve soygun yapılan, tecavüze yeltenilen... sürekli cezaevleri üreten, cezaevlerindeki ranzalarında çifter çifter yatılan toplum yapışı da dinin ürünü olamaz.
* Şu, fahişelik gibi kadın kişiliğinin en alçak sınırını, onun alnına meslek diye yapıştıran ve bu meslekten gelecek vergileri "kutsal kazanç" diye kutsayan laik zihniyet, İslâm'ın insan haysiyetini bayraklaştıran, insan bedenini azizleştiren ve kadının izzetini cennetle taçlandıran zihniyetinden fersahlarca farklı.
*Şu, cinsel özgürlük batağına sürüklenen ve tatminsizliklerle intihar psikolojisine gelip dayanan çocuk yaştaki kız ve erkek öğrenciler, dinin nikahı, namusu ve ahlakı kutlayan ikliminin ne kadar uzağına düşürülmüş...
* Şu haram servetiyle otel salonlarında banknotlar üzerinde horon tepip dans ederek milyarlık düğünler yapanlara karşılık, çöplükte ekmek kırıntısı arayan çocuk ve anne manzaraları, özüne din kardeşliği ve diğergamlığı zerkedilmiş bir toplumun ürünü olamazdı...
*Şu TV'lerinde reklam edilen kebap dumanlarını aç çocukların seyrettiği ülke de, komşusu açken kendisi tok sabahlayabilen insanların toplum dışı kabul edildiği din özlü bir ülkeye ne kadar yabancı...
* Şu dertli babanın, evinin nafakasından çalıp oynadığı kumar, İslâmî bir dünyanın disiplini değil.
* Şu, yuvalar çökerten içkiyi, İslâm'ın biçimlendirdiği bir toplum yapısı meşru kabul etmezdi.
* Şu kokain partileri, şu namus mefhumunun, bütün servetlerine rağmen yetişilemeyecek bir lüks haline geldiği, eş değiştirme ve toplu seks bayağılıklarına kadar uzanan bir tür sosyete ilişkisi... Dinden soyutlanalı beri edinilen çağdaş, modern bir yaşama tarzı...
* Şu, her kademede hırsızlığın, eski Yunan benzeri bir fazilet addedildiği genel anlayış, İslâm'ın fazileti bayraklaştıran toplum yapısının sanki çukura doğru uzandığını ifade ediyor.
* Şu politikacı, kendisine Allah emaneti olarak verilen halkın hukukuna, Allah korkusuyla bilenmiş bir yüreği politikanın özüne yerleştirebildiğimiz için gasbetmiyor...
* Şu, insanın dramı dinin ürünü değil elhasıl... Aksine, İslâmsız geçen her gün sadece insanî bunalımların dosyasını kabartıyor. Cezaevlerine yeni bir ranza, cinayetlere yeni kurbanlar, sönen yuvalara yeni enkazlar, çocuğa, kadına, yaşlıya, yani toplumların en zayıf kesimlerine en dayanılmaz acılar getiriyor... Suç yaygınlaşıyor, insan ruhunu yücelten değerler, her gün biraz daha az insanın yüreğine sığınmak zorunda kalıyor..
DÎNÎ İNSAN HAYATINDAN ÇEKTİĞİNİZDE
Temel soru şudur: Dini insanın hayatından çektiğiniz zaman insan kalır mı? Allah iradesi karşısına insan iradesini çıkarma ve insanı Allah'la savaşa soyundurma düşüncelerini "insan özgürlüğü" gibi yaldızlı sloganların arkasına takıp, hukuk sistemi oluşturduklarını zannedenler aslında, hiçbir konuyu derinlemesine tahlil edecek bir zihin çabası içinde değildirler. Eğer öyle olsalardı, şu tezin, hiçbir mantık temeli bulunmadığını görmekte gecikmeyeceklerdi. Allah'ın insanı yarattığını kabul edip de, ondan sonra insanı kendisini yaratana karşı savaşa soyundurmakta, Don Kişot'tan daha dramatik bir zihin sefaleti olduğunu görmek için ayrı bir zeka donanımına gerek yoktur. Allah'ı devre dışı bırakıp, insan için kanun koyuculuğu hakkını insana verenler, aslında onu, karanlık ortasında fenersiz bırakmışlar ve erdemsiz bırakmışlardır.
