Uzay Ajansı ve Türkiye’nin uzay teknolojilerindeki yeri
Uzay Ajansı ve Türkiye’nin uzay teknolojilerindeki yeri
Türkiye Uzay Ajansı'nın kurulması, en az 20 yıllık bir sürecin tamamlanmasını ve çok daha uzun, zorlu bir sürecin başlangıcını temsil etmesi bakımından büyük önem taşıyor.
İSTANBUL - Arda Mevlütoğlu
Türkiye Uzay Ajansı (TUA), 13 Aralık günü Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 23 numaralı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile kuruldu. Kararname, en az 20 yıllık bir sürecin tamamlanmasını ve çok daha uzun, zorlu bir sürecin başlangıcını temsil etmesi bakımından büyük önem taşımaktadır. TUA’nın kuruluşu, özellikle konunun ilgilileri ve havacılık ve uzay sanayii sektörü tarafından uzun süredir takip edilen bir konuydu.
Kararname ile idari ve mali özerkliğe sahip, özel bütçeli bir kurum olarak kurulan TUA'nın öncelikli görevleri arasında Milli Uzay Programı'nın hazırlanması ve takibi, havacılık ve uzay alanındaki orta ve uzun vadeli stratejilerin belirlenmesi, uluslararası kuruluşlar nezdinde temsil ve koordinasyon ile uzaya yönelik araştırma geliştirme (ArGe) projelerinin hazırlanması ve desteklenmesi yer almaktadır.
Uzay alanında, özellikle son dönemde sivil ticari kuruluşların faaliyetleri, Mars başta olmak üzere gök cisimlerine araştırma robotları ve uzay araçlarının gönderilmesi gibi teknolojik gelişmeler kamuoyu gündemine daha sık şekilde gelmektedir. Uzayın, hem gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler hem de ticari kuruluşlar için yeni bir rekabet sahası olduğunu iddia etmek mümkündür. TUA’nın bu ortam koşullarında önemi ve sorumluluğu daha da artmaktadır.
TUA’ya ve bu kuruma neden ihtiyaç olduğuna dair değerlendirmelere geçmeden önce uzayın askeri, ticari ve bilimsel amaçlarla kullanımını özetlemek yerinde olacaktır.
Uzay teknolojilerinin gelişmesinde, Soğuk Savaş’ın iki süper gücü ABD ve Sovyetler Birliği’nin (SSCB) rekabetinin itici güç olduğunu iddia etmek yanlış olmayacaktır. 1957 yılında SSCB’nin Sputnik 1 adlı uyduyu dünyanın yörüngesine yerleştirmesiyle başlayan ve “uzay yarışı” olarak adlandırılan süreç boyunca her iki ülke de uzay teknolojilerine yönelik büyük yatırımlar yaptılar, çok sayıda proje gerçekleştirdiler. Kısa süre içinde uzaya insanlı uçuş gerçekleştirildi, çok çeşitli görevlere yönelik tasarlanmış uydular üretildi, Ay’a ayak basıldı, dış uzaya ve diğer gezegenlere bilimsel araştırma maksatlı olarak sondalar ve robotlar gönderildi.
Bu bilimsel ve teknolojik yarış doğrudan ve dolaylı olarak askeri bir rekabeti de içermiştir. Her iki nükleer süper güç, uzaya yönelik iddialı projelerle hasmına bir kabiliyet gösterisi yapmış; nükleer harp başlıklarını hedefe yönlendirme ve kendisine gelebilecek saldırıları önleme kapasitesini geliştirmiştir. Öte yandan uzaya yönelik projelerde geliştirilen teknolojiler süratle diğer askeri platform ve sistemlere uygulanmıştır. Bu döngünün bir sonucu olarak bugün gündelik hayatın vazgeçilmez parçası haline gelmiş pek çok araç ve teknoloji doğmuştur.
Uzay ortamından günümüzde, özellikle uydular aracılığı ile çok çeşitli amaçlar için faydalanılmaktadır. Bunları kabaca iletişim, yer gözlem, istihbarat ve erken ihbar, seyrüsefer ve bilimsel araştırma olarak gruplandırmak mümkündür.
