Selami Kaytancı

Selami Kaytancı

Gıda Terörü Ya Da Her Şeyin Bir Bedeli Var!..

Sevgili dostlar, kafamız karışık, aklımız fikrimiz şaşkın!.. Neden mi?!.. Her gün bir uzman(!) çıkıyor, “Şunu ye, bunu yeme!.. Aman ha, onu yersen, ayvayı yersin!..” diyor. Öbür gün bir başkası çıkıyor, “Yok, hayır; onu yemek zararlı değil, bilakis çok faydalıymış!..” diyor.

Bu memleketin çok bilmiş uzmanları ( acaba azman mı demek lazımdı?!..) yıllarca bu millete yumurta yedirmediler. Sonra çıktılar, “Pardon yahu!.. Meğer yumurta çok faydalıymış; aman ha günde en az bir yumurta yiyin!..” dediler. Yıllarca bu millete kırmızı et, hele de sakatat; kelle paça, ciğer, mumbar, kokoreç.. yemeyi öcü olarak gösterdiler. Şimdi çıkmış, “Pardon yahu!.. Sakatat çok faydalı; bol bol kelle paça yiyin!..” diyorlar. “Aman ha, hayvansal yağ, tereyağı yemeyin; vallahi kolesterolden nalları dikersiniz!..” dediler. Şimdi de, “Evinize tereyağı ve zeytinyağından başka yağ sokmayın!..” diyorlar. “Zeytin yağlı yiyemem aman!..” türküsünü söyletip millete zeytinyağı yemeyi yasakladıkları zamanlar da unutuldu gitti !..

Kalp damar hastalığından korunmak için, bitkisel yağlar tüketin, MARGARİN YAĞI yiyin diyorlardı; şimdi sakın evinize margarin sokmayın diyorlar.

Benim rahmetli dedem, bir oturuşta beş on yumurta yerdi, tek başına bir kelle paça, bir ciğer yerdi. 83 yaşında trafik kazasında ölmeden önce, babamla ikimizi yıkardı. Yola gittiğimizde, bizim nefesimiz kesilir, o dipçik gibi koşar  giderdi. Şu an yüz yaşını devirmiş olan kayınvalidem, 18 yıl önce kayınpederim vefat edip de bizim eve yerleşene kadar, ağzına bitkisel yağ değdirmemişti.

Benim sürekli tekrarladığım bir sözüm var: “Eskinin, iki şey hariç, hiçbir şeyini özlemiyorum. O özlediğim iki şey de, insan ilişkileri ile doğal gıdalar!..” İyi de, Müslüm Baba’nın dediği gibi, her şeyin bir bedeli var!.. KALABALIKLAR İÇİNDE YALNIZLAŞMAK DA BİR BEDEL, KALABALIKLAŞAN DÜNYADA DOĞAL GIDALARA HASRET KALMAK DA BİR BEDELDİR, değil mi?!..

Sene 1969… Okulumuz, bizi Adana’dan Silifke’ye, Cennet – Cehennem’e geziye götürüyor. İlk kez gidiyorum o yerlere. Mersin’i çıkıyoruz kamyondan bozma otobüsümüzle… Mersin Öğretmen Okulu, şehrin en sonunda… O bina, şimdilerde şehrin göbeğinde. Öğretmen Okulu’ndan Erdemli’ye kadar, sağ taraf dağın dibine, sol taraf denize kadar, gözünüzün görebildiği yere kadar lebâleb narenciye (limon, portakal…) bahçesi. Tam da narenciye ağaçlarının çiçek açtığı günler… Otobüsün içinde narenciye çiçeği kokusundan burnunuz düşüyor… Tarifsiz bir koku, tarifsiz bir manzara… O tarihten, yaklaşık yirmi sene sonra, aynı güzergahtan lüks bir otobüsle geçiyorum… Gözlerime inanamıyorum!.. Kederimden gözlerimden yaşlar dökülüyor!.. Neden mi?!.. Çünkü o narenciye ağaçlarından bir tane bile kalmamış. Peki, ne olmuş? O gözünüzün alabildiğine yerler, lebâleb beton binalarla dolmuş. Nedir bunlar?!.. Yazlık efendim, yazlık!.. Deniz sahilinde yazlık evler, villalar, siteler…

