Cafer Sadık Doğru: FETÖ bu 'diyalog'la dini baltalamak istiyor

Cafer Sadık Doğru: FETÖ bu 'diyalog'la dini baltalamak istiyor
Cafer Sadık Doğru, FETÖ’nün Dinlerarası Diyalog Projesi'ne ilişkin, "Onlar bu "diyalog"la dini baltalamak istiyorlar... Dini karıştırmak istiyorlar. Din, ehl-i sünnet ve'l-cemaatin gittiği yoldur, gerisi yalan." dedi.
Erzurum

Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden emekli olan ve uzun yıllar Diyanet İşleri Başkanlığı Erzurum Ömer Nasuhi Bilmen Dinî Yüksek İhtisas Yüksek Merkezinde tefsir ve Arapça dersleri veren Cafer Sadık Doğru, yarım asırdan fazla süredir dini, fikri ve ilmi çalışmalarının yanında çok sayıda öğrenci yetiştirdi.

 

Erzurum'un Pasinler (Hasan Kale) ilçesinde 1950 yılında doğan Doğru, ilkokulu dışarıdan bitirip hafızlık eğitimini Ağcalar köyünde tamamladı. Taş Camisi Medresesinde Arapça tahsilini yaptıktan sonra imam hatip lisesinden mezun olan Doğru, 1975'te Yüksek İslam Enstitüsünü bitirdi.

Doğru, vatani görevini yaptıktan sonra Yüksek İslam Enstitüsünde asistan olarak göreve başladı ve bu kurumun kapatılması üzerine Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesine öğretim görevlisi olarak geçiş yaptı.

İlahiyat Fakültesinde de çok sayıda öğrenci yetiştiren Doğru, evli ve 8 çocuk babasıdır.

Cafer Sadık Doğru, Diyanet İşleri Başkanlığına bağlı Erzurum Ömer Nasuhi Bilmen Dinî Yüksek İhtisas Merkezinde verdiği derslere hususi bir ihtimam gösterdi. İlahiyat Fakültesindeki vazifesinin yanı sıra burada da dersler verdi. Emekli olduktan sonra da uzun yıllar İhtisas Merkezinde ders vermeye devam etti. Ancak sağlık sorunları nedeniyle buradaki hocalığına ara vermek zorunda kaldı.

Klasik usul Arapça ve İslami ilimler tedrisatına özel ihtimam gösteren, özellikle de klasik tefsir ilmine vukufiyetiyle bilinen Doğru Hoca, Fahreddin er-Razi'nin 32 ciltlik büyük tefsiri Mefatihu'l-Gayb'i Türkçeye tercüme eden heyetin başında yer aldı. Doğru Hoca'nın ayrıca "Muhammed İbn Cerir et-Taberi’nin Tefsirindeki Fıkhî Görüşler" adlı bir çalışması vardır.

Cafer Sadık Doğru, "Türkiye'nin Yaşayan İlim Hazineleri" haber dosyası kapsamında AA muhabirinin sorularını yanıtlayarak hayat hikayesi, ilmi çalışmaları ve köklü din eğitiminin önemine dair değerlendirmelerde bulundu.

Ülkemizin zor zamanlar geçirdiği yıllarda yetiştiniz ve Türkiye'nin farklı dönemlerine şahitlik ettiniz. Yaşadığınız çeşitli zorluklara rağmen ilim ve bilgi yolunda yürümeye gayret ettiniz. Sizi kısaca tanıyabilir miyiz? Kişisel serüveninizi, ilim ve kültür yolculuğunuzu bizimle paylaşabilir misiniz?

Ben 1950'de Pasinler ilçesinde dünyaya geldim ve ilkokulu köyde okudum. Ondan sonra rahmetli babam beni Taş Cami Medresesine getirdi. Orada tedrisata başladım. Bu medrese toprak bir binaydı. Arada bir bağdadi duvar vardı. Yağmur yağdığında, yağmur suları içeri akardı. Mahat (tahtadan yapılmış sedir) vardı. Benim yaşım küçüktü ama oradakilerden çok farklıydım. Ben de orada yatıyordum. Medresede, Kore'de askerlik yapan da vardı, Narmanlılar vardı ve onlar benden yaşça büyüktüler, biraz da açıkçası korkuyordum onlardan. Onlar yatınca ben kalkıp Taş Cami'nin saçakları altında ders çalışıyordum. Kapının arkasını bölmüştük orada yıkanıyorduk, dışarıdan gelen beklemek zorunda kalıyordu. Bir tane bavulumuz vardı, bütün yiyeceklerimiz oradaydı.

