Ahmet Taşgetiren

Ahmet Taşgetiren

PKK penceresi, Ankara penceresi...

 

PKK seçimlere kadar, yani 7.5 ay süreyle eylemsizlik kararı aldı.

Bunu KCK açıkladı.Yani artık KCK diye bir olgu var.

Eylemsizlik kararı ile birlikte KCK, Ankara'nın önüne 5 maddelik bir "ev ödevi" de koyuyor.

Madde madde sıralanmasa da, bir kesim bu "ev ödevi" mantığını içselleştirmiş bulunuyor ve hükümeti bu 7.5 ayı boşa geçirmemeye davet ediyor.

Bu kesim, Karayılan'ın bir süre önce Radikal'den Ertuğrul Mavioğlu'na söylediği "Devlet de bizi yenemez, biz de devleti yenemeyiz" sözünden, daha çok "devletin PKK'yı yenemeyeceği" tarafını öne alıyor ve "Madem PKK eylemsizliğe karar verdi, bu Türkiye'ye sunulmuş bir imkândır, bu değerlendirilmeli" çıkarımına ulaşıyor.

Tabii ki "eylemsizlik" kararını önemsiz bulmak mümkün değil.

Ancak Ankara'nın olaya PKK, KCK, BDP, İmralı ya da Kandil'in baktığı yerden bakmayacağı da bir realite.

Kürt aydını Orhan Miroğlu, BDP eş başkanı Selahattin Demirtaş'ın bir sözüne dikkat çekmiş:

"PKK diye bir olgu olmasaydı, sadece BDP olsaydı, kimse bize 'Kürt sorunu nasıl çözülür' sorusunu bu kadar can alıcı bir şekilde sormazdı. İşin realitesi ve kilit noktası bu... Silahlar bittiğinde, savaş bittiğinde, Kürt sorunu yine Türkiye'nin gerçek gündemi olmaya devam edecek mi? Yine Cumhurbaşkanı 'Kürt sorunu bu ülkenin en büyük sorunu' diyecek mi?"

Bu söz, Kürt siyasetini fiilen yürüten kadronun silahı bir etkinlik aracı olarak gördüğünü ortaya koyuyor.

Ankara bu mantığı kabul edebilir mi?

Miroğlu'nun KCK'nın misyonuna ilişkin ilginç bir tespiti de var, şöyle diyor:

"KCK'nın yüklendiği misyonun hedefi, Kürt toplumunu 'demokratik özerklikle' yönetmek ve bu modeli, alternatif bir yönetim modeli olarak Türkiye'nin de kabul etmesini sağlamaktır."

Böyle bir KCK misyonu, Ankara'nın meşrulaştıracağı bir misyon olabilir mi?

Miroğlu, şunu da söylüyor:

"PKK'yla yüzleşemeyen Türkiye'nin Kürt'üyle, Türk'üyle ödediği ağır bedelin; Türkiye bu sefer de, KCK'yla yüzleşemezse, bu maliyetin, bu ağır bedelin, korkunç bir iç savaşa dönüşüp büyümesinden endişe duymak ve KCK davasına bu açıdan bakmak gerekir." (Miroğlu, KCK'nın misyonu, Taraf, 1 Kasım 2010)

PKK bir realite, doğru, KCK bir realite, doğru. Bunların, "illegalite"den aldıkları güç ile Kürt toplumu üzerinde bir etkinlik alanına sahip oldukları da doğru. Bu yapının, "Türkiye'yi tehdit" gibi bir işe girişebileceği de doğru.

Ne yapmalı bu durumda?

Acaba, "Hangi formül PKK ve KCK'yı tatmin eder?" gibi bir sorudan mı yola çıkmalı, yoksa, hükümet, özgün bir insan hakları ve demokratikleşme paketi oluşturup, yola devam mı etmeli?

Mesela PKK-KCK dışındaki Kürt toplumunun tatmin olacağı bir demokratikleşme paketi yeterli olur mu?

Yoksa Kürt sorunu üzerinde PKK'nın silah gücüyle sağladığı ipotek Ankara tarafından da meşrulaştırılmalı ve son onay KCK'dan mı gelmeli?

Selahattin Demirtaş'ın mantığından yola çıkılırsa, Kürt sorunu çözülünceye kadar orada bir yerlerde silahlı çete bulunması gerekiyor. Bunu Ankara'nın kabul etmesi mümkün mü?

USAK Genel Koordinatörü Sedat Laçiner, Bugün'den Seda Şimşek'e verdiği mülakatta ilginç bir çözüm süreci öneriyor:

"PKK, BDP'nin içinde erimelidir. PKK görüşlerini BDP içinde, Diyarbakır Belediyesi'nde, TBMM'de silahsız, şiddetsiz, tehdit etmeden, teröre başvurmadan savunabilmelidir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin de PKK'nın da hedefi bu olmalıdır... Öcalan, "Beni dışarı çıkarın, ilk başta 'ev hapsi' diyebilirsiniz, bizim öz savunma güçlerimiz olsun, yani yine silahımız olsun ama bu Kandil'de olmasın da Diyarbakır'da olsun, ayrı bir bayrağımız, özerk bir bölgemiz olsun, valileri, belediye başkanlarını biz belirleyelim" diyor. Oldu, başka isteğin? Yani Barzani modelini öneriyor.

PKK şunu unutmamalı: Barzani modeli, eğer ABD Türkiye'yi işgal ederse olabilecek bir şeydir. Irak'taki örnek kimseye örnek olamaz çünkü Irak'ta yaşananlar normal değildir... Öcalan olarak, terörün sona erdirilmesine yardımcı olursunuz... Siz de... Diyarbakır'ın köylerini elde silah olmadan, yanınızda kabadayılarınız olmadan dolaşırsınız, oy isterseniz millet de size teveccüh gösterir, sizi Meclis'e gönderir. Abdullah Öcalan da sıralardan birine oturur, görüşlerini savunur veya belediye başkanlığı seçimine girer, olabiliyorsa Diyarbakır'ın belediye başkanı olur."

Nasıl, PKK penceresi ile Ankara penceresi çok farklı değil mi?

Rahmet dileği-Başsağlığı:

"Metin Şirikçi'yi kaybettik" diye bir mesaj düştü cep telefonuma. İçim cız etti, Maraş diliyle. O benim Maraş İmam Hatip'ten arkadaşım. Sonra hukuk okudu, avukat oldu. Maraş'ta siyaset yaptı. Kitabı var: "Metince" ismiyle... "Metince" ifadesi onu anlatıyor, gerçekten özel bir insandı. Neşeli, coşkulu, dost canlısı, kadirşinas. Kayıp mı ettik, dar-ı bekaya mı uğurladık, bilmem. Ama artık Metin bir başka dünyada. Cahit Sıtkı'nın "Gittikçe artıyor yalnızlığımız" mısrasını düşündüm haberi alınca. Aziz kardeşime sonsuz rahmet, ailesine, dostlarına başsağlığı diliyorum.

Ahmet TAŞGETİREN

[email protected]

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Taşgetiren Arşivi