Afganistan barış sürecinde kritik aşama
İstanbul
Afganistan’da barışın sağlanması maksadıyla Taliban örgütü ile Afgan hükümeti arasında barış görüşmeleri başlatılmasına yönelik ilk girişim Obama döneminde gündeme gelmiş, lakin 2011 ila 2013 yılları arasındaki girişim ve çabalardan herhangi bir sonuç alınamamıştı. 2013 Haziran’ında Katar’ın başkenti Doha’da yapılması planlanan görüşmeler ise müzakerelerin yürütüleceği ofise Taliban’ın “Afganistan İslam Emirliği” tabelasını ve sözde bayrağını asması yüzünden Cumhurbaşkanı Hamid Karzai tarafından iptal edilmişti. Ofis bir ay sonra kapatılırken barış müzakereleri de uzunca bir süre askıya alındı. Aradan geçen üç yılın ardından Pakistan’ın öncülüğünde, ABD ve Çin’in de katılım gösterdiği bir görüşme gerçeklemiş, fakat 2016’daki Taliban-Kabil barış görüşmesinden de herhangi bir sonuç alınamamıştı. Ertesi sene ABD başkanlık koltuğuna oturan Trump Afganistan barış görüşmelerini yeniden gündeme aldı, hükümet ile örgüt arasındaki müzakerelerin başlamasına yönelik girişimlerde bulundu. Bu girişime destek veren Eşref Gani yönetimi Taliban ile önkoşulsuz müzakereye hazır olduklarını beyan etti; Taliban’a da zeytin dalı uzatarak (örgütü siyasi parti olarak tanıma, hapisteki Taliban unsurlarının salıverilmesi gibi) muhtelif vaatlerde bulundu. Ne var ki Gani’nin bu adımı Taliban’dan gerekli takdir ve onayı göremedi; aksine Taliban Gani ile değil, ancak ABD ile muhatap olacağını beyan ederek Kabil hükümetine bir kez daha sırtını döndü.
Taliban 2018’de sergilediği sert ve uzlaşıdan uzak tutumunu kısıtlı da olsa terk etti; en azından ABD ile Taliban temsilcileri 2019 Şubat’ında Doha’da ilk kez barış görüşmeleri için bir araya geldiler. Yaklaşık altı ay boyunca süregiden görüşmeler neticesinde, ABD ve Taliban’ın anlaşmaya yakınlaştığı açıklandı. Oysa 2019 Ağustos’unda resmedilen olumlu hava kısa sürede dağıldı. Ertesi ay Afganistan Özel Temsilcisi Zalmay Halilzad, taraflar arasında anlaşmaya varıldığını ve Trump’ın onayının beklendiğini duyurmuştu. Kabil’de gerçekleşen terör saldırısında bir ABD askerinin ölmesi üzerine, Trump anlaşmayı rafa kaldırdığını beyan etti. Ancak 2019 Aralık’ında ABD ile Taliban arasındaki görüşmeler yeniden başladı; böylece Halilzad ile Taliban yetkilileri arasında gerçekleştirilen barış görüşmelerinde sona gelindiği düşüncesi giderek ağırlık kazandı, ilk defa Taliban ile barış müzakerelerinin bu kadar somutlaştığına tanıklık edildi.
ABD-Taliban Barış Anlaşması görüşmeleri çerçevesinde “şiddetin düşürülmesi”, “yabancı güçlerin ülkeden geri çekilmesi”, “Afganistan içinde müzakereler” ve “terörizmle mücadele güvencesi” başlıkları altında birtakım yeni kararlar alındı. Ancak bu kararlar beraberinde birtakım yeni sorunları gündeme getirmiş bulunuyor.
Türkiye bu görüşmelerin başarıya ulaşmayacağını düşünüyorsa, bu sadece Türkiye’nin değil, Türkiye dostlarının ve Afganistan’ın da başarısızlığı olacaktır. Dolayısıyla Türkiye bunun altını doldurmalı, açık ve net şekilde ya tam yapmalı ya da hiç yapmamalıdır. Başarı için Türkiye’nin Taliban dahil tüm gruplarla görüşmesi ve ön hazırlıklar yapması elzem. Malum İstanbul toplantısı dokuz günlük bir toplantı ve bütün sıkıntıları dokuz günde çözümlemek imkânsız.
