Filistin direnişi ve Körfez-İsrail normalleşmesinin geleceği

Filistin direnişi ve Körfez-İsrail normalleşmesinin geleceği
Son dönemde Filistin topraklarına yönelik İsrail güçleri tarafından gerçekleştirilen saldırılar, Körfez ülkelerinin İsrail ile normalleşme eğiliminin geleceği konusunda soru işaretlerine yol açtı.

İstanbul

Körfez ülkeleri son dönemlerde İsrail ile normalleşme adımlarıyla ön plana çıktılar. Öyle ki bu yakınlaşma 2020 yılında İsrail ile Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Bahreyn arasında siyasi bir normalleşme süreciyle görünür hale geldi.

Bu durum esasında aniden gelişen bir süreç değil, son 20 yıldır kademeli olarak devam eden bir sürecin parçası olarak görülebilir. Nitekim 2001 yılında ABD’ye yönelik 11 Eylül terör saldırılarının akabinde, Körfez-İsrail ilişkilerinin özellikle ABD kurumları nezdinde lobicilik faaliyetleri teması çerçevesinde gelişmeye başladığı görülüyor. Bu anlamda Suudi Arabistan, BAE ve Katar gibi yüksek yoğunluklu dış politika izleyen ya da daha pasif dış politika aktörleri olan Umman ve Bahreyn gibi Körfez ülkelerinin normalleşmeden önceki dönemlerde de İsrail ile istihbari, ticari ve sosyal alanlarda ilişkiler içerisinde olduğu biliniyor. Buna ilaveten son dönemde Türkiye ile olan siyasi rekabet ve Ankara’nın bölgedeki nüfuzunun engellenmesi de BAE, Suudi Arabistan ve Bahreyn gibi ülkelerin İsrail ile doğrudan ya da dolaylı ittifaklar geliştirmelerinin arkasındaki bir motivasyon olarak değerlendirilebilir.

İsrail saldırılarına verilen farklı tepkiler

Son dönemde Doğu Kudüs’teki Şeyh Cerrah mahallesi odaklı gelişmeler sonucunda Gazze özelinde Filistin topraklarına yönelik İsrail güçleri tarafından gerçekleştirilen saldırılar, aynı zamanda İsrail ile normalleşme eğiliminin geleceği konusunda da birtakım soru işaretlerinin meydana gelmesine sebep oldu. Körfez ülkeleri söylem düzeyinde İsrail’in gerçekleştirdiği saldırıları kınayan, saldırıların durması çağrısında bulunan ve Filistinlilerin haklarını savunan bir pozisyona girseler de özellikle normalleşmenin başını çeken BAE ve Bahreyn gibi ülkelerin siyasi pozisyonları pragmatik temayüller çerçevesindeki beyanların ötesine geçemedi. Aynı şekilde Suudi Arabistan da İsrail’in saldırıları durdurması konusunda net bir tavır alamazken, bu anlamda Arap kamuoyunun da tepkisini çekti. Öte yandan Katar ve Kuveyt’in ise çok daha net bir tutum içerisinde oldukları görüldü; Doha’da İsrail’in saldırılarına tepki olarak protesto gösterileri dahi düzenlendi. Körfez ülkelerinin söz konusu saldırılara yönelik ilk elden yaptıkları açıklamalar ve daha sonraki gelişmeler dikkate alındığında, Körfez’in Filistin’e yönelik İsrail saldırganlığı karşısında bölünmüş bir durumda olduğu tespiti yapılabilir. Körfez’in bölünmüş dış politika tutumunun yanında, saldırılar karşısında İsrail ile normalleşme eğilimlerine yönelik tepkilerin de bu bölünmüşlüğü yansıtacağı öngörülebilir.

İsrail’de yeni hükümetin kurulma süreçleri, uzun zamandır görev yapan Başbakan Binyamin Netanyahu’nun Eski İsrail Savunma Bakanı Naftali Bennett’a görevi bırakma ihtimalinin ortaya çıkması ve İsrail’in son saldırıları sırasında küresel kamuoyundan yükselen tepkinin ciddi boyutlara ulaşması gibi gelişmeler de normalleşmenin geleceğini tehlikeye atan, söz konusu belirsizlikleri derinleştirebilecek gelişmeler olarak görülebilir.