Dini insanın hayatından çektiğiniz zaman insan kalmaz. Çünkü insanın yaratılış gayesi kalmaz ortada. Allah'ın iradesi olmadan insan olur mu? Ve eğer Allah'ın iradesi olacaksa, insanın başıboş bırakılmış olması mümkün mü? İnsana Allah'ı ihmal ederek baktığını sananlar, aslında, farkında olmadıkları bir körlük içindedirler. Öylesine kördürler ki, kendi körlüklerinin bile farkında değillerdir.
Dini çekseydiniz insanın hayatından geriye sadece vahşet kalırdı. Hayvandan daha yırtıcı bir vahşet. Hayvan gibi kuralsız, eğer hayvanlar özgürse onlar gibi özgür, ama onların kotaramayacakları vahşeti icraya muktedir bir güruh... Dinsiz insan toplumlarının geleceği nokta budur...
Din erdemdir insan için. Medeniyettir. İnsanlık denen bir mefhum oluşmuşsa, bu, dinle insanın bütünleşmesinin ifadesidir.
NEDEN? NEDEN?
Dini çekseydik insanın hayatından, ona taa ilk insandan başlamamız gerekecekti. İnsanın ilk duygularını terbiye eden din ilkelerinden... Taa sevgi, şefkat terbiyesinden... İnsan çocuğunu neden sever? İnsan neden evlenir? Neden bir başka insana gülümser? Neden bir yaşlıya otobüste yer verir? Neden sokakta yol soran birisine adres tarif eder? Neden? Bütün bunların din olmadan bir anlamı olur muydu? Çocuğu bir inek buzağısından ayıran değer hükmünü ne verdi insana? Anneyi, onca zahmete kuşandıran değer hükmü neyin ürünü? İnsan, öyle duygular yaşar ki, bunların farkında bile değildir. Oysa bütün bunlar, Hazreti Adem'den beri oluşmuş değer hükümlerinin kendisine getirdiği bir insanlık mirasıdır. Hazreti Adem'e ise o değer hükmü ilk din ile verilmiştir. "İnsan'a bilmediğini öğretendir Allah!" İlk Kur'an suresinde böyle buyuruluyor. Biz daha elif-ba'sından başlayarak insanlığı ve erdemi Rabbimizden öğrendik. Din'le öğrendik. Çocuğumuzu sevmeyi, eşimize gülmeyi, bir başka insana sevgi-şefkat göstermeyi, yardımlaşmayı... Bugünün insanının erdem diye bildikleri tüm şeyler, insanlık tarihi boyunca gelen dinlerle ruhumuza zerkedilmiş... İnsan kişiliğinin bir parçası haline gelmiş. Sanki insanın kendisi olmuş. "İnsanî davranış" diye nitelenen her vasıf, insana dinle kazandırılmıştır. İlk insanın Allah'tan başka bilgi kaynağı yoktu çünkü, insan, farkında veya değil, bütün soy tarihi içinde Rabbin Rahle-i tedrisinde, Rabbin "insanlık" diye belirlediği ölçüleri almış, özümlemiş, kişiliğini bulmuştur.
DİNDEN VE İNSANLIKTAN UZAKLAŞMA VETİRESİ
İnsanı dinden soyutlamak, onu kendi insanlığından soyutlamaktır.
İnsanlık bir süredir bu vetireyi yaşıyor. Dinin dışlandığı bir tarih kesitinden geçiyor. Rabbine karşı "Sen Sensen, ben de benim" gibi bir benlik savaşına soyundu. Şeytan'ın sloganının peşine düştü. Rabbinden gelen her şeyi bir libası bırakır gibi bırakmak istiyor. Bıraktıkça farklılaşıyor. Bıraktığı bütün alanlarda insana bakınız, insanlığı bitiyor. Bakınız şu yirminci yüzyıla... Rabbin çerçevesini aştığı bütün alanlarda insan derin bir sefaleti yaşıyor. Uyuşturucu, içki cinsel özgürlük gibi din sınırları zorlanmış yollar... İnsanı uçurumun kenarına getirip getirip bırakıyor. Bir yığın var şu anda uçurumların kenarında... AİDS, cinsel sapmalar, uyuşturucu krizleri, zührevî hastalıklar, alkolizm, sakat çocuklar, neslin tükenişi, doğurganlığın duruşu... İnsanın, Rabbin çerçevesinden, dinin erdemlerinden soyunuşunun bedelleri... Ama bunu insan nasıl anlayacak? Hala yaşadığını, hala güçlü olduğunu, hala Allah'a ihtiyacı bulunmadığını sanıyor. "Kendi şartımı kendim belirlerim" ukalalığını elden bırakmıyor. Oysa azıcık nefes alabilecek bir hava varsa etrafında o bile ilk insandan bu yana gelen din kaynaklı erdemlerin ürünü. İnsanın, her türlü sıyrılma çabasına rağmen, bir miras gibi bünyesine nüfuz etmiş din değerleri var diye insan var.
