Gazeteci Mehmet A. Kancı: Trump’ın dili, yeni ABD'nin kimliği mi?
İstanbul
Gazeteci Mehmet A. Kancı, Trump’ın söylemlerinin “yeni bir ABD” politikasıyla ilişkisini AA Analiz için kaleme aldı.
***
Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) 47’inci Başkanı olarak Beyaz Saray’a dönen Donald Trump’ın, Filistin meselesi başta olmak üzere, uluslararası düzenin alışılmış dengelerini temellerinden sarsan söylemlerine teşhis koyarken bunun bireysel bir vaka olmadığının altını çizmek lazım.
Karşı karşıya olduğumuz durum, imkansız gibi görünen talepler ekseninde “yeni bir ABD” gerçeğinin inşa süreci olabilir. ABD’nin birinci Soğuk Savaş zaferinin ilanında 4 trilyon dolar olan dış borcunun 2024 yılı itibarıyla 36 trilyon doları aşması, yani 32 yılda 9 kat artması, her ne kadar küresel düzeydeki hakim para birimi doları kendi matbaalarında basıyor olsa da, Washington yönetimi açısından sürdürülemez bir hale geldi.
ABD, sistemsel bir çöküşün önüne geçebilmek için uluslararası düzeyde Trump’ı, ülke içerisinde ise Hükümet Verimliliği Departmanı Yöneticisi Elon Musk’ı ön plana çıkararak radikal fikirlerini yüksek sesle dile getirmeye yöneldi.
Yaşam alanının genişletilmesi fikri
Ekonomik olarak çöküşle karşı karşıya kaldığına inanılan ülkelerdeki bir grup siyasal elitin otoriter liderlere yönelerek onları parlatması ve sürecin devamında, sistemin hayatta kalabilmesi için “Lebensraum” yani, ülkenin yaşam alanının genişletilmesi fikrinin ortaya atılması yeni bir tecrübe değil.
Bu tehlikeli hayatta kalma arayışı uluslararası topluma geride kalan yüzyılda İkinci Dünya Savaşı tecrübesini yaşatmıştı. Ağır bir ekonomik kriz sarmalından çıkan Almanya, Adolf Hitler liderliğinde yeniden bir güç odağı haline dönüştüğünde genişleme ve ilhak talepleriyle sahnedeki rolünü güçlendirme iştahına kapıldı.
1938 yılında Çekoslavakya’dan Südet bölgesini, Polonya’dan Danzig Koridoru’nu (Gdansk) talep eden Almanya aynı yıl Avusturya’yı ilhak etmişti. Dönemin İngiltere Başbakanı Neville Chamberlain’in Hitler’e istediklerini vererek yatıştırma çabaları, Almanya’nın genişleme çabalarını daha da cüretkar kılmaktan başka bir işe yaramadı.
Hitler’in politikaları Alman halkı için felaketle sonuçlanırken aynı senaryo 1945 yılında bu defa Sovyetler Birliği lideri Josef Stalin tarafından tekrarlandı. İşçi sınıfının diktatörlüğünün refahını sağlamak bir yana Sovyetler Birliği’ni ekonomik bir çöküşe götürmekte olduğunun bilincindeki Stalin de çareyi ülkesinin yaşam alanını genişletmek için girdiği arayışlarda buldu.
Stalin önce 4 Şubat 1945’te Yalta’daki Konferans’ta Doğu Avrupa’nın Sovyet nüfuz bölgesi olarak kabul edilmesini dayattı ardından 1949 yılında Demokratik Almanya’yı da kurdurarak belki de 1992 yılını dahi görmesi mümkün olmayan bir sistemin varlığını yapay yollarla uzatmayı başardı.
İkinci Dünya Savaşı’nın galiplerinin, Stalin’in yeni bir savaş tehdidine boyun eğerek kabul ettikleri kararların neye yol açtığını görmeleri yalnızca 13 ay sürdü. Savaşın bitmesiyle başbakanlık koltuğunu yitiren İngiltere'nin eski Başbakanı Winston Churchill 1946 yılının Mart ayında ABD’deki Westminster College’da yaptığı konuşmada Avrupa’nın “Baltık Denizi’nden Adriyatik Denizi’ne uzanan bir Demir Perde” ile bölündüğünü dile getirecekti. Batılı müttefiklerin terk ettiği Polonya, Çekoslavakya, Bulgaristan, Macaristan ve Baltık ülkeleri takip eden 45 yıl boyunca Kremlin’in sömürü ve hegemonyası altında ezildi.
Tek kutuplu dünya değil, orman kanunu düzeni
Tarih, konjonktürel olarak askeri ve ekonomik gücü elinde tutan ülkeler ile liderlerinin maksimalist ve genişlemeci söylemlerinin kısıtlı bir süre için bile olsa karşılık bulduğuna işaret ediyor. Geçmişten alınan dersler ışığında Trump’ın Gazze Şeridi’ne bir emlakçı zihniyetiyle yaklaşmasını, Danimarka’dan Grönland’ı, Panama’dan kanalı talep etmesini, Kanada halkına ABD’nin bir eyaleti olmalarını teklif edişini bir düşünce sistematiğinin parçaları olarak değerlendirmek gerekiyor.
Nitekim Dışişleri Bakanı Hakan Fidan da 5 Şubat 2025 günü Anadolu Ajansının (AA) Editör Masası’nın sorularını yanıtlarken bu sistematiği en basit şekliyle “dünyanın orman kanununa doğru ilerleyişi” olarak ifade etti. “Ben yapıyorum, çünkü güçlüyüm” anlayışına dayanan bu yaklaşım, bugünün “tek kutuplu” gibi görünen dünyasında belki bir süre yaşama imkanı bulacaktır.
Ancak diyalektiğin icabı olarak kaçınılmaz şekilde, Trump’ın dayatmaları, karşısında denge unsurları ya da ittifaklar oluşturacaktır. Suriye’deki devrimi takiben Rusya donanmasının 1967 Arap-İsrail Savaşı ile Doğu Akdeniz’de güçlenen etkisinin tasfiyesiyle oluşan boşluk, doğa yasaları gereği olarak da dolmaya mahkumdur.
Bugün, Gazze Şeridi üzerinden İsrail tehdidini doğrudan hisseden Mısır’ın Türkiye ile ilişkilerini geliştirme çabası, İsrail’e karşı caydırıcı bir güçle işbirliği yapma arayışı bu güç boşluğunun dolmasını sağlamaya yönelik bir beklentinin ürünüdür.
Bölge ülkeleri ile diğer İslam ülkelerinin Gazze’deki Filistin toplumunun zorla göç ettirilmesine karşı sergileyecekleri kararlı tutum, Trump’ın Grönland, Panama Kanalı ve Kanada’ya yönelik agresif söylemlerine de set çekecektir. Aksi takdirde “savaşları bitireceği iddiasıyla” başkanlık koltuğuna oturan Trump’ın maksimalist söylemlerinin 20’inci yüzyıldaki örneklerde görüldüğü gibi yeni çatışmaların fitilini ateşlemesi kaçınılmaz olacaktır.
[Gazeteci Mehmet A. Kancı, Türk dış politikası üzerine analizler kaleme almaktadır.]
*Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editoryal politikasını yansıtmayabilir.
Kaynak:AA
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.