Yürü Hâl Ehli Ol?

Yürü Hâl Ehli Ol?
Biz iman ehliyiz! İbadet ehliyiz hem de! Namazlarımız,oruçlarımız, zekâtlarımız, haclarımız, kurbanlarımız vardırbizim! Dostlar, ya kurbiyetimiz?İnsanlar...


Biz iman ehliyiz! İbadet ehliyiz hem de! Namazlarımız,oruçlarımız, zekâtlarımız, haclarımız, kurbanlarımız vardırbizim! Dostlar, ya kurbiyetimiz?

İnsanlar içinde en ağır imtihanlara peygamberlerin maruz kaldığını bildiren (Tirmizi,Zühd, 57)

fahr-i kâinat Efendimiz (s.a.s.)?in hayatı, bu ifadenin tefsiri ve tasdiki mahiyetindedir âdeta.

Müşrikler eziyet, hakaret ve işkencelerle yıldıramayacaklarını anlayınca, Ebu Talip

aracılığıyla tehditlerini Hatemü?l-enbiyaya ulaştırıyor, lakin hiç beklemedikleri şu cevabı

alıyorlardı: ?Güneşi sağ elime, ayı da sol elime verseler, ben yine bu dinden, bu tebliğden

vazgeçmem. Ya Allah, bu dini hâkim kılar, yahut ben bu uğurda canımı veririm.? (İbn Hişâm, es-Sîre, I, 297-298) Sadakat ve cesaret Efendimizin lisanında bu cümlelerle vücut buluyor, cihan,nebevî bir ihlasa yeniden tanık oluyordu.

Asırlar önce Hz. İbrahim?i Nemrut?un karşısında dimdik ayakta tutan, ateşe atılma

pahasına onunla mücadeleye sokan ve ?Allah güneşi doğudan getirmektedir, haydi sen de onu

batıdan getir.? (Bakara, 2/258) haykırışıyla Nemrut?u şaşkına çeviren aynı samimiyet ve sadakat

değil miydi? İsmail (a.s.) canını kurban etmekle sınanırken, Yakup (a.s.) evlat acısıyla

kıvranırken, Yusuf (a.s.) yıllarını zindanda geçirirken, Musa (a.s.) çöllerde göçten göçe

zorlanırken, Zekeriyya (a.s.) testereyle doğranırken hep bu samimiyet testinden geçmediler

mi? ?Eşhedü en la ilahe illallah? demenin bedeli değil miydi ödedikleri? İmanın ve sevginin

kuru bir iddia olmadığını ispat ediyor, ?Eğer bir can ise hüsnün pahası / Nice yüz bin olsun,

anın fedası? diyen âşıklara ilham oluyorlardı.

Bugün, ?amentü? okuyup, Allah?a ve resûllere iman ettiğini söylerken dillerimiz, ümmeti

olduğumuz Enbiya Efendilerimiz gibi sadakat ve samimiyet imtihanından geçmekteyiz her

birimiz. Yunus?un, ?kıldan ince kılıçtan keskince? diye tavsif ettiği sırat köprüsünün

dünyadaki izdüşümü, yaşadığımız hayat. İmanımız, amelimiz, sözümüz, işimiz hasılı her

hâlimizle imtihandayız. Nasıl inanıyoruz, niçin yaşıyoruz, neler yapıyoruz? İhlas hayatımızın

neresinde, biz ihlasın neresindeyiz? Var mısınız, Kur?an ve sünnetin mihenk taşına vuralım

kendimizi ve seyredelim ihlas mir?atında serencamımızı?

?Ey iman edenler! Allah?a, peygamberine, peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce

indirdiğine iman edin.? (Nisâ, 4/136) ayeti, bize ne söylüyor acaba? Yoksa ?filan zümre? hakkında

2

nazil olmuştur diyerek ayetin kapsama alanının dışına mı çıkaracağız kendimizi? Ey

inananlar, inandığını iddia edenler, iman edin! Taklîdi olandan tahkîki imana hicret edin!

Kelime-i şahadet de, kelime-i tevhit de evvel emirde bir söz ise de, özün kelam elbisesine

bürünmüş hâlidir elbet. Kalbin tasdikidir iman, dilin ikrarından önce. Şair ne güzel söylemiş:


?Gönül vicdan ile duymazsa Allah?ı hakikatça

Dilde mücerred olan ilm ile irfanı nidersin??