Birincisi, Afgan hükümeti, siyasetçileri, askerleri ve ileri gelen kanaat önderleri arasında tam ve net bir fikir birliği tesis etmenin ne denli zor olduğu. Görüşmelerin çok kapsamlı ve kapsayıcı olacağı vaat edilse dahi, Gani’nin uzunca bir süre diğer fraksiyonlardan uzak durup tek başına hareket ettiği dile getirildi. Ayrıca barış görüşmelerine ilişkin olarak halkın fikrini, inancını ve güvenini ölçecek bir ön değerlendirme yapılmadı.
İkincisi, Taliban’ın şiddeti düşürme süreci içerisinde verdiği taahhüt, Afgan hükümetine karşı değil bizatihi ABD’ye verdiği sözden ibaret. Bu bağlamda Taliban sadece ABD’ye karşı eylem yapmama sözü verdi. Zaten Taliban’ın resmî açıklaması stratejik ve güvenlik işbirliğinin sadece ABD ile yapıldığı, taahhüdün Afgan hükümetine karşı değil bizatihi ABD’ye verdiği sözden ibaret olduğudur. Bu bağlamda her ne kadar Taliban ile Afgan hükümeti arasında görüşmeler başlasa da, bu görüşmelerde yaşanabilecek muhtemel bir çıkar çatışmasının hızla şiddete evrilebileceği göz önünde tutulmalıdır.
Üçüncüsü, mevcut duruma bakıldığında, Afganistan barışı, birbirlerine güvenmeyen Afganlara kalmış durumda.
Dördüncüsü ise mahkûm takasının çok erken bir tarihte gerçekleşmiş olduğu ve yabancı güçlerin ülkeden çekilmesinin yeniden istikrarsızlığı tetikleme ihtimali.
Nitekim yakın geçmişe bakıldığında, Doha’da devam eden barış görüşmelerinden herhangi bir somut sonuç çıkmamış durumda. Zira barışın ilk adımı ateşkes olmasına rağmen, Taliban bir gün bile ateşkese uymadı. Bu zamana kadar Taliban beş bin civarında esirin serbest bırakılması için tuttururken bu sefer de “yedi bin esir daha serbest bırakılsın ve hatta ABD ülkeden tamamen çıksın, ancak öyle barış görüşmeleri yaparım” demekte. Halbuki salıverilen söz konusu esirlerin tekrar örgüte dönmemeleri gerekirken kısa süre içinde yeniden Taliban saflarına katılmaları ve tekrar yakalanmaları söz konusu oldu. Bu bağlamda Taliban’ın zaman kazanma stratejisini devreye koyduğu açıkça görülüyor.
ABD Afganistan’dan çekilirse
Biden Afganistan’dan geri çekilme kararını açıklamadan bir saat önce Gani ile bir görüşme yaptı. Bu görüşmeden çıkan kararın özelde Gani genelde Afgan güvenlik ve savunma bürokrasisi tarafından memnuniyetle karşılandığını düşünmek iyimser bir beklenti olur. Hatta Biden’ın bu kararının Taliban’a moral kazandırırken Afgan hükümetinde görece moral bozukluğuna yol açtığını söylemek de mümkün. Çünkü Biden önceden askerlerini 1 Mayıs’ta çekeceğini söylerken bu tarihi 11 Eylül’e erteledi. Fakat buradaki mesele tarih değil, askerlerini tamamen çekecek olması. Şayet bu olursa, (önceden 100 bini aşan ve şu anda 2 bin 500 civarında bulunan) Amerikan varlığının Afgan topraklarından tamamen çekilmesi bir güvensizlik yaratacaktır. Her ne kadar 2015 yılından itibaren Afganistan’ın güvenlik ve savunması bilfiil Afgan Ulusal Güvenlik Güçlerine devredilmiş olsa da, ABD askeri mevcudiyeti Taliban terörüne karşı bir güvenlik şemsiyesi sunuyor ve caydırıcılık unsuru olarak yer alıyordu. Bu bağlamda Biden finansal desteği ve danışmanlık hizmetini devam ettireceğini açıklasa da Afganistan’ın güvenlik ve savunması için danışmanlık ve istihbarat desteğinin yeterli olmayacağı aşikâr. Bu arada CIA Direktörü William Burns’ün çarşamba günü Senato İstihbarat Komitesi’nde yaptığı konuşmada, ABD birliklerinin Afganistan’dan çekilmesinin, ABD’nin istihbarat toplama ve köktenci tehditlere karşı (El Kaide ve DEAŞ militanları) eyleme geçme kabiliyetlerinin zayıflamasına yol açacağı uyarısında bulunduğu da not düşülmeli.