Uzayın kullanım alanları
İletişim uyduları günümüzde askeri ve sivil haberleşmenin vazgeçilmez unsuru haline gelmiş bulunmaktadır. İletişim uyduları, bulundukları yörüngeden dolayı dünyadaki çok uzak noktalar arasında ses, görüntü ve veri aktarımını mümkün kılmaktadır. Bu tip uyduların büyük kısmını basitçe dünya yörüngesindeki röle istasyonları olarak tanımlamak mümkündür: Dünya üzerinde yayın yapan bir istasyonun sinyalini alıp güçlendirerek yine dünyaya doğru aktarırlar.
İletişim uydularının büyük kısmı, dünyadan yaklaşık 36 bin km mesafedeki, “yer eşzamanlı” (Geosynchronous-GEO) olarak adlandırılan bir yörünge kuşağında bulunurlar. 2018 Aralık ayı itibariyle bu yörüngede, büyük kısmı iletişim maksatlı olmak üzere 450’ye yakın aktif uydu bulunmaktadır. Dolayısıyla bu yörüngede görev yapacak iletişim uydularının yörünge konumları ile kullanacakları iletişim sistemlerinin frekans tahsislerinin koordinasyonu büyük önem taşımaktadır. Uluslararası Telekomünikasyon Birliği (International Telecommunication Union–ITU) bu koordinasyonu sağlamaktadır. Türkiye de Türksat adı altında iletişim uydusu ailesine sahiptir.
Bu ailenin yörüngeye başarıyla yerleşen ilk uydusu Türksat 1B 1994 yılında göreve başlamıştır. Onu 1996'da Türksat 1C, 2001'de Türksat 2A, 2008'de Türksat 3A, 2014’te Türksat 4A ve 2015’te Türksat 4B takip etmiştir. Türksat 1B 2006, Türksat 1C 2010 ve Türksat 2A 2016 yıllarında görev ömürlerini tamamlamışlardır. Halen üretimleri devam eden Türksat 5A uydusunun 2020, Türksat 5B uydusunun ise 2021 yılında hizmete girmesi planlanmaktadır. Türk Havacılık ve Uzay Sanayii AŞ (TUSAŞ) bünyesindeki Uydu Sistemleri Entegrasyon ve Test Merkezinde (USET) üretilecek olan Türksat 6A haberleşme uydusunun 2020 yılında uzaya fırlatılması planlanmaktadır.
Uydular, aynı iletişim görevlerinde olduğu gibi, bulundukları konum itibariyle dünya üzerindeki geniş alanları kapsayabildikleri için yer gözlem görevlerinde de yoğun olarak kullanılmaktadır. Bu kapsamda, hassas elektrooptik kameralar ya da çeşitli algılayıcı sistemlerle donatılan uydulardan özellikle meteorolojik olayların takip ve ölçümünde, madencilik, okyanus ve deniz bilimleri, şehir planlama gibi çeşitli kamusal, ticari ve bilimsel uygulamalarda faydalanılmaktadır.
Yer gözlem alanında Türkiye'nin ilk uydusu, TÜBİTAK Uzay ile İngiliz Surrey Satellite Technology Limited (SSTL) ortaklığında geliştirilen BİLSAT'tır. Bu uyduda, Çoban ve Gezgin adlı, tasarımı ve üretimi TÜBİTAK Uzay tarafından geliştirilmiş iki görev yükü kullanılmıştır. BİLSAT uydusu 2003 yılında yörüngeye yerleştirilmiştir. Onu, tasarımı ve üretimi Türkiye'de, milli imkânlarla gerçekleştirilmiş ilk uydu olan RASAT takip etmiştir. Gerçek anlamda Türkiye'nin ilk yerli ve milli uydusu olan RASAT, 2011 yılında yörüngeye yerleştirilmiştir. Halen, metre altı çözünürlüğe sahip İMECE adlı uydunun geliştirilmesine devam edilmektedir. İMECE'nin 2020 yılında göreve başlaması planlanmaktadır.
Yer gözlem uydularının bir türevi olarak da değerlendirilebilecek istihbarat uyduları, taşıdıkları hassas elektrooptik kameralarla, askeri ve stratejik istihbarat görevlerinde uzun zamandır kullanılmaktadır. Soğuk Savaş döneminde yalnızca süper güçlerin kullanımında olan bu tip uydular, teknolojideki gelişmelerin bir sonucu olarak günümüzde pek çok ülke tarafından kullanılmaktadır.