?La ilahe illallah? tevhidinin hakikati, güneş misali doğduğu vakit gönül âlemine, şirkin

zulmeti biter, imanın nuru zuhur eder ve seher vaktinin şafağı söker müminin enfüsünde. İhlas

sûresi semadan nüzul edercesine, duhul eder Mushaf-ı şeriften kalb-i selîme. ?De ki: O

Allah?tır, Ehad?dır.? Fiil, sıfat ve vücut şirkinin her türlüsünden, ortak koşulanların

cümlesinden münezzehtir. Şirki, Firavunların sırtına yüklemek, müşrikliği Mekke

putperestlerinin uhdesine tevdi etmek kolay da, nefs firavununun beynimizin kıvrımlarında,

kalbimizin en ücra köşelerinde hüküm süren saltanatını yıkmak zor. İbrahim (a.s.)?in

kavminin putlarını kırıp dökmesine, Efendimiz?in müşriklerin Kâbe?ye istifledikleri putları

yere sermesine hayran oluruz ama, tevhid asasını gönül Kâbesi?ndeki putlara dokundurmaya

gelince sıra, ?Hak geldi, bâtıl yıkılıp gitti.? (İsrâ, 17/81) ayetini enfüsî bir felahın habercisi olarak

okumaya, bu iş yürek ister? Zira biz iman ehliyiz! İbadet ehliyiz hem de! Namazlarımız,

oruçlarımız, zekâtlarımız, haclarımız, kurbanlarımız vardır bizim! Dostlar, ya kurbiyetimiz?

Apar topar kılınan namazlarda mı huşu? Açılmadan kapanan avuçlarda mı dua?

Başlamadan biten tesbihatta mı zikir? Dilden kalbe inmeyen tövbelerde mi huzur? Reklam aracı yapılan sadakalarda mı hayır? Mideye tutturulan oruçlarda mı takva? Turistik geziye dönen umrelerde, haclarda mı arınma?

?Her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa sâlih iş yapsın ve Rabbine ibadette hiçbir şeyi

ortak koşmasın.? (Kehf, 18/110) ayeti bize inmedi mi? Yoksa onu da Mekkelilere mi havale

edeceğiz? Bolca ibadet mi, çokça samimiyet mi suali cevabı da mündemiç. İbadetten önce

ihlas istiyor Rabbimiz. ?Amel çokluğuna itibar olmaz / Kulundan Hâlıkı hoşlanmayınca.?

Allah sadece samimi bir şekilde ve rızası gözetilerek yapılan amelleri kabul eder zira (Nesâi,Cihad, 24).


?Amel oldur ki onda ola ihlas

Hulus olmayan a?mali nidersin??


Ameli değerli ve anlamlı kılanın hüsn-i niyet olduğunu bildiriyor Efendimiz (Buharî, Bed?u?lvahy,

1). Kalbin ameli olan niyetler ihlasla buluşmadan, dillerin İhlas sûresi okuması ne yavan!

Kalplerden başlamak lazım o hâlde işe. Alabilir miyiz kalbimizi avucumuzun içine ve

çıkabilir miyiz onunla kamu âleme? Nazargâh-ı ilahî olan kalplerimizle bakabilir miyiz


3

Rabbimizin vechine? Temizlik olmadan ibadet, abdest olmadan temizlik olmuyor. Bu sebeple

abdest alıyor, uzuvlarımızı tozdan, kirden yıkıyoruz. Ya kalbimizi nasıl arındıracağız

kibirden, inattan, hasetten, bencillikten?


?Bir bardağın üstüne yaldız cila verseler / Necis olsa içinde suyu içilmez olur.?


Bedeni yıkamak ve elbiseyi temiz tutmakla tamamlansaydı taharet; kıyam, rüku ve

secdelerle ikmal olsaydı namaz şayet, miraca ağmaz mıydı ruhlarımız tekbirden selama dek?

Ruhun bardağı olan bedenleri ne kadar süsleyip yaldızlasak da, kalpleri cilalayıp parlatmak

için ihtiyacımız var, zikrullah?a (Ra?d, 13/28) ve sıbğatullah?a (Bakara, 2/138).