“Her şeyin bir bedeli var!..” dedik ya!.. Efendim, Türkiye’nin doğusundan batısına, her yerde yaşayan insanımızın hayalinde, Akdeniz sahillerinde bir yazlık sahibi olma düşüncesi yatar. Arap ve Rus vatandaşları da hesaba katmadım daha!..  Oraların lebâleb narenciye olduğu yıllarda ülke nüfusu 35 milyondu; şimdi olmuşuz 81 milyon… Bu kadar nüfusa ev lazım, yazlık lazım!… Yiyecek lazım, içecek lazım!.. Ama her şey doğal olsun ha!..

“Nerede o eski domatesler, salatalıklar?!.. Tadından, kokusundan yenmezdi!..” diye yakınıyoruz. “Çocukluğumuzda fırınların önünden geçerken, ekmek kokusundan burnunuz düşerdi.” diyoruz. Ama o zamanlar buğdaylara suni gübre atılmazdı. Atılmazdı atılmasına da, o zamanlar bir dönüm tarladan 350 kilo buğday alabilirdiniz; şimdi ise, hibrit tohumlar ve suni gübre sayesinde 1.250 kilo buğday alınıyor. Eh, 350 kilo buğdayla 35 milyonu beslersiniz; ama 81 milyonu nasıl besleyeceksiniz?!.. Her şeyin bir bedeli var, değil mi?!.. Hem üç kuruş olsun, hem de beş köfte olsun!.. Var mı?!..

Uzman(!)lar, aman sakın ha ekmek yemeyin, diyorlar. Ekmek, şişmanlatırmış, ekmek yiyenlerin kafası çalışmazmış!.. Oysa öteden beri ekmek, bizim halkımızın temel gıdasıdır. Ekmek, bizim kültürümüzde “kutsal”dır. Yere düşen ekmeği, Kur’an sayfası gibi, ta’zimle alıp başına götürüp öpen bir başka millet daha duydunuz mu?!.. Üniversitede okurken, Fransız Filolojisi’nde okuyan bir arkadaşım, yazın staj için gittiği Fransa’da, gittiği bir eğlence mekânındaki tuvaletin pisuarına atılmış ve gelip gidenin üzerine idrarını yaptığı ekmeği görünce, beyninden kaynar sular aktığını anlatmıştı.

Türkler üç kıtaya ekmek yiyerek hakim oldular. Ancak, eskilerin yediği ekmekle, şimdikiler arasında da dağlar kadar fark var. Eskiden ekmekler, evde yapılan mayalarla mayalanırdı; hem de beş dakikada değil. Akşamdan yoğurulan hamur, sabaha kadar mayalanır, hamur, leğenden taşar dökülürdü. O hamurla yapılan ekmek de bir iki hafta dayanır, bayatlamaz, insanı da hasta etmezdi. Her şeyin bir bedeli vardı değil mi?!.. Şimdi komşusundan maya isteyen, akşamdan hamur mayalayıp yoğuran, yufka ekmek, somun ekmek yapan “kadın” efendiler nerede?!.. Hayatı “zamanla yarış” biçiminde geçen günümüz kadını, ya da dizisini kaçırmak istemeyen “hanım” efendiler, nasıl becerecek bu işi?!..

