Biden yönetimi DEAŞ’la mücadele adı altında terör örgütü PKK’nın Suriye kolu PYD ile işbirliğini devam
İstanbul
Yeni tip koronavirüs (Kovid-19) pandemisi nedeniyle 2020’yi daha düşük yoğunlukta çatışmalarla geçiren Suriye’de 2021 yılı yeni belirsizliklerle başladı. Salgının etkilerinin tam olarak ölçülemediği ülkede temel sağlık ihtiyaçları dahi karşılanmaktan uzak. Öte yandan söz konusu salgın nedeniyle iç savaşa müdahil ülkeler Suriye’de büyük askeri hareketliliklere girmedi. Buna bir de tarafların askeri olarak doğal sınırlarına ulaşmaları ve Türkiye, Rusya ve İran’ın kurduğu diyalog kanalları ile sorunu diplomatik bir zemine taşıma çabaları da eklenince Suriye görece sakin bir yıl geçirdi.
Biden yönetimi DEAŞ’la mücadele adı altında terör örgütü PKK’nın Suriye kolu PYD ile işbirliğini devam ettirse de geçen dört yılda Suriye’de değişen dengeler nedeniyle ABD'nin beklediği sonuçlara ulaşması pek mümkün görünmüyor.
ABD’de başkanlığa seçilen Joe Biden’ın Suriye’ye yönelik nasıl bir politika izleyeceği, 2021 ve sonrasının Suriye açısından nasıl geçeceği konusunda belirleyici etkenlerden biri olacak. Biden yönetiminden beklendiği ve çokça tartışıldığı gibi Ortadoğu’da ve özellikle Suriye’de Obama dönemine benzer bir politika uygulanması ile Suriye’de Donald Trump döneminden farklı bir denklem kurulması mümkün. Ancak Biden yönetimi DEAŞ’la mücadele adı altında terör örgütü PKK’nın Suriye kolu olan PYD ile işbirliğini devam ettirse de ABD'nin, geçen dört yılda Suriye’de değişen dengeler nedeniyle beklediği sonuçlara ulaşması pek mümkün görünmüyor.
ABD'nin Suriye konusunda bütünlüklü bir politika yerine YPG’yi önceleyen hamlelere yönelmesi, çözümsüzlüğü devam ettireceği gibi Rusya ve bilhassa İran'a daha fazla alan açılmasına zemin hazırlayacak.
Suriye’de değişen dengeler
Suriye’deki güç dengeleri ve sahadaki gerçeklik bakımından Obama dönemine göre büyük farklar bulunuyor. Rusya’nın Esed rejimine verdiği destekle rejimin devamlılığını garanti altına alması, Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyine yaptığı operasyonlar ve özellikle İdlib’deki askeri varlığını artırmasının yanı sıra Suriye’de bu kez ciddi bir DEAŞ tehdidinin bulunmaması da ABD’nin PYD politikasını zora sokacak etkenlerden. ABD’nin YPG desteğini meşrulaştıran ve daha önemlisi müdahil olmasını hem mümkün kılan hem de zorunluluk haline getiren DEAŞ’ın belirleyici bir aktör olarak Suriye’de yer almaması Biden yönetiminin Suriye politikasında bir meşruiyet krizi doğurmasının ötesinde PYD’ye olan desteğin ABD’ye somut bir kazanım sağlamayacak bir düzleme geçmesine sebep olabilir.
Yine de ABD’nin bu meşruiyete sahip olmasa da bölgede PYD ile işbirliğinin devam edeceği hatta Obama döneminde sıkça gündeme gelen ve Türkiye-ABD ilişkilerine doğrudan zarar veren Brett McGurk gibi isimlerin tekrar karar verme mekanizmalarına atanmasıyla ABD-YPG ilişkisinin bir üst seviyeye çıkacağı öngörülebilir. Obama döneminde tanık olunduğu gibi Pentagon'un Suriye politikasındaki rolü ve sahadaki bürokratların YPG’yi makul bir aktör olarak dayatma projesi dört yıllık Trump döneminin ardından tekrar gündeme gelebilir. Bu da Türkiye-ABD ilişkilerinin daha da gerilmesinin yanı sıra Suriye’nin toprak bütünlüğü ve doğal kaynaklarının kontrolü gibi konuların çözümsüzlüğe sürüklenmesini kesinleştirecektir.
Suriye’nin çöl bölgelerinde tekrar palazlanma emareleri gösteren ve hem rejim hem de PYD unsurlarına saldırıları artan DEAŞ da bu yeni denklemde kendine tekrar yer edinmeye çalışıyor. DEAŞ’ın azalan gücü ve çöl bölgesi dışında tamamen biten alan hakimiyetine rağmen uyuyan hücreleri ve coğrafya şartlarına uyum sağlamış militanları nedeniyle örgüt tamamen yok edilmesi zor bir hedef haline geldi. DEAŞ’ın artan terör faaliyetlerinin yanı sıra bu tehdidin olduğundan daha büyük ve eskisi kadar tehlikeli olduğu doğrultusundaki yayınlar Batı basına sık sık yansır oldu. Bu da ABD’nin PYD desteğini kendileri açısından meşrulaştırmak için uygun ortamı tekrar sağladı. Yine de ABD’nin PYD ile ortaklığını devam ettirmek için DEAŞ’ın varlığına ihtiyaç duymadığı da aşikâr.