Mekke?yi sevdiği kadın uğruna terk edip Medine yollarına düşen, nice çölleri aşıp dağları

geçen bir sahabi Ümmü Kays?ın muhaciri oluyordu. Ya gönlünü Mevlâ?ya değil dünyaya

bağlayanın, her iyiliğe teşekkür, her başarıya takdir, her ibadete sevap bekleyenlerin ünvanı

ne ola ki? ?Şüphesiz namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm hepsi âlemlerin Rabbi Allah

içindir.? (En?âm, 6/162) diyebilenlere imrenilmez mi?

Elhak, Ümmü Kayslar için hicret edenler muhacir sayılmazken, Allah için menhiyyatı

terk edenler, masivayla irtibatını kesenler ?muhacir? olarak ilan ediliyordu, Nebiyyi zîşanın

fem-i muhsininden (İbn Hanbel, II, 224). Gönülde böyle bir hicreti yaşamanın gayretine düşmek, aşk

ateşinde pişmek, ibadetimizi dünyamızın mihveri yapmak gerekirken, maalesef dünya ibadet

ve kulluğumuzun önüne geçiyor; maddesi, makamı, rengi, şekliyle mıknatıs gibi kendine

çekiyor bizi. Mülkün sahibinin Allah olduğu gerçeğini bilmemize rağmen, nasıl da dört elle

sarılıyoruz, bizim deyip çıkıyoruz, Allah?ın emaneten verdiklerine.


?Dirip dünyayı cem etme önüne

Seninle kalmayan malı nidersin??


Birisi, Cîrâne?de Allah Resûlünün taksimatını beğenmeyip, ganimetten hissesine düşeni

azımsayarak, ölçüsüz söz ve davranışlarıyla Efendimizi incitirken (Müslim, Zekat, 142), bir başkası

payına düşen ganimeti Efendimize iade ediyor, ?Ben bunun için değil, şehit olmak için sana

uydum.? diyordu (Nesâi, Cenaze, 61). Dünyevî olana gerektiği kadar itibar etme ve her işi ihlas

şuuruyla yapabilme noktasında bizim duruşumuz hangi örneğe daha yakın düşüyor acaba?

Dünyaya meylimiz ve muhabbetimiz değil mi, ?Hayır, doğrusu siz dünyayı seviyor ve

ahireti bırakıyorsunuz.? (Kıyâme, 75/20-21) ayetinin nüzulüne sebep olan? GDO?lu ürünler gibi

maalesef genetik yapımızı bozuyor dünya, Rabbimizle muhabbetimizin de insanlarla

münasebetimizin de genleriyle oynuyor. Dünyevîleşme hastalığı bu olsa gerek. Ne ihlas

bırakıyor ne samimiyet. ?Dünya denilen varlık / Takıldık onda kaldık.? Hâlbuki, ?iyyake

na?budu? ayetini okuyan, âlemlerin Rabbiyle, ?Sen? diye hitap edecek kadar samimiyet ve

4

ünsiyet kuran bir müminin muhabbetini hiçbir varidat gölgelememeli değil mi? Kulluğu bu mertebede yaşayanlar bize de şu uyarıyı yapmaktalar:


?Yağma edersen varlığın / Gider gönülden darlığın

Mahveyle sen ağyarlığın / Yüz göstere Sultan sana.?


Umrede arkadaşımın yedi yaşındaki oğlu Kâbe?yi çevreleyen koca koca otelleri özellikle

namı Zemzem olan gökdeleni görünce; ?Anne, bence bunları yapan insanlar Kâbe?yi

yeterince sevmiyorlar. Çok sevselerdi eğer, bu kadar büyük binalar yapıp Kâbe?yi küçük

göstermezlerdi.? diyor. Ne kadar arı-duru ve çarpıcı bir yorum öyle değil mi? Aslında

fıtratımıza yabancılaşmamızla yüzleşmemizdir onun cümleleri. Çocuklar riya, sum?a

bilmiyorlar. Biz büyükler Beyt?in sahibini çok sevebilseydik eğer, başka sevgi ve arzuları

O?nun ve rızasının önüne geçirmez, içimizde enaniyeti, hırsları, tamahları besleyip büyüterek,

gönül Kâbesi?ni küçültmez, gizli şirk günahını irtikap etmezdik. İnsanın kibrinin yanında

Zemzem Tower nedir ki?