"Kışın soğuğu diye bir şey yoktu"

Hayat yolculuğunuzda sizi etkileyen şahsiyetlerden ve sizi motive eden hususlardan bahsedebilir misiniz?

Dayım beni okuttu ve hafız oldum. O rahmetli olunca, babam beni Taş Medresesine getirdi ve orada Ali Küçük Bey'den (Taş Cami İmamı Ali Küçük Hocaefendi) ders aldım. "Kışın soğuğu" diye bir şey yoktu, mecbur kaldın mı bize her şey caiz oluyordu. Her şeye katlanıyorduk. Bağdadi bir duvar vardı, ikiye bölünmüştü, orada bir arkadaşım vardı. Uyumasın diye ayağını, su dolu kovanın içine sokar gece sabaha kadar ders çalışırdı. Böyle geldik bugünlere, o günleri unutamam. Bizim buralarda adettir, hafız olup da hatim okumayanı kovarlar. Ben bir sene bayanlara hatim okudum. Yıldım, "Ben bunların elinden nasıl kurtulurum, yaşımı başımı almışım." dedim. Sonra imam hatipliğe müracaat ettim. Fakat imam hatibe giderken iyi hocalarım vardı ama ben o kadar acemiyim ki hiçbir şey bilmiyorum. Türkçe hocamız vardı, vefat ettiyse Allah rahmet eylesin, ismi Ersan Tığlı. Türkçeden sözlü yapıyor, ben bilmiyorum. Bana dedi ki "Niye duruyorsun?" Dedim ki "Ne olacak?" Dedi ki "Sana soru sorduk köylü vatandaş! Onları cevaplandıracaksın". "Öyle mi?" dedim ve işte öyle geldi, öyle gitti. Başımı önüme eğdim, soruları cevaplandırdık. Arapça hocam vardı, yaşıyorsa selamlar olsun, Süleyman Kayıran Hoca... O, dersi anlatırdı, fakat her defasında bana müracaat ederdi. "Kalk Cafer, ben mi anlatamıyorum, yoksa bunlar mı anlamıyor?" Cafer ne desin, yukarı tükürse bıyık, aşağı tükürse sakal. Artık öyle geçiştiriyordum. İşte eğitim de böyle geçti.

Askerlikte sınıf olarak jandarmaydım. Seferihisar’a 7 kişi gittik, o 7 kişinin içinde Tuzla Piyade Okulunda, alınan notlar bakımından en ileri seviyede olan bendim. Muvazzaflardan kimse olmadığı zaman tekmili tabur komutanına ben veriyordum. Bir gün brifingdeyiz. Buradan mektup yazmışlar, "Enstitüde imtihan var, gel gir." diye. Personel astsubayı da durmadan itekliyor beni, tabur komutanının gözüne iliştik. "Ne oluyor?" dedi. Mecbur kaldım konuşmaya, "Memlekette imtihan varmış, ona girmem isteniyor." dedim. "Derhal hemen yazın gitsin." dedi. Geldim ki burada beni Arapçaya düşünmüşler. "Ne zamana kadar fiil, fail, meful demeye devam edeceğim? Ben Arapça istemiyorum." dedim. Nazlıydım biraz da... Gözüm usul-i fıkıhta ama onu da tam tanıyamadığım için onu göze alamadım. Bunun üzerine "Olursa tefsir, olmazsa ben başka bir şeye girmek istemiyorum." dedim. Komisyon başkanı Tayyib Okiç Bey idi. İkinci adam ise Yusuf Ziya Kavakçı Bey'di. Bana Beydavi tefsirinden bir yer açtılar ve bilinçli bir şekilde okudum. Allah rahmet etsin Tayyib Bey çok beğendi. Yusuf Bey'e döndü, "Ne diyorsun?" dedi. Yusuf Ziya Bey, "Yani hocam, bilmiyorum ama işte kitabiyat yok gibiydi." cevabını verince Tayyib Bey sinirlenerek, "Ne yani Yusuf; bu ibarenin sahibini bir haftalık iş için harcamak mı istiyorsun?!" dedi. Ben böylece tefsir bölümünde kaldım. Tefsire seçilen arkadaş Arapçaya gitti. Ben Arapçadan da kurtuldum.

Sorunuza dönecek olursak, ben kimseden etkilenmedim, bir hocam vardı, o beni götürdü eğitti. Allah gani gani rahmet etsin. Köye de gitmezdim. Yazın evinde okuturdu. Bahsettiğim kişi Ali Küçük Hocaefendi'dir.