Zaten ABD’nin YPG’ye desteğinin DEAŞ’a karşı savaştaki pratik faydaların ötesinde anlamlara sahip olduğunu herkes biliyor. Türkiye’nin Irak’ın kuzeyinde gerçekleştirdiği Gara operasyonundaki şehitler için “doğruysa” şerhli açıklaması da ABD’nin SDG adı altında YPG’yi desteklemekten de öte, terör örgütü olarak tanıdığı PKK’ya yönelik bile sert ve net bir tavır almaktan kaçındığını gözler önüne seriyor. Bu da Biden yönetiminin tıpkı Obama döneminde olduğu gibi ideolojik bir yaklaşım ve stratejik bir körlükle Türkiye’yi uzaklaştıracağı ve bir terör örgütünü destekleyeceği yönündeki tahminleri doğrular nitelikte.
Ancak ülkede neredeyse her hafta bombaların patladığı, DEAŞ’ın Suriye’de güç kazandığı ve içeride FETÖ ile mücadele edildiği dönemde bile ABD’nin PYD’ye desteğine kararlılıkla karşı çıkan Türkiye’nin, yeni dönemde bir ulusal güvenlik meselesi olan bu konuda geri adım atmasını beklemek hayalcilik olur.
ABD’nin Türkiye’ye bu dayatması diğer yandan da ABD’nin içinde bulunduğu stratejik körlüğün bir yansıması olarak görülebilir. Trump yönetiminin pragmatik yaklaşımı ile gevşeyen ABD-PYD ilişkileri, Biden yönetimi ve Pentagon ekibinin ideolojik tutumları ile Suriye’de tekrar ABD ile Türkiye arasında asıl kriz konusu haline gelebilir. Söylem düzeyinde Esed rejimi, İran yayılmacılığı gibi konularda epey sert olan ancak İran’a Suriye ve Irak’ta büyük bir alan açan Obama döneminde olduğu gibi Biden da PYD ile ilişkisini sürdürürken terör örgütünün Esed ile petrol ticareti, Şii milislerin Fırat’ın doğusundaki varlığı gibi konularda hiçbir somut adım atmaması muhtemel.
ABD’nin eylemsizliği Rusya ve İran’ı cesaretlendiriyor
ABD’nin İran’a karşı mesajlar vermesine rağmen Yemen’de Husileri terör örgütü listesinden çıkarması, İran’la nükleer anlaşmayı tekrar yürürlüğe koyma çabası ve Suriye’de YPG’yi desteklemeye yönelik iradesi, ne İran’a karşı etkili bir politika yürüteceği ne de Husiler veya Esed rejimi gibi İran destekli aktörlere baskıda bulunacağının işaretleri. Bu da İsrail ve Türkiye gibi ABD’nin bölgede daha etkin rol almasını ve yükselen tehditlere karşı geleneksel müttefiklerinin yanında yer almasını isteyen aktörleri rahatsız edecek bir durum. Bunun Suriye’ye yansıması ise ABD’nin tekrar Fırat’ın doğusuna sıkışması ve Suriye konusunda bütünlüklü bir politika yerine YPG’yi önceleyen hamlelere dönmesini beraberinde getirecektir. ABD’nin genel bir Suriye politikasının olmaması Türkiye’nin Rusya ve İran’a karşı potansiyel bir destek şansını da ortadan kaldırıyor. ABD’nin İdlib, Şii milisler veya Esed’in geleceği gibi Suriye’nin genelini ilgilendiren konularda somut adımlar atmaması ise Rusya ve İran’ın özellikle İdlib’e yönelik saldırılarını daha da artırmalarına, Esed rejiminin ise kimyasal saldırı gibi savaş suçlarına başvurmasına alan açıyor. Bu politikalarda ısrar, Obama’nın aşılan kırmızı çizgilerinde görüldüğü gibi Biden yönetiminin de söylem düzeyinde sert, sahada ise etkisiz kalmasıyla sonuçlanacak.
Tüm bunların sonucunda ise ABD tarafından herhangi bir baskı ve karşı duruş görmeyeceğini kestiren Rusya, İran ve Esed rejiminin İdlib’in kalan kısmına yönelik bir operasyona girişmesi beklenebilir. Öyle ki, karadan rejim milislerinin taciz atışları ve Rus hava unsurlarının bombalamaları ile özellikle M4 karayolunun güneyi muhtemel bir operasyon hedefi olabilir. Rejim kontrolüne geçen bölgelerde kalan gözlem noktalarını geriye çeken ve İdlib’in özellikle sınır bölgelerinde irili ufaklı birçok yeni gözlem noktası oluşturan Türkiye’nin varlığı bu operasyonu caydıran en önemli parametre olarak duruyor. Pandemi ile mücadelede içine kapanan Avrupa ülkeleri ve YPG’ye odaklanan ABD’nin ilgisizliği sebebiyle Rusya ve İran’a karşı diplomatik olarak yalnız kalma riski taşıyan Türkiye’nin kararlı duruşu ise Suriyeli muhalifler ve İdlib’de yaşayan 3,5 milyonu aşkın Suriyeli sivil için son umut olarak duruyor.
[Ahmet Arda Şensoy Sakarya Üniversitesi Ortadoğu Enstitüsü’nün (ORMER) Suriye masasında, Suriye iç savaşı ve hibrit savaş konularında araştırmalar yapmaktadır]
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.