Şirk ve riya, yapılan ameli boş başağa, çıplak kayaya çevirirken, halis niyet ve samimi

gayret, sahibine, niyet ettiklerini uygulamaya geçiremese bile kazandırmaktadır. Çok

istemelerine rağmen, mazeretleri sebebiyle Efendimizle birlikte Tebük seferine katılamayan

öyle sahabe vardı ki, aşılan her dağda, geçilen her vadide ve yolda kendileriyle beraber

olduklarını Allah Resûlü haber vermekteydi (Buharî, Megâzi, 82).

Nefse ihlas gömleğini giydirmek, varlık ve benlik iddiasının kökünü kazıyabilmek acı bir

ilacı içmek gibi. Ancak şifamız o ilaçta gizli.


?İç ol zehri ki bal olsun sonunda

Sonunda zehr olan balı nidersin??


İçine riya ve sum?a karışan her işimizin, içine zehir karışmış bal yemekten farkı var mı?

Her seferinde, ?Niyet ettim Allah rızası için? diyerek başlıyor olsak da ibadetimize ve işimize,

çoğu zaman uzak düşüyoruz rızadan. Huzursuzluğumuz, tatminsizliğimiz belki de bundan.

Dünya varına dönüp bakmayanlar, saltanatına bir pul kadar kıymet vermeyenler, kullukta

sultanlığın zevkiyle pür neşe yaşamaktalar. İhsan mertebesine erişenler, ihlas şuurunu

kuşananlar halkın içinde Hak?la beraber olmanın idrakiyle yaşarlar. Onların her daim

alışverişi Allah iledir. Nefes alıp vermeleri rıza üzeredir.

Hüsn-i niyet yetimi, ihlas öksüzü olalı dualarımız da kalp yakarışı, gönül niyazı olmaktan

çıktı. Zikrimiz gerçek zikir olsaydı eğer, Allah anıldığı zaman titrerdi yürekler! Yakarışımız

samimi olsaydı eğer, bir medet dileyişimizle ihtizaza gelirdi yerler, gökler! Dualarımız

halisane olsaydı eğer, ?amin?lerimize iştirak ederdi melekler!

5

Heyhat! Biz ancak bıçak kemiğe dayandığında, gemi dalgalarla boğuştuğunda, uçak

türbülansa yakalandığında, ateş komşudan geçip bizim bacayı sardığında ?muhlisine lehu?ddîn?

kıvamında yalvarırız Mevlâ?ya. Sözler verir, adaklar sıralarız art arda. Rahmeti gazabına

galip olan yetişince imdada, verilen sözlerin çoğu kalıverir ortada. Kâl ehliyiz velhasıl.


?Kuru laf ile maksuda erilmez

Yürü hâl ehli ol kâli nidersin??


Allah?ın azabından yalnızca ihlaslı kullar kurtulabileceğine göre samimiyetten başka

hangi sermayeden kâr umabiliriz? Öyleyse gelin, can u gönülden iltica edip Rabbimize,

O?ndan sadece O?nu isteyelim. Dereceyle ölçülmeyecek bir aşk, terazide tartılmayacak bir ihlas ve vuslatına eriştirecek bir iman dileyelim.


?Niyazi isteyen Hakk?ı bulurmuş

Gel imdi iste ihmali nidersin??


Sıbğatullahın ışıltısı yüzümüzü kaplasın, secdelerin nuru alnımızda parıldasın.

Simalarımız, yaratanımızı hatırlatsın. Sûretimiz, sîretimizi perdelemesin. Halkın yüzünde

Hakk?ın tecellilerini seyredelim. Varlığı Allah için sevelim. Ne incitelim, ne incinelim. Cümle ettiklerimize, hulus-i kalp ile ?estağfirullah? diyelim?


Not: Cümlemi henüz noktalamıştım ki, bir dost aradı, sesi ağlamaklı. Yıllardır yüzünü

göremediği Suriye?deki kardeşinden bir çığlık, bir feryad kopup gelen. ?Bize az mı dua

ediyorsunuz, n?olur daha çok gönderin dualarınızı. Sabrımız tükendi, tahammül kalmadı.

Açlık canımıza tak etti. Çocuklar ekmek diye ağlaşıyorlar, ekmek! Allah?tan istediğimiz bir an evvel ölmek.?

Kardeşlerimiz insanca ölmeyi dilerken, biz insanca ve Müslümanca yaşamayı

beceremiyoruz Ya Rabbi! Affet bizi!__

 

Dr. Ülfet Görgülü

Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı

 

 

 

 

 

 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.