İlk elde Körfez ülkelerinin İsrail ile yakınlaşma ve Filistin meselesine Arap kimliği çerçevesinde bir politika üretme konusunda denge kurmak durumunda oldukları görülüyor. Suudi Arabistan’dan Bahreyn’e kadar gerek Körfez içerisinde gerekse Ortadoğu bölgesel devletler sisteminde farklı etki kapasitesine sahip Körfez ülkeleri, Filistin meselesine Arap kimliğinden söylemsel çerçevede ödün vermeden yaklaşıyorlar. Nitekim, İsrail ile normalleşme adımlarının temelini atan BAE ve Bahreyn’in normalleşme konusundaki gerekçeleri de “Filistin için iyi bir gelecek” ve “İsrail’in Filistin topraklarını işgal ve ilhak politikalarını durdurmak” olarak açıklanmıştı. Suudi Arabistan ve Katar gibi diğer etkili bölge ülkeleri de İsrail ile normalleşmeyi koşulsuz reddetmemiş ve 1967 Arap-İsrail Savaşı öncesi sınırları ve konjonktürü dikkate alan bir Filistin devletinin kurulmasını, normalleşme şartı olarak değerlendirmişlerdi. Suudi Arabistan ve Katar’ın da pragmatik anlamda normalleşmenin getirdiği siyasi, diplomatik, askeri ve ekonomik faydalardan yararlanmak isteyeceği açık olsa da bu iki ülke özelinde farklı gerekçelerle normalleşmenin önünde belirli engellerin bulunduğundan bahsedilebilir.

Suudi Arabistan ve Katar’ın tutumu

Suudi Arabistan açısından değerlendirildiğinde, öncelikle Veliaht Prens Muhammed bin Selman üzerinde özellikle ABD’deki Yahudi siyasi çevreler tarafından normalleşme sürecine Suudi Arabistan’ın da dahil edilmesi konusunda ciddi bir baskı olduğu da görülüyor. Buna karşın Suudi kamuoyunun İsrail ile normalleşme konusunda tarihsel derinliği de haiz olumsuz bir algıya sahip olması, Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın güdümündeki Riyad yönetiminin normalleşme konusunda rahat hareket etmesini engelliyor. Dolayısıyla Suudi Arabistan’ın normalleşme konusunda önündeki en büyük engelin halkın tepkisi olacağı belirtilebilir. Nitekim Suudi Arabistan’ın bu hassas dengelerle bağlantılı olarak Filistin meselesinde doğrudan İsrail’i karşısında almaktan kaçındığı ve sadece söylem düzeyinde sınırlı eleştirel bir dil benimsediği görülüyor.

Katar ise özellikle 1990’lı yılların sonundan itibaren İsrail ile gelişen ticari ilişkilerini bir dönem korumayı başarmış olsa da gerek iç değişiklikler gerekse de bölgesel gelişmeler Doha yönetiminin Tel Aviv’le normalleşme diyaloglarına girmesini engelledi. Katar, tıpkı Kuveyt gibi Filistin’e ve Filistinlilere olan desteğini söylem çerçevesine hapsetmeyip, bunu özellikle Gazze’ye yönelik gerçekleştirilen milyon dolarlık projelerle pratikte de ortaya koydu. Katar’ın Filistin meselesindeki bu tutumu İsrail’in Gazze’ye saldırılarında Katar’a ait bazı noktaları hedef almasıyla da görüldü. Al Jazeera kanalının Gazze ofisinin bulunduğu binanın ve Katar Kızılayı’nın merkezinin bombalı saldırılara hedef olması, İsrail’in Katar’ı dolaylı olarak cezalandırdığı şeklinde yorumlanabilir.

Körfez ülkeleri söylem düzeyinde İsrail’in gerçekleştirdiği saldırıları kınayan, saldırıların durması çağrısında bulunan ve Filistinlilerin haklarını savunan bir pozisyona girseler de özellikle normalleşmenin başını çeken BAE ve Bahreyn gibi ülkelerin siyasi pozisyonları pragmatik temayüller çerçevesindeki beyanların ötesine geçemedi. Aynı şekilde Suudi Arabistan da İsrail’in saldırıları durdurması konusunda net bir tavır alamazken, bu anlamda Arap kamuoyunun da tepkisini çekti.