Sensör teknolojilerindeki gelişmelerin sonucu olarak istihbarat uyduları da yalnızca görüntü istihbaratı değil, aynı zamanda elektronik istihbarat, radar istihbaratı ve erken ihbar maksatlı olarak da geliştirilmeye başlamıştır. Bu tip uyduların görevleri arasında, düşman ülkelerin elektronik sistemlerinin çalışmasının takibi ve bunlar hakkında bilgi toplanması, uzun menzilli balistik füzelerin fırlatılmalarının erken tespiti ve bu füzelerin muhtemel hedeflerinin belirlenmesi, düşman stratejik üs ve tesislerinin ve buralardaki faaliyetlerin izlenmesi sıralanabilir.
Türkiye, Türk Hava Kuvvetleri envanterinde iki adet istihbarat uydusuna sahiptir. TUSAŞ ve TÜBİTAK Uzay iş ortaklığı tarafından yerli ve milli imkânlarla geliştirilerek üretilen Göktürk 2 2012; İtalyan-Fransız ortaklığında üretilen Göktürk 1 ise 2016 yılında göreve başlamıştır. Her ikisi de elektrooptik görüntü istihbaratı sistemleri ile donatılmış bu uydulara yakın zamanda, tasarım ve geliştirme faaliyetleri devam etmekte olan, ASELSAN tarafından geliştirilen bir radarla donatılacak Göktürk 3 katılacaktır.
Seyrüsefer, iletişimden sonra gündelik hayatta uzaydan en yaygın ve yoğun faydalanılan alan haline gelmiştir. ABD tarafından 1970’li yıllarda uzun menzilli balistik füzelerin hedeflerini tespit için geliştirilmesine başlanan küresel konumlama sistemi (Global Positioning System–GPS) kısa süre içinde önce askeri, 1980’lerden itibaren de sivil alanda kullanıma girerek hızla yaygınlaşmıştır.
Uydu destekli seyrüsefer sistemleri, alçak irtifadaki yer yörüngesindeki (Low Earth Orbit–LEO) uyduların, taşıdıkları atom saatleri vasıtasıyla yüksek hassasiyette hesapladıkları zaman ve konum bilgilerini dünyaya yayınlamaları ve yerdeki alıcıların bu sinyalleri işleyerek konumlarını belirlemeleri esasına dayanmaktadır. Günümüzde hassas güdümlü silah sistemlerinden cep telefonlarına, insansız araçlardan tapu-kadastroya kadar pek çok alanda kullanılmaktadırlar. ABD’ye ilaveten Rusya GLONASS, Avrupa Birliği GALILEO, Çin de Beidou isimli, küresel kapsama alanına sahip uydu destekli seyrüsefer sistemlerine sahiptir. Bunlara ilaveten Hindistan’ın IRNSS, Japonya’nın da QZSS isimli, bölgesel ölçekli sistemleri mevcuttur.
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin uydu destekli seyrüsefer sistemi ihtiyacına yönelik olarak gündemde Bölgesel Konumlama ve Zamanlama Sistemi (BKZS) projesi bulunmaktadır. Kısa süre önce açıklanan Cumhurbaşkanlığı İkinci 100 Günlük İcraat Planı kapsamında belirlenen hedefler arasında, BKZS projesinin fizibilitesine başlanması yer almaktadır.
Son yıllarda New Horizons sondasının Pluto’dan yakın çekim görüntüler elde etmesi, Curiosity robotunun Mars’a inmesi gibi gelişmeler ile uzayın bilimsel amaçlarla kullanımı kamuoyu gündeminde daha yoğun olarak yer almaya başlamıştır. Bu kapsamda, yalnızca dünya yörüngesindeki uydular değil, derin uzayda seyreden sondalar ya da diğer gök cisimlerine iniş yapıp ölçüm yapabilen robotlar da kullanılmaktadır. Bu araçların topladıkları bilgiler, başta astrofizik olmak üzere insanlığın çeşitli bilim dallarındaki bilgi birikiminin ve evrenin işleyişine dair kavrayışının artmasına imkan sağlamaktadır.
Teknolojideki gelişmelerin doğal bir sonucu olarak uzayın kullanımında, son yıllarda iki eğilimin öne çıktığını iddia etmek mümkündür. Bunlar, uzayın ticarileşmesi ve askerileşmesidir.
Uzayın ticarileşmesi
SpaceX isimli sivil firmanın Falcon adlı yeniden kullanılabilir roketlerle yörüngeye uydu yerleştirmesi ve bir otomobilin uzaya fırlatılması ve son olarak Virgin Galactic firmasının uzay turizmine yönelik geliştirdiği uzay aracının test etmesi gibi gelişmelerle, sivil ticari firmaların uzay alanındaki artan faaliyetleri kamuoyu gündemine yansımıştır.
