
Sedat Yılmaz
Tedarikte hangi blok içindeyiz?
Dış ticaretimizin 2022 yılında başarılı bir dönem yaşayacağını düşünenlerdenim. Çünkü ihracatın büyütülmesi ve ithalatın küçültülmesinde bu zamana kadar yapılanlar geleceğin bir teminatı şeklinde ortaya çıkıyor. Bundan sonra ihracata gösterilen rağbet, ihtimam ve gayretleri daha üst kademeye taşıma mecburiyeti bulunuyor.
Dünkü “İhracatın Cemaziyelevveli!” başlıklı yazımızda dış ticarette “fazla” oluşturabilmenin 5 yolunu sayarak bugünkü yazıya atıflarda bulunmuştum.
Demiştim ki: “Evvela ithal ikame hacmimizi yükseltmek zorundayız. İkinci olarak Hollanda misali Dahilde İşleme Rejimi’ni (DİR) iyi çalıştırmalıyız. Sonra ihracat kilogram birim fiyatımızı önce 2,5, hemen ardından 5 dolara çıkarmalıyız ki 500 milyar dolarlık hedefe kısa zamanda ulaşabilelim… Dördüncüsü, rekabetçilikte güçlenmeli ve mutlaka rekabetçi kurda ısrar etmeli, hassas dengeyi lehimize çevirmeliyiz… Beşincisi, bölgesel ve küresel tedarik avantajımızı en iyi şekilde kullanarak dış ticaret üzerindeki tedarik zinciri sorunlarını hafifletmeliyiz…”
Tabii aklıma ilk gelenleri sıraladım. 6’ıncı madde olarak bir de “yükselen enflasyona çözüm”ü ekliyorum ve gerisini de ihracatçılarımıza ve ihracata gönül verenlere bırakıyorum...
***
Nitekim, Türkiye İnşaat Malzemesi Sanayicileri Derneği (İMSAD)Başkanımız Tayfun Küçükoğlu sanki yazımıza cevap verir nitelikte dün bir açıklama yaptı...
2018, 2019 ve 2020 yıllarını ortalama 21 milyar dolar ihracat ile tamamladıklarını dile getiren Kıymetli Başkan Küçükoğlu, 2021’de 30 milyar dolar ihracat tahminini ortaya koydu.
Pandeminin azgın olduğu dönemi her yıl için 21 milyar dolar ihracatla kapatan ve sadece 7 milyar dolar ithalat gerçekleştiren bu sektör, yine salgın baskısında 30 milyar dolar ihracat yapabiliyorsa demek ki işin sırrını çoktan çözmüş ve ihracatta “örnek sektör başkanı” olmuş.
İMSAD Başkanımız, “İhracatta sektörümüzün büyümesinde 3 temel faktör var…” diyor ve devam ediyor:
“İlki, pandemide Türkiye’nin coğrafi olarak stratejik öneminin yükselmesi, ikincisi sektörün güçlü rekabet potansiyeli… Üçüncüsü emtia, enerji ve lojistikte döviz bazındaki fiyat artışının birim ihracat fiyatımızı artırması… Dolayısıyla emtia, enerji ve lojistik fiyatlarında oluşabilecek bir dengelenmenin ihracatımıza olası etkisini göz ardı etmemeliyiz. Özellikle rekabet gücü ve stratejik coğrafi konumumuzla ilgili avantajları büyütmeliyiz…”
***
Değerli Başkan, tedarik veya lojistik avantajından bahsederken ince bir noktaya temas ediyor ve şöyle diyor:
“Dış ticarette küresellikten bölgeselliğe doğru bir dönüşüm var…”
Buna noktasal tespit denir… Pandemi öncesi başta ABD – Çin arasında olmak üzere korumacılıkla başlayan ticaret savaşları pandemi sürecinde daha hızlandı. Şimdi rekabet savaşlarında tedarik avantajı kimdeyse kazançlı o gibi görünüyor.
İMSAD Başkanımızın ifadesiyle artık tedarik zincirindeki alternatif lojistik çözümleri arama, alternatif tedarik bölgeleri oluşturma gibi konular dış ticarete hükmedecek.
Fotoğraftan anladığımız şu: Demek ki, Asya Pasifik bölgesinde (ASEAN) kurulan Regional Comprehensive Economic Partnership (RCEP) birliği boşuna oluşturulmadı. Bölgesel Kapsamlı Ekonomik Ortaklık da denilen bu oluşuma Avustralya, Çin, Japonya, Yeni Zelanda ve Güney Kore, Brunei, Kamboçya, Endonezya, Laos, Malezya, Myanmar, Filipinler, Singapur, Tayland ve Vietnam imza attı. Saydığım 15 ülke küresel ekonominin yüzde 30’undan fazlasını oluşturuyor ve şu anda en büyük uluslararası ticari blok.
İşte bugün ve acilen sorulması gereken soru şu: Tedarik ve lojistiğin merkezindeki Türkiye nerede yer alacak, mevzilenecek? Doğu’da mı… Batı’da mı… Yoksa bölgesinde mi?
***
Bu arada Avrupa Birliği’nin hayata geçirdiği “Yeşil Mutabakat” teşekkülüne yer vermeden geçemeyiz. Küresel ekonomi bir katman geçişi yaşıyor. Tedarik ve lojistik belki bölgeselliğe kayıyor ancak sözü edilen değişimde çevresel dönüşüm ve yenilenebilir enerji de ön plana çıkıyor. Söz konusu değişimin ana teması elbette teknoloji ve yenilenebilir enerji. Mamafih, yeşil finansmanın gelişimi doğrultusunda yatırımlar bu yönde gelişeceğe benziyor.
Çevresel, sosyal ve kurumsal yönetişim olarak bilinen ESG (Environmental, Social, and Corporate Governance) kriterleri özellikle Türkiye’nin içinde bulunduğu gelişen ülkeleri yakından ilgilendiriyor. Gelişen ülkelerde ESG’ye yönelik fonlar artış kaydetse de riskler daha fazla olduğundan konuyu kısa ve orta vadede halletmenin imkânı bulunmuyor.
İhracatın artırılması noktasında en büyük partnerimiz AB “yeşil ekonomi”de kılı kırk yararken Türkiye herhalde bu alanda gerekeni yapıyor, diye düşünüyorum.
Ayrıca Kazakistan’daki olumsuz gelişmelerin Türkiye’nin bölgesel ekonomik ve siyasi ilişkilerine engel olmaması için yapıcı politikalar gerektiğini belirtmek isterim.
analizgazetesi.com.tr/yazının devamı..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.