Dinden bütünüyle soyutlanmış ideal insan tipi Frankeştayn olurdu. Öldürmeyi ilkeleştiren Marki de Sade olurdu. Onun politikadaki uzantıları, tarihin namlı gaddarları olurdu. Gözü dönmüş bir caninin bile, bir çocuk gülümsemesi karşısında yüreğine merhamet ışıltısı düşüyorsa, bu dindendir. Din duygusu bütünüyle çekilseydi insanların yüreğinden politikada zirveleri en üç kağıtçılar, ekonomide en kıyıcılar, sokakta en kabadayılar, her yerde yumruğu en kuvvetli olanlar alırdı meydanı... Dinden bütün bütün soyutlanmanın sonuçlarını düşünmek bile ürkütücü. O, belki kıyamettir.
İnsan, şöyle tek kendisini bile sınayabilir. Din kaynaklı değer hükümlerini bünyesinden teker teker atıp, geçirdiği değişimi gözleyebilir: Ortaya ne çıkıyor? Bir gün şefkat yüklü bir gönülle çıkabilir sokağa, diğer gün şefkati evde bırakarak... Aradaki insanlık farkının tespit edebilir kendi kişiliğinde... Yaşanan mutluluğu da... Şefkat bir din yemişidir insan ruhuna Rabbin armağan ettiği. "İnsanî" diye nitelediğimiz başka özellikler de öyle... Din insanlıktır, mutluluktur. Dinden soyutlanış ise derece derece insanlıktan düşüş... Kimi yerde bir böcek, kimi yerde sırtlan, kimi çakal, kimi yılanlaşmasıdır insanın... İnsanın kaybıdır.
ramazan-İSLÂM GÜNLERİ
ramazan, insana yoğun İslâm günleri yaşatıyor. Din, hayatımızda çok daha canlı boyutlarla ma'kes buluyor. Rabbimiz bize, adeta bir aylık bir yenilenme mevsimi armağan etmiş. Ruhumuz, bedenimiz, İslâm testisine girip çıkıyor. Ne hissediyor? İçimizde yaşadığımız bir yıkım mı, bir yüceliş mi?
Diyelim ki evimizde bir iftar sofrası kurduk. Hemen biraz ilerdeki çocuk yuvasında barınan çocukları akşam iftara çağırdık. Kendi çocuklarımızla onları iftarda ağırladık. Çocuklarımız onlara hizmet etti. Birlikte güldük, eğlendik. Sonra birlikte namaz kıldık. Mutluluğu paylaştık onlarla... Çocukları tekrar yuvalarına teslim ettiğimizde içimizde kalan nedir? Çocuklarımızın yüreğinde kalan nedir? Bir kıvanç mı? Bir mutlu burukluk mu? Bir şükür hissi mi? insanlığımızda bir kademe yükseliş mi? Şefkat hislerimizde bir kat çoğalış mı? İşte din duygusu budur. İslâm günlerinin insan yüreğine armağan ettiği kutlu yemişler bunlardır.
ramazan'ı dolu dolu dinle bezediğimizi düşünelim. Bir "İslâm günü"ne sığan erdemlerin, bir ay boyunca tüm toplumu yoğurduğunu tasavvur edelim. Sarsıntı geçiren yuvalardan ramazan şefkati geçsin. Yoklukla pençeleşen ailelere, müslüman şefkati uğrasın... hastalıkla boğuşan toplum kesimlerini bir mü'min dayanışması kucaklasın... zulme ve gadre uğrayan mazluma bir hak kaygusu sahip çıksın... Kimsesizliğin uçurumlarında gün sayanlara bir insan sıcaklığı ulaşsın... Garipler, yetimler, yolda kalmışlar, ezilenler, ayaklar altında kalanlar bir el uzandığını görsünler ayağa kalkmak için... Çocuk annesinden bir şefkat görsün. Zevce, eşinin, elîni daha bir mü'mince kavradığını, daha bir bağlılıkla sıktığını hissetsin... Anne-baba, huzurevinden evlad ocağına "Selam" diyebilmenin, torunlarıyla sarmaş-dolaş olabilmenin gözyaşlarında yıkansın... Her akşam sarhoş naralarıyla inleyen yuvalara bir baba tebessümü girsin. Çocukların yanaklarında bir baba öpücüğü tomurcuklansın... Komşu komşuya namaz saflarındaki kadar yakın hissetsin kendini... Akşam çorbasının sıcaklığı kadar sıcak olsun sevgileri. Toplum bir iftar bereketi yaşasın baştan aşağı... Bir iftar barışı... Bir iftar huzuru...