Özellikle uzaya erişim ve yörüngeye uydu yerleştirme gibi, oldukça pahalı operasyonlarda, teknolojideki gelişmelerin de yardımıyla sivil firmaların çözümler üretmesi, bu alanın kısıtlı sayıda ülkenin tekelinden çıkması sonucunu doğurmuştur. Böylelikle, hızla artan sayıda ülke, kurum ve kuruluş, çeşitli maksatlar geliştirdikleri uyduları yörüngeye, rekabetçi bir pazar ortamında görece düşük maliyetlerle yerleştirme imkânına erişmişlerdir. Yakın gelecekte daha da fazla sayıda ticari firmanın uydu fırlatma hizmeti sunmaya başlaması beklenmektedir.
Son yıllarda gündeme gelen bir diğer konu da asteroit madenciliğidir. Mars ile Jüpiter gezegenleri arasında bulunan asteroitlerden mineral ve gazların çıkarılarak Dünya’ya getirilmesi ve işlenerek kullanıma sokulması fikri uzun yıllardır mevcuttur. Uzaya erişim ve uzay aracı teknolojilerinin hızla gelişmesi ile birlikte bu tür operasyonların, kısa vadede olmasa bile uzun vadede mümkün olabileceği değerlendirilmektedir. Böylelikle, özellikle dünyada çok az bulunan ancak sanayide önemli kullanım alanları olan nadir element ve minerallere erişimin mümkün olacağı öngörülmektedir. Nitekim halen çeşitli ülkelerde kurulmuş olan 10 civarında özel şirket, münhasıran asteroit madenciliği alanında araştırma ve geliştirme faaliyetleri yürütmektedir.
Ticari firmaların uzay faaliyetlerinin artmasıyla, bu konuda ulusal ve uluslararası hukuk ve mevzuat boyutunda bir dizi düzenlemenin gündeme gelmesi beklenmektedir.
Uzay harbi
Soğuk Savaş döneminde yoğun şekilde yaşanan uzayda askeri rekabet, giderek artan sayıda ülkenin uzaydan askeri görevlerle faydalanma imkânına erişmesiyle çok boyutlu ve çok taraflı bir niteliğe bürünmüştür. Günümüzde yörüngedeki uydular, askeri operasyonların aslî birer unsuru haline gelmişlerdir. Bunun bir yansıması olarak pek çok gelişmiş ülke uzaya yönelik bağımsız uzay kuvvetleri kurmuş ya da hava kuvvetlerinin görev, yetki ve sorumluluğunu genişletmiştir. Buna bir örnek olarak ABD’de, bağımsız bir Uzay Kuvvetleri Komutanlığı kurulmasına ilişkin hazırlıkları vermek mümkündür.
Uzay araçlarının askeri görevlere yönelik olarak ana kullanım amaçları istihbarat, erken ihbar ve iletişimdir. Bu maksatlarla geliştirilen çok sayıda uydu değişik yörünge katmanlarında görev yapmaktadır. Buna ilaveten uzaya yönelik askeri operasyonların son yıllarda gündeme gelen bir diğer çeşidi de, uydusavar (anti satellite–ASAT) sistem ve teknolojilerdir. En son Rusya Federasyonu’nun MiG-31BM tipi savaş uçağına takılı olarak sergilediği bir uydusavar füze ile yeniden tartışılmaya başlanan bu silah sistemlerinin amacı, yörüngedeki düşman uyduların imhasıdır. Bu konuda en çarpıcı güncel örneklerden biri, 2007 yılında Çin’in gerçekleştirmiş olduğu uydusavar füze denemesidir. Çin, orta menzilli bir balistik füzeyi temel alarak geliştirdiği füzeyle, alçak yörüngedeki emekliye ayrılmış bir meteoroloji uydusunu imha etmiştir. Vurulan uydunun enkaz parçaları, yörüngedeki diğer uydulara yönelik büyük bir risk oluşturmuştur.