Bir diğer ihtimal ise ABD’nin çekilme kararı alarak Afgan hükümetini, komutanları, siyasi liderleri ve benzer unsurları bir araya getirmeye çalıştığı; “birlik olun” mesajı ile psikolojik baskı kurduğu varsayılabilir. Bunun arkasında Afganistan’da “Taliban’a karşı ortak bir cephe oluşturulsun” düşüncesi olabilir. Halihazırda hiç yabancı asker olmasa da, Afganistan’da şu anda 45-50 bin kadar özel komanda birliği var ve yine 250-300 bine yakın ordu, istihbarat gibi personelden oluşan bir insan kaynağı var. Şayet bu insan kaynağı iyi eğitilir ve iyi yönlendirilirse, o zaman Afganistan’ın öz savunma imkân ve kabiliyetlerini artırması ve etkinlik sağlaması muhtemel demektir.
ABD Afganistan’dan tamamen çekilirse ne olur? Eğer Gani, Raşid Dostum, Dr. Abdullah, Hazaralar, Peştunlar ve diğer muhalifler arasında birlik tesis edilmezse Afganistan hızla “iç savaşa” sürüklenir. Tabiri caiz ise Afganistan aynen Dr. Necibullah’ın dönemine geri döner.
Taliban üzerinde çok ağır bir uluslararası baskı olmadığı takdirde uzlaşmaya taraf olmayacağı, kısa sürede Afganistan’da birlikteliğin sağlanamaması durumunda ise ülkede iç savaşın başlama ihtimalinin kuvvetle muhtemel olduğu göz önünde bulundurulmalıdır.
Peki, ABD Afganistan’dan gerçekten çekilir mi? ABD’nin Afganistan’dan tamamen çekilmesini beklemek son derece indirgemeci ve basit bir tahayyül olur. Malum Afganistan, “kalpgâhın” ve “kenar kuşak” teorilerinin kilit ülkelerinden biri olagelmiştir. Dahası enerji kapasitesi ve yer altı zenginlikleri azımsanmayacak kadar kıymetlidir. Örneğin Afganistan’ın lityum kapasitesi asla göz ardı edilmemeli. Keza ABD’nin Afganistan’dan çıkması ciddi bir güvenlik boşluğu yaratır ki ABD’den arta kalan bu boşluğun Rusya, Çin, İran gibi ülkelerce kısa sürede doldurulmak isteneceği malumdur. Nitekim Biden, ABD’nin Çin ve Rusya’ya karşı uzun vadeli stratejik bir rekabete hazırlandığını ve bunun için yüz milyarlarca dolarlık fon ayırdığını duyururken, bunların hemen yanı başındaki Afganistan’ı bu iki ülkeye bırakır mı?
İstanbul görüşmeleri, diğer aktörler ve barışın akıbeti
Moskova’daki görüşmeler, Doha ve ertelenen İstanbul görüşmelerinden farklı bir mahiyete sahip olmakla birlikte, yine de beklentileri yükseltmişti. Halbuki Raşid Dostum ile Taliban komutanı arasında gerçekleşen diyalog dahi, Dostum’un toplantıyı terk etmesine yol açmıştı. Buna karşın Moskova görüşmelerindeki yüzde 30-40’lık beklenti, İstanbul’da yüzde 80-90’larda çıkacak iyimser bir sonuca gebeydi. Başka bir deyişle, İstanbul’dan 2001’deki Bonn Konferansı gibi, yüzde yüz barış olmasa bile yüzde yüz ateşkes -kısmi ya da belirli bir süreli- olacak gibi umutlu bir beklenti vardı. Bu bağlamda İstanbul Doha’nın bir devamı ve hatta onun uygulanacağı, daha somut eylemlere geçileceği bir fazı gibi görülüyordu. Ancak 2-3 hafta önceki o umutlu beklenti yok oldu. Zira Taliban İstanbul görüşmelerine katılmayacağını açıkladı.
