ABD’de sular durulmuyor: Biden’ın kararname fırtınası çözüm olabilecek mi?
İstanbul
ABD’de Joe Biden dönemi tıpkı Donald Trump yönetiminde olduğu gibi bir dizi başkanlık kararnamesiyle başladı. Geniş kapsamlı bu kararnameler daha çok Trump’ın ülke imajına ve demokratik değerlerine içeride ve dışarıda verdiği zararı acilen azaltma amaçlı. Ancak söz konusu kararname fırtınası Amerikan siyaset sahnesinde yeni tartışmaların da tetikleyicisi durumunda. Özellikle Cumhuriyetçiler Başkan Biden’ın, kararname çıkarma yetkisini kötüye kullandığı görüşünde. Biden yürütmeyi yasamadan daha öncelikli kılmakla ve birlik vurgusunu göz ardı etmekle itham ediliyor.
Başkanlığının ikinci haftasını dolduran Biden, şu ana kadar çok sayıda genelgenin yanı sıra 9'u göç konusuyla ilgili olmak üzere toplam 28 kanun hükmünde kararname imzalamış durumda.
ABD’de başkanlar zamandan kazanmak için kanun hükmünde kararnameler yoluyla icraatta bulunabiliyor. Ancak elbette bu icraatlar yargı denetimine açık ve gerekirse iptal edilebilir nitelikte. Başkanlığının ikinci haftasını dolduran Biden, şu ana kadar çok sayıda genelgenin yanı sıra 9’u göç konusuyla ilgili olmak üzere toplam 28 kanun hükmünde kararname imzalamış durumda. Yürütme yetkisini bu kadar yoğun kullanma bağlamında Biden’ı 1930’lardan bu yana göreve gelen en aktif başkan olarak tanımlayanlar var. Aynı konuda büyük eleştiri alan Trump’ın ilk bir ayda imzaladığı kararname sayısının 12 olduğu hatırlanınca Biden’ın hızlı icraatları daha çok dikkat çekiyor.
ABD’de adeta zamana karşı bir yarış, “hastalanarak” genel seyrinden çıkan sistemi bir an önce eski haline döndürme çabası var. Bu yöntem Biden yönetimince hem küresel bazda bir imaj tazeleme hem de içeride bozulan toplumsal uyumu yeniden sağlama aracı olarak kullanılıyor. Bununla birlikte doğrudan yaptırımdan çok güçlü bir siyasi duruşu sembolize ediyor, çünkü söz konusu kararnamelerin yürürlüğe girmesi, çeşitli hukuki prosedürler ve tartışmalar eşliğinde gerçekleşiyor. Bu nedenle de gerçek etkilerinin kısa sürede değil, orta ve uzun vadede hissedilmesi daha olası. Ancak bu durum, söz konusu kararnamelerin kamuoyuna ve kurumlara önemli bir mesaj verdiği ve dolayısıyla seçmen algısını etkilediği gerçeğini unutturmamalı.
Biden’ın imza attığı kararname ve genelgeler arasında; Müslüman 7 ülke vatandaşlarına Trump döneminde getirilen ABD’ye seyahat yasağını kaldırmak, Paris İklim Anlaşması’na ve Dünya Sağlık Örgütü’ne (DSÖ) geri dönmek, Meksika sınırına duvar inşası kararını askıya almak, küçük yaşta aileleriyle kaçak olarak ABD’ye gelen çocukların korunmasını sağlayan programı yeniden yürürlüğe sokmak ve ırksal eşitlik tedbirlerini artırmak gibi tedbirler sayılabilir. Görüldüğü üzere bu başlıklar daha çok Biden’ın seçim sürecinde verdiği, Trump döneminde bozulan sistemi “restore etme” sözüyle uyum içinde. Biden kararnameler yoluyla pandemi nedeniyle iyice yıpranan sağlık sistemini ve ekonomiyi de toparlamaya çalışıyor. Federal bina ve yerleşkelerde maske takmayı zorunlu hale getiriyor; dar gelirliler için uygulanan sağlık sistemini (Obamacare) geri getiriyor ve federal çalışanların saatlik asgari ücretini 15 dolara çıkarıyor. Ancak tüm bunları yaparken, iç siyaset sahnesindeki muhalif gruplarla da karşı karşıya geliyor.
Cumhuriyetçi senatörlerin bir kısmı Başkan Biden’ın kararnameler yoluyla Demokrat Parti’nin önceliklerini hayata geçirdiğini, bu nedenle de yemin töreninde yaptığı tarafsız duruş ve birlik vurgusuna zarar verdiği görüşünde.