Uydusavar füze teknolojilerinin ve siber harbin gelişmesiyle birlikte, uzaydaki askeri, sivil ve ticari unsurların güvenliklerinin sağlanması ihtiyacı artmıştır. Uzay durumsal farkındalığı (space situational awareness–SSA) adı verilen bu kabiliyet ile, dünya yörüngesindeki dost, düşman ve üçüncü taraflara ait unsurların konum, yönelim ve yörüngelerinin tespit, takip ve tasnifi ile dost unsurlara yönelebilecek her türlü riskin öngörülmesi ve analizi tarif edilmektedir. Söz konusu riskler arasında, uydusavar silah sistemleri, siber harp, elektronik karıştırma ve benzeri tehditler olabileceği gibi, yörüngedeki uzay atıkları ve enkaz parçaları, güneş rüzgarları, meteorlar gibi diğer etkenler de bulunabilir. Bu kabiliyetin oluşturulması için elektrooptik teleskoplar, radar sistemleri, komuta kontrol ve iletişim merkezlerinin teşkil edilmesi gerekmektedir. Uzayın ve yörüngedeki uyduların askeri, ticari ve diğer alanlardaki vazgeçilmez önemi göz önüne alındığında, bu unsurların güvenliklerinin sağlanması, olası risklerin oluşmadan önce tespit edilerek bertaraf edilmesi büyük önem taşımaktadır.
Uzay Ajansının gerekliliği ve önemi
Uzayın kullanım sahalarını ve mevcut uygulamaları genel hatlarıyla inceledikten sonra, Türkiye’nin ulusal bir uzay ajansına sahip olmasının gerekliliğine yönelik değerlendirme yapmak kolaylaşmaktadır.
Birinci olarak, dünyadaki diğer muadilleri de incelendiğinde uzay ajanslarının en önemli işlevlerinin ulusal bir uzay stratejisi ve bu kapsamda uzaya yönelik bir bilim ve teknoloji politikası oluşturmak olduğu görülmektedir. Havacılık-uzay, doğası gereği çok farklı disiplinleri bir araya getiren, ileri teknolojinin en yoğun kullanıldığı sektörlerdendir. Bu özelliği itibariyle de ulusal bir havacılık-uzay sanayiinin kurulması, korunması ve geliştirilmesinde, tüm paydaşların söz sahibi olduğu, nesnel ve uzun vadeli bir strateji ve bu strateji doğrultusunda kurgulanmış bilim ve teknoloji politikasının varlığı şarttır. Aksi takdirde uzay alanında elde edilen sınai ve teknolojik kazanımların korunması ile yenilerinin geliştirilmesi mümkün olmayacaktır.
Yukarıda sayılan kullanım sahaları ve örnek projelerde de görüldüğü üzere, uzaya yönelik olarak geliştirilen sistem, platform ve uygulamaların büyük çoğunluğunda farklı kullanıcılar bir arada bulunmaktadır. Başka bir ifadeyle askeri ve sivil kullanım sahaları çoğunlukla iç içe girmektedir. Ayrıca farklı kullanıcıların ortak ya da birbirine yakın özellik ve kabiliyetlerde platform, alt sistem ya da görev ihtiyaçları olabilmektedir. Böyle bir ortamda, ihtiyaçları, altyapı, kapasite ve projeleri tek bir merkezden tasarlamak, kurgulamak ve eşgüdümü sağlamak ihtiyaçları öne çıkmaktadır. Ulusal uzay ajansı bu anlamda askeri, ticari, endüstriyel, kamusal ve akademik paydaşlar arasında bir eşgüdüm mekanizması işlevine sahiptir.
Askeri, ticari ya da diğer alanlarda hizmet veren uzaydaki tüm unsurların faaliyetlerinin kesintisiz ve güvenlik şekilde sağlanması bir ulusal güvenlik meselesidir. Dolayısıyla bu unsurlara karşı yönelebilecek her türlü doğal ya da insan yapısı tehdit ve riskin önceden belirlenmesi, analizi ve acil durum eylem planlarının hazırlanması, riskin yönetilmesi ve nihayetinde bertaraf edilmesi için uzay ajansı kritik bir önem taşımaktadır.
Yörünge ve frekans tahsisi, hukuki mevzuatın oluşturulması, düzenleyici anlaşmaların imzalanması ile araştırma-geliştirme projelerine katılım gibi uluslararası faaliyetlerde temsil, ulusal uzay ajansının önemli işlevlerindendir. Bu konularda yetkili ve sorumlu bir muhatabın mevcudiyeti, uzay alanında yaşanacak gelişmeler ve alınacak kararlarda masada olma hakkı doğuracağından, uzay alanında hak ve menfaatlerin korunmasında kritik önemi haizdir.
Son olarak ulusal uzay ajansının en önemli işlevi ve sorumluluğu