Normalleşme sürecinin akıbeti

Körfez ülkelerinde İsrail ile normalleşme konusunda böylesine ayrışan gündemlerin mevcudiyeti söz konusuyken, merak edilen bir diğer husus ise son dönemde İsrail’in agresifleşen tutumu ve hedef gözetmeksizin gerçekleştirdiği saldırılarının normalleşme sürecine nasıl etki edeceğidir. Esasında normalleşme eğilimini sekteye uğratan en önemli gelişme İsrail’in son saldırıları değil, ABD’de yaşanan iktidar değişimidir. Bölgede Sünni monarşiler ile yakın stratejik ilişkiler kuran Donald Trump yönetimi, bu ülkelerin dış politika amaçlarını İsrail dış politika hedefleri ile eş hale getirme yolunda çaba harcamış ve bunda büyük oranda başarılı da olmuştur. Fakat Joe Biden yönetiminin gerek Sünni monarşiler ile arasına mesafe koyması ve gerekse ABD’nin dış politikada rotasını Çin’in yükselişinin durdurulması, Afganistan’dan çekilme ve Asya-Pasifik’teki güvenlik odaklı kurulan platformlarla birlikte Çin’i dengeleme politikaları gibi konulara endekslemesi, Washington’ın İsrail-Körfez normalleşmesi konusunda eski tavrından uzaklaşmasına neden oldu. Bu dönemde Joe Biden yönetiminin özellikle süregelen kriz alanlarında çözüm arayışlarını önceleyeceğinin işaretlerini vermesi, Washington’ın önümüzdeki süreçte İran, Yemen, Suriye ve Libya gibi konuları Ortadoğu siyasetinin başlıca gündemi olarak belirleyebileceğini ortaya koyuyor. Dolayısıyla Biden yönetimindeki ABD’nin, Trump döneminde olduğu gibi yeni ittifaklar yaratma politikalarına odaklanmayacağı ve dolayısıyla İsrail ile Körfez ve diğer Arap ülkeleri arasındaki normalleşme hareketlerini eskisi kadar kararlı biçimde destekleme eğiliminde olmayacağı tahmin edilebilir.

Biden yönetiminin göreve başlamasının yanında, son dönemde gerçekleşen İsrail’in saldırıları da normalleşme konusunda Körfez ülkelerinin farklı tepkiler vermesine sebep olmuştur. Katar Dışişleri Bakanı Muhammed bin Abdurrahman Al Sani yaptığı açıklamada İsrail ile normalleşmenin pek olası olmadığını belirtmiş ve Katar’ın pragmatik bir tutumdan daha ilkeli bir tutuma doğru yöneldiğini göstermiştir. Bunun yanında Kuveyt’te son dönemde İsrail ile yakın ilişki içerisine girenlere yönelik alınacak cezai önlemler ve yaptırımlar konusundaki tasarıların ortaya atılması da bu ülkenin normalleşmeye karşı net bir tutum içerisinde olduğunu ortaya koymakta. Kuveyt’in İsrail’in son saldırılarına verdiği tepkiler de bu durumun göstergesi olarak değerlendirilebilir.

Suudi Arabistan açısından değerlendirildiğinde, öncelikle Veliaht Prens Muhammed bin Selman üzerinde özellikle ABD’deki Yahudi siyasi çevreler tarafından normalleşme sürecine Suudi Arabistan’ın da dahil edilmesi konusunda ciddi bir baskı olduğu da görülüyor. Buna karşın Suudi kamuoyunun İsrail ile normalleşme konusunda tarihsel derinliği de haiz olumsuz bir algıya sahip olması, Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın güdümündeki Riyad yönetiminin normalleşme konusunda rahat hareket etmesini engelliyor.

Buna karşın, BAE ve Bahreyn gibi ülkelerin dış politika stratejisinde İsrail’in son dönemdeki saldırıları ile ciddi bir değişim yaşanmadığı da gözlemleniyor. BAE ve Bahreyn’de halkın tepkisi her ne kadar yatışmamış olsa da siyasi elitlerin ve bu elitlerin desteklediği kimselerin gerek sosyal gerekse geleneksel medyada İsrail’i halen haklı ve meşru bir pozisyona sokma uğraşı içerisine girdikleri görülmüştür.

Bütün bunlardan, normalleşme eğilimlerinin bölgede farklı ülkeler nezdinde farklı şekilde ilerleyeceği, fakat bölgesel ve uluslararası gelişmeler sebebiyle sürecin sekteye uğrayabileceği de söylenebilir. İsrail’de yeni hükümetin kurulma süreçleri, uzun zamandır görev yapan Başbakan Binyamin Netanyahu’nun Eski İsrail Savunma Bakanı Naftali Bennett’a görevi bırakma ihtimalinin ortaya çıkması ve İsrail’in son saldırıları sırasında küresel kamuoyundan yükselen tepkinin ciddi boyutlara ulaşması gibi gelişmeler de normalleşmenin geleceğini tehlikeye atan, söz konusu belirsizlikleri derinleştirebilecek gelişmeler olarak görülebilir.

[Orta Doğu siyaseti, Arap devrimleri, Mısır’daki devrim süreci ve Körfez siyaseti konularında uzman olan Doç. Dr. İsmail Numan Telci Sakarya Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü ve Orta Doğu Enstitüsü’nde öğretim üyesi olarak çalışmakta ve aynı zamanda ORSAM Başkan Yardımcılığı görevini yürütmektedir]​​​​​​

 

Kaynak:

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.