Bütün dünya, “YOĞURT”u bizden öğrendi, değil mi? Hattâ, tüm dünya dillerine girmiş tek Türkçe sözcük, “YOĞURT”tur. Yoğurttaki besleyicilik değerini anlatmaya sayfalar da kitaplar da yetmez. Ancak, madalyonun diğer yüzü, yüzümüzü kızartacak cinsten ne yazık ki!.. Yoğurt bizim icadımız olan bir gıda türüdür. Ne var ki, yüzyıllar boyu, bu yiyeceğimiz üzerine ne bir bilimsel araştırma yapılmış ne de bir enstitü kurulmuştur!.. “Enstitü” deyince şaşırdınız değil mi?!.. Bakınız, bizim yoğurdumuzu elin gavuru dediğimiz Fransızlar bizden almışlar, sahibi bir Fransız Yahudisi olan “DANONE” adlı gıda devi, laboratuvarlarında tam 2500 çeşit yoğurt mayası keşfetmiş ve bize şimdi yoğurt satıyor!.. Utançtan yerin dibine batmamız gereken bir durum!.. Asırlar boyu, biz bir tek yoğurt mayası üretmiş, onun üzerine yatmışız!.. Çocuklarımız Danone’nin ürünlerine bayılıyor ve tonla döviz gidiyor yurt dışına!.. Her şeyin bir bedeli var!..

Akıncı ve göçebe Türkler’in en önemli ve doğal gıdalarından biri de “TARHANA”dır. Şimdi kimin evinde buğusu tüten, kalp ve damar hastalıklarının, kanserin en iyi ilacı olan bol sarmısaklı tarhana çorbası pişiyor?!.. Ama “hanım” efendiler, eğlenceden geç döndükleri, ya da dizi seyretmekten vakit bulamadıkları evlerinde, “DR. OUTKER”in hazır çorbasından beş dakikada bir hazır çorba yapıp koyuveriyorlar “bey” efendinin önüne. İçinde bilmem kaç tane “E” ile başlayan koruyucu olan hazır çorbalar… Peki, hani bizim tarhana üzerine mastır yapmış, araştırma yapmış bir Prof. Dr.umuz?!.. Kaç türlü tarhana yapabiliyoruz?!.. Her şeyin bir bedeli var?!..

Gazlı içecekler, colalar sağlık düşmanı, nesillerimizi mahvediyor, değil mi?!.. İyi de kardeşim, şu kadar milyar dolarlarımızı yurt dışına kaçıran bu colaları içeceğimize, milli içeceğimiz “ŞALGAM”ı yaygınlaştırsak olmaz mı?!.. Şalgamın sağlığa faydaları say say bitmez!.. Eh, colanın da zararları say say bitmez!.. Her şeyin bir bedeli var!.. Cola içen çocuklarınız obez olur, kalp damar hastası olur, şu olur bu olur; ama asla sağlıklı olamaz!.. Adanalı, bol kuyruk yağlı Adana kebabını yer, üzerine bir şişe şalgam içer, ne kolesterol kalır ne bir şey!.. Daha ayrana da sıra gelmedi!.. Sahi, milli içeceğimiz ayran üzerine yapılmış bir araştırmamız var mı acep?!..

Çocuklarımız hamburgere, pizzaya bayılıyor!.. Almanlara Türk dönerini öğrettik; ama bizde hâlâ bir özentidir gidiyor burgercilere… Lahmacun, Adana kebap, döner yiyenlerin obez oldukları pek yazılıp çizilmiyor; ama burger tutkunu olanların obez olmaları kesin!.. Eh, her şeyin bir bedeli var!..

Her kötü şeyin sebebini başkalarında, dış güçlerde arama hastalığımızdan kurtulmamız ve kendi değerlerimize sahip çıkmamız şart!..

SAĞLIKLI NESİLLER, SAĞLIKLI GIDALARLA YETİŞİR; AMA HER ŞEYİN DE BİR BEDELİNİN OLDUĞU MUHAKKAKTIR!..

(Bundan sonraki yazımda, son günlerin flaş konusu olan “ŞEKER” ve “ŞEKER FABRİKALARI” konusunu irdelemek istiyorum inşallah. Eğer gündem müsaade ederse.)

 

Selami Kaytancı

26.02.2018, Adana

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
3 Yorum
Selami Kaytancı Arşivi