Orta Doğu'da bazı ülkelerdeki mezhepçi akımları ve mezhep çatışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

O tür akımları ve mezhepçiliği yanlış buluyorum. Dolayısıyla ehl-i sünnet ve'l-cemaatin yolu hak yol olduğu için o yoldan ayrılmadan hareket etmeyi dinen uygun olarak görüyorum. Bizde de bazı akımlar vardı ve bu akımları gördüğüm bildiğim için içlerine pek girmek istemedim. Dikkate almak istemedim. Ben serbest olmayı tercih ettim. Başkasına bağlandın mı ister istemez sana haksız şeyler yaptırırlar. Bu düşünce ile profesör olmak benim için hiçti. İsteseydim profesör de olurdum. Ama onlar beni ehl-i sünnet ve'l-cemaat yoluna bağlılığımdan saptırırlar endişesi ile hiçbirine iltifat etmedim. Ben talebelerime bu yolu seçtim. Bana göre, mesela arkadaşlar meal yazmış göndermişler, hiçbirinde tutarlılık yok çünkü bunlar kültüre bağlı şeyler. Bana göre Kur’an-ı Kerim’in ayetleri arasında parantez açmaya lüzum yok. Her birisi birbirini bağlayan, birbirine bağlı çok net cümleler. Dolayısıyla gramersiz, Arap edebiyatı olmadan hiçbir şey olmuyor.

"Dini baltalamak ve dini karıştırmak istiyorlar"

15 Temmuz darbe girişimiyle ülkemize ve milletimize yönelik hain niyetleri tamamıyla ortaya çıkan FETÖ’ye bakışınız nedir? Bu örgütün toplumumuza ve inanç dünyamıza verdiği zararlar nelerdir?

FETÖ’cüler benim peşime çok düştü. Kendi içlerine almaya çalıştılar ama ben hiçbir zaman kimseye sırtımı dayamadım. Ben Kur’an-ı Kerim ve sünnete uydum. Dolayısıyla onlar muvaffak olamadılar. Kendilerine çekemediler, çok uğraştılar ama hiçbirine iltifat etmedim. Dönüp bakmadım bile.

FETÖ'nün kendi hain hedeflerine ulaşmak için başta ABD olmak üzere uluslararası alanda yaygınlığını ve etkinliğini artırmak amacıyla "dinler arası diyalog" anlayışını öne çıkardığı görülüyor. Siz bu tür çalışmalara nasıl yaklaşıyorsunuz?

Onlar bu "diyalog"la dini baltalamak istiyorlar... Dini karıştırmak istiyorlar. Din, ehl-i sünnet ve'l-cemaatin gittiği yoldur, gerisi yalan. FETÖ belası ortaya çıkınca ihtilaf da başladı. Benim çizgim aynı çizgiydi. Ben Kurşunlu Medreselerini de biliyorum. Orada da kaldım, o zaman öyle bir şey yoktu yani.

Sağlık koşullarınız elverseydi şu an ne yapmak isterdiniz?

Erzurum Ömer Nasuhi Bilmen Eğitim Merkezindeki görevime devam ederdim, talebemle iç içe olmayı isterdim. Onlara bu ehl-i sünnet ve'l-cemaat yolundan ayrılmamalarını tavsiye ederdim. Cenabıhak, "Bu benim dosdoğru/pürüzsüz yolumdur, ona uyun. Tali yollara sapmayın, tabi olmayın. Eğer saparsanız o tali yollar sizi Allah'ın yolundan ayırır, ayrı düşürür. (En'am suresi, 153)" buyuruyor.

İlahiyat Fakültesinde ders verdiğimiz zamanlarda da doğru bildiğim şeyleri söyledim hep. Hiç çekinmedim çünkü bir tarafa bağlılığım yoktu... Affedersiniz, kaba ifadesiyle kimseye gebeliğim yoktu. Dolayısıyla hak bildiğim sözleri orada da talebeme anlattım... Eğitim merkezinde de aynı şeyleri anlattım. Allah'ıma sonsuz şükürler olsun, beni hiçbir tarafa kul etmeden kendi kapısından başka yere götürmedi ve ömrümü böyle bitirdim. Şimdi de dizlerim tutmuyor, dizlerim tutsa eğitim merkezine koşarak derse gideceğim ve talebeme bunları anlatacağım. Talebeyle iç içe olmak, onlara bu yolu anlatmak isterdim ama bunu yapmaya engel olan dizlerim var, onun için yapacak bir şey yok. Bunun dışında geçmişte yapmak isteyip de yapamadığım bir şeyim yok.

 

Kaynak:

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.