Taliban neden böyle bir karar aldı? Birincisi, Taliban’ın bu görüşmelere katılması Rusya ve İran kanadında rahatsızlık yaratmış olabilir. Zira Türkiye’nin bu denli aktif bir rol oynaması, bölge güçleri arasında cereyan eden rekabet açısından riskli görülebilir. Bu bağlamda Taliban’ın bizzat sabote edilmiş olma ihtimali yadsınamaz. Bu hususta, Türkiye’nin Pakistan’la arasındaki yakın ilişkinin diğer aktörler açısından yarattığı rahatsızlık hesaba katılmalı. İkincisi, Taliban’ın her defasında yeni bir bahane ile zaman kazanma stratejisini devam ettirmesi. Zira “ABD ülkeden çıkmıyor, o nedenle katılmıyoruz” gibi yeni bir gerekçe öne sürdüler. Bu anlamda Taliban’ın hem Afgan hükümetini Amerikan kuklası olarak değerlendirmesi hem de sadece muhatap olarak Amerikan yönetimini kabul etmesi çelişkili bir durum. Her koşula rağmen, Türkiye’nin Pakistan üzerinden, Taliban’ın 24 Nisan’daki İstanbul görüşmesine katılması yönünde baskı yapması muhtemel. Keza ABD de İstanbul görüşmeleri için Taliban’a baskı uygulamak zorunda. Zira İstanbul görüşmeleri olması gerektiği şekilde gerçekleşmezse, Afganistan’da barış görüşmelerinin akıbetinden bahsetmek mümkün olmayacaktır. Afganistan’ın hızlı şekilde bir iç savaşa sürüklenmesi olası gözüküyor ki bu bağlamda farklı etnik yapıların (Hazara, Peştun, Tacik, Özbek gibi) farklı siyasi oluşumlar nezdinde ve kendi imkanları ölçüsünde silahlandıklarına dikkat çekilmeli. Örneğin Hazaralı Komutan Ali Pur’un 5 bin kişilik silahlı güç kurması ve diğer aktörlerin bu tarz güçler üzerindeki belirleyici etkisi açıkça iç savaşın ufak bir kıvılcımla kendisini göstereceğinin işaretidir. Pur hakkında İran casusu olduğuna ve yakalanması için özel kuvvetlerin operasyon düzenlediğine dair iddialar son günlerde medyaya taşınmıştı. İran demişken, İran meclisinde her gün bir kavga var ve bu kavganın temel nedeni meclis ajandasının çoğunu teşkil eden su sorunu ve hükümete yapılan baskı. Bu minvalde, İran için Afganistan’da Şia meselesinden daha önemli meselenin su diplomasisi olduğu unutulmamalı.
Moskova, Doha ve muhtemel İstanbul görüşmelerinin başarısız olması, Taliban’ın ülkedeki toprak kontrolünün yanı sıra siyasi üstünlüğü ele geçirmesine de yol açacak ve bu durum da ülkenin halihazırdaki kırılgan yapısını derinleştirerek iç savaşa yol açacaktır.
Kuşkusuz Taliban ABD’nin ülkeden çekilmesi için bütün gücünü kullanacaktır ve baskı oluşturmak için bu şekilde müzakere masasına oturmak isteyecektir. Ancak Taliban’ın artık kendi içinde de “gelenekçi” ve “yenilikçi” şeklinde iki farklı fraksiyon barındırdığı söylenebilir. Gelenekçiler halen “emirlik” ideası ile savaşan statüsünü koruyarak hareket edilmesi gerektiğini savunuyorlar. Yeniliğe ve değişime daha açık olan zihniyet ise Afganistan’ın 11 Eylül’deki Afganistan olmadığının bilincinde. Bu nedenle “emirlik” ismi gibi talepleri son zamanlarda dillendirmiyorlar ve aksine daha toleranslı hareket etmek gerektiği kanaatini taşıyorlar.
Özetle, Taliban’ın isteği ve barıştan yana çıkardığı anlam, Afganistan hükümetinin tamamen Taliban’a teslim edilmesi. İktidarı teslim aldığı takdirde ise Taliban mevcut yöneticileri dini eğitimlerden geçirecek, bir kesimi bağışlayacak, bir kesimi ise idam ettirecek farklı uygulamaları devreye sokacaktır. Bu durumda iç savaş çıkmasına, en az 300-400 bin kişinin yaşamını yitirmesine ve muhtemelen en az 2 milyon mülteciden oluşan yeni göç dalgalarının ortaya çıkmasına tanıklık edebiliriz. Karzai ile mukayese edildiğinde Batı’ya ve NATO’ya karşı çok daha ılımlı bir politika izleyen Gani ise “2-2,5 yıl daha beklemeyeceğim. Birleşmiş Milletler (BM) 3-6 ayda gelsin, seçim yapsın; seçmene karışmayacağız” diyor. Kendisi ve ekibinden kimsenin aday olmayacağını, lakin seçim olmadan da kimsenin kendisini köşkünden dışarı çıkaramayacağını, gerekirse konuyu parlamentoya, oradan da Loya Jirga’ya (Büyük Meclis) taşıyacağını söylüyor. Dr. Abdullah ise geçici hükümet ve geçici başbakan düşüncesini savunuyor. Böylece 2-2,5 sene dolsun, anayasa tekrar gözden geçirilsin, tekrar tarafız seçim komisyonu kurulsun ve hazırlık yapılsın ve seçimsiz bir hükümet kurulsun düşüncelerini savunuyor. Taliban ise her iki fikre de karşı çıkıyor; hiçbir şekilde demokratik seçimi ve geçici hükümeti kabul etmiyor, kabineyi devralmak istiyor. Eğer Taliban masaya gelirse kaybeder; şu anda sadece ayaklanma ve isyanla kazanıyor.
Taliban 2018’de sergilediği sert ve uzlaşıdan uzak tutumunu kısıtlı da olsa terk etti; en azından ABD ile Taliban temsilcileri 2019 Şubat’ında Doha’da ilk kez barış görüşmeleri için bir araya geldiler. Yaklaşık altı ay boyunca süregiden görüşmeler neticesinde, ABD ve Taliban’ın anlaşmaya yakınlaştığı açıklandı.
Sonuç olarak Moskova, Doha ve muhtemel İstanbul görüşmelerinin başarısız olması, Taliban’ın ülkedeki toprak kontrolünün yanı sıra siyasi üstünlüğü ele geçirmesine de yol açacak ve bu durum da ülkenin halihazırdaki kırılgan yapısını derinleştirerek iç savaşa yol açacaktır. Keza söz konusu görüşmelerin başarısız olması, Birleşik Arap Emirlikleri gibi, son zamanlarda Afganistan’la ciddi şekilde ilgilenen, parası olan ve hatta İsrail gibi farklı aktörleri beraberinde ülkeye sokacak yeni aktörlerin ülkede varlık göstermesine yol açabilir. Tüm bu ihtimaller açısından ele alındığında, Türkiye’nin şu anda yapması gereken en önemli şey, ABD ve uluslararası toplumla birlikte Taliban üzerinde ciddi bir baskı oluşturarak İstanbul’da masaya oturmasını sağlamaktır.
Türkiye bu görüşmelerin başarıya ulaşmayacağını düşünüyorsa, bu sadece Türkiye’nin değil, Türkiye dostlarının ve Afganistan’ın da başarısızlığı olacaktır. Dolayısıyla Türkiye bunun altını doldurmalı, açık ve net şekilde ya tam yapmalı ya da hiç yapmamalıdır. Başarı için Türkiye’nin Taliban dahil tüm gruplarla görüşmesi ve ön hazırlıklar yapması elzem. Malum İstanbul toplantısı dokuz günlük bir toplantı ve bütün sıkıntıları dokuz günde çözümlemek imkânsız. Bu nedenle hem Türkiye’nin Pakistan üzerinden Taliban’a baskı yapıp İstanbul görüşmesine ikna etmesi hem de ABD’nin Taliban’a “Afganistan’dan çıkmamızı istiyorsan o zaman İstanbul’a geleceksin” mesajını çok açık ve net bir şekilde vermesi zaruridir.
Nitekim Taliban üzerinde çok ağır bir uluslararası baskı olmadığı takdirde uzlaşmaya taraf olmayacağı, kısa sürede Afganistan’da birlikteliğin sağlanamaması durumunda ise ülkede iç savaşın başlama ihtimalinin kuvvetle muhtemel olduğu göz önünde bulundurulmalıdır.
[Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi öğretim üyesi Dr. Merve Seren savunma, güvenlik ve istihbarat alanında çalışmalarını sürdürmektedir]
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.