Bu iklim nasıl bir iklimdir? "İçki içecek salon bulamıyoruz" diye feryat eden açık hava düşmanlarının seslerini işitmiyor değiliz. Ama, ramazan iklimi, ruhunu Şeytan'a satmamış her gönlün özlediği bir iklimdir. Her gönlün, mutluluklarla kanatlandığı bir iklimdir. Normal hayatında dinden oldukça uzakta bulunanlar bile, ramazan ikliminde kendilerinde bir takım farklı güzellik yansımaları hissediyorlarsa bu dinin yüreklerinde çiçeklenmeye başlamasının habercisidir. Adeta bir ramazan günü bir insanlık esintisi yalamış geçmiştir yüreğini... İslâm'la gelen insanlık. Bunu pek çok insanın, İslâm dışı toplum şartlarına rağmen ramazan gücüyle gelen İslâm şavkıması halinde içinde hissettiğini görebiliriz şu ramazan günlerinde... Teravihlerde camileri selamlayan genç alınlarda bu şavkıma yok mudur? Toplumdaki İslâm dışlığın oluşturduğu bütün engelleri aşıp, yüreğini bir kutlu bilenişe sunan bu genç insanlar, camiden çıkarken yüreklerinde gençliklerine eş bir kanatlanışı duymuyorlar mıdır?
YA İSLAM'IN BÜTÜNÜ OLSA...
İşte İslâm budur. İslâmî özellikleri alabildiğine sulandırılmış böyle bir toplum vasatında ramazan günleri, mükemmel bir İslâm toplumundaki genel İslâm günlerinden bir kesittir sadece.. O İslâm toplumunda ramazan ise "nurun ala nur" gibidir. Bir fazilet tırmanışıdır o toplumda ramazan günleri... İnsanların gönülleriyle nur sağdıkları pek müstesna günlerdir.
Nicedir İslâm'ın biçimlendirdiği bir toplum yapısı ucube gibi gösteriliyor insanımıza... Sanki İslâm gelecek ve kıyamet kopacak gibi... Sanki bir öcüyü sunuyorlar insanlara İslâm diye. Bir umacıyı. Bir karanlığı...İnsanların kaç zamandır süren bilmezliklerini, onları, kendi güneşlerine düşman kılmak için kullanıyorlar çağdaş haramiler... Bütün amaçları, kendi şeytan ortaklıklarını daha da pekiştirmek ve insanı "aşağıların aşağısı"nda köleleştirmek...
Oysa şu ramazan gününden İslâm'a uzanabilir insanımız. Parça parça güzellikler halinde, geleneğin sarıp sarmaladığı tüller ve sisler arkasında tanıdığı İslâm'ı, gerçek boyutlarıyla tanıyabilir ve yepyeni bir insanlık çizgisiyle kuşanır gibi İslâmi kuşanabilir. Çağdaş haramîlerin tuzaklarını, şu ramazan günlerinde, ışığına tutunabileceği İslâm'ın donanımıyla aşıp, parçalayabilir. Bir iftar sofrasında bulacağı yürek sıcaklığını, ebedî bir kurtuluşun kapısı gibi değerlendirebilir. Bir sahur uyanıklığında, tüm İslâm dışı şartların, üzerine yığdığı yüklerden sıyrılıp, kuşlar gibi hafifleyebilir.
İslâm güzelliktir. Gönlü hala güzelliklere kapanmış olan, bunca İslâm dışı ortam içinde güzelliğe ayarlı bir gönül köşesi kalabilen herkes İslâm günlerinden esintiler taşıyan şu ramazan ikliminden yeni dünyalara kanatlanabilir. Parça parça yaşanan mutluluklardan, İslâm'ın bütün dünyasını kurduğu gerçek "saadet" ortamına yol alabilir.
Ahmet Taşgetiren
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.