Cumhuriyetçiler yürütmenin yasamayı göz ardı ettiği görüşünde
Cumhuriyetçi senatörlerin bir kısmı Başkan Biden’ın kararnameler yoluyla Demokrat Parti’nin önceliklerini hayata geçirdiğini, bu nedenle de yemin töreninde yaptığı tarafsız duruş ve birlik vurgusuna zarar verdiği görüşünde. Biden yönetimi ise önceliklerinin yasa çıkarmak değil, yürürlükteki kötü politikaları yok etmek olduğunu; ilerleyen zamanda yasama sürecine daha fazla ağırlık verileceğini vurguluyor. ABD başkanlarının kendilerinden önceki yönetimlerin politikalarını, kararnameler yoluyla tersine çevirme çabası yeni bir durum değil. Bunun son örneklerini, yasadışı Irak müdahalesi ile Amerikan karşıtlığını dünya çapında zirveye taşıyan George W. Bush yönetiminin verdiği zararı silmeye odaklanan Obama döneminde ya da Obama’nın sosyal devlet politikalarını kararnameler yoluyla yok etmeye çalışan Trump yönetiminde de görmüştük.
Dolayısıyla aslında ABD’de şu an dikkat çeken, Biden’ın amaç ve yönteminden ziyade, bu yöntemi yani başkanlık kararnamelerini kullanma hızı. ABD demokratik teamüllerin; denge ve denetleme sisteminin yoğun olarak işletildiği ülkelerden biri. Her ne kadar başkan dünya kamuoyunun gözünde en dikkat çekici figür olsa da ABD yönetiminin merkezinde aslında güçlü bir yasama anlayışı yer alıyor. Washington’da bu durum, Beyaz Saray (White House) ve Kongre (The Capitol) arasındaki mimari ölçek farkıyla bile rahatlıkla hissedilebilir. Kamuoyunun önündeki o gösterişli imaja tezat, aslında başkanların icraatları yasama ve yürütmenin güçlü denetimi altındadır. Kongrenin iki kanadını oluşturan Temsilciler Meclisi ve Senato yargının da desteği ile başkanı dengeler ve keyfi davranışlarının önüne geçer. Kişinin değil, kurumların gücüne vurgu yapan bu sistem, Trump döneminde ciddi bir yara almıştı. Biden yönetimi şimdi bu yaraları hızlıca sarma amacında ama burada ironik olan, Trump’ın bıraktığı kötü izlerin, yine Trump ile öne çıkan, kanun hükmünde kararname yöntemiyle silinmeye çalışılması. Dolayısıyla da Amerikan sisteminde kararnamelerin giderek daha güçlü bir teamül halini alması.
Yasama sürecini beklemek yerine ülkeye kararnameler yoluyla çeki düzen vermek, ABD’nin sadece toplumsal olarak değil, yasama ve yargı bağlamında da darda olduğunu gösteriyor. Başkan Trump’ın giderayak, Yüksek Mahkeme’ye Cumhuriyetçi bir isim ataması ve hukuki süreçleri kendi partisi lehine değiştirmeye çalışması da sistemin hassas dengeler üstüne kurulduğunu ve pek de kusursuz olmadığını gösteriyordu. Bilindiği üzere, Yüksek Mahkeme üyeleri başkanlık kararnamelerini, Anayasaya uygun olmadıkları gerekçesiyle iptal edebiliyor. Kongre üyeleri de başkanlık kararnamelerini engellemek için yasa önergeleri sunabiliyor.
Kararname odaklı yönetim şekli küresel eğilimin bir parçası mı?
Aslına bakılırsa, başkanlık kararnamelerine dayalı yönetim tarzı, birkaç açıdan “zamanın ruhuyla” da uyum içinde. Bilindiği üzere, dünya genelinde otoriter yönetim anlayışına doğru bir gidişat var. Liderler, koalisyonlara dayalı yönetim şeklinden ve uzun tartışma süreçlerinden giderek uzaklaşarak, daha hızlı karar alma yoluna gidiyor. Müzakerelerin uzaması “iktidar” için bir zaman kaybı olarak görülüyor. Siyaset pek çok ülkede “farklı çıkarları uzlaştırma sanatı” olmak yerine, görece çoğunluğun, kalan azınlığa kendi görüşlerini dayattığı bir mecra halini alıyor. Popülist söylemlerle kitlelerin harekete geçirilmesi, ama aynı zamanda tehlikeli bir şekilde kutuplaştırılması, kolaylaşıyor. “Yumuşak gücün” yerini, gerekli teknolojik donanıma sahip otoriter rejimlerin siber saldırılara, dezenformasyona ve manipülasyona dayalı “keskin güç” uygulamaları alıyor.
ABD de “zamanın ruhundan” kendi payına düşeni almış durumda. Demokrasi söylemiyle öne çıkan Biden, yasama yolunu erteleyerek, göreve gelir gelmez kararnamelere bel bağlıyor, çünkü yasama süreci uzun ve meşakkatli. Üstelik, hep söylendiği gibi, ABD toplumu ve onun en önemli yansıması olan Kongre hiç olmadığı kadar kutuplaşmış durumda. Cumhuriyetçiler ve Demokratlar artık birbirini dinlemiyor, uzlaşmak istemiyor, birinin “ak” dediğine öteki “kara” diyor. Bu şartlar altında Biden’ın, zararı tamir etme amacıyla da olsa, geleneksel yasama süreçleri dahilinde sonuç alması uzun bir çaba gerektiriyor. ABD geleneğinde daha önce de var olan ancak çok sık kullanılmayan kararnameler, işte bu noktada başkan için kolaylaştırıcı bir araca dönüşüyor. İktidar için hızlı bir icraat ve kararlılık göstergesi olan bu kararnameler, muhalefet kanadında önemli bir eleştiri konusuna dönüşüyor ve demokratik bir yöntem olarak görülmüyor.
Göç politikaları hayati önemde
ABD’deki en büyük kırılma noktalarından biri yasadışı göç konusu. Latin Amerika’dan ABD’ye yönelen yoğun göçmen akışı Cumhuriyetçi grupların önde gelen eleştiri konularından biri. Trump döneminin kutuplaştırıcı, popülist söyleminde, göçmen gruplar ülke için bir “güvenlik tehdidi” ve “ekonomik yük” olarak lanse edilmişti. Biden’ın bu kanaati paylaşan ABD vatandaşlarının algısını, kararnamelerle bir gecede yok etmesi mümkün değil. Yasadışı göçmenlerin sınır dışı edilmesine 100 günlük bir erteleme getiren kararname, şimdiden federal yargıçlardan biri tarafından süreli olarak engellenmiş durumda. Meksika sınırından gelen göçmen akışı durdurulamazsa, 2022’deki ara seçimlerde Biden, Cumhuriyetçilere önemli bir koz vermiş olacak. Daha da önemlisi, ülke göç konusu üzerinden daha da kutuplaşacak. Ancak yasadışı göç ve diğer tüm tartışmalı konularda Biden’ın vaatlerini Kongre üzerinden gerçekleştirmesi hiç kolay değil. Bu da elindeki en güçlü seçeneğin başkanlık kararnameleri olmasına neden oluyor.
Biden, Kongre’de aylar sürecek kilitlenmeler yerine, Anayasaya aykırı davrandığı ya da anti-demokratik olduğu yönündeki eleştirilere göğüs germeyi tercih ediyor. Bu ise hem yeni yargı süreçlerine kapı aralıyor hem de bir sonraki başkan farklı partiden olursa, tüm yapılanların yeni kararnamelerle bir çırpıda silinip atılması tehlikesini içinde barındırıyor. Bu ise, sağlam ve istikrarlı yapısıyla ün kazanmış ABD yönetim sistemini, değişen koşullara uyum sağlamakta zorlanan, belirsiz bir geleceğe mahkûm ediyor ve bir yap-boz tahtasına dönüştürüyor. Ne yazık ki, bundan en fazla zarar görecek olanlar yine, daha iyi bir gelecek hayaliyle rotasını ABD’ye çeviren göçmenler ve diğer azınlık grupları.
Önümüzdeki dört yıllık süreçte Biden’ın başarısının anahtarı, kişisel ya da partizan tercihleri o ya da bu yolla hayata geçirmekte değil, ABD’nin insan hakları ve demokratik değerlere dayalı ideallerini yasal garantilerle güçlendirmekte ve kalıcı, kurumsal bir kimliğe kavuşturmakta yatıyor. Bu ise Amerikan sisteminin, değişen yerel ve küresel gerçekler ışığında yeniden reforme edilmesini; ancak bunu yaparken toplumun iki kutbu arasındaki derin çatlağı giderecek uzlaşma yollarının bulunmasını gerektiriyor.
ABD’nin dünya sahnesinde önümüzdeki dönemde izleyeceği yol haritasının netleşmesi, müttefiklerle ilişkilerin olumlu bir seyir alması; Moskova ve Pekin’le rekabette barışçıl yöntemlerin seçilmesi de ülke içinde güven, istikrar ve toplumsal uzlaşma ortamının yeniden inşasına bağlı görünüyor. Bürokratik geleneklere hâkim, siyaset dünyasında uzun yıllardır yer alan bir isim olan Biden, statükoya kafa tutan ve otoriter eğilimler sergileyen Trump’ın aksine, tüm bu gerçeklerin farkında. Bu bir yandan Biden’ın elini güçlendirirken, diğer yandan birbiriyle yakından ilişkili iç ve dış politika meselelerinde tıpkı bir ip cambazı gibi, hassas bir şekilde hareket etmesini elzem kılıyor. Üstelik bunu, aşırı sağ kitleleri hâlâ peşinden sürükleme gücüne sahip Trump’ın ya da Trumpizmin o karanlık gölgesi altında başarması gerekiyor.
[Doç. Dr. Helin Sarı Ertem İstanbul Medeniyet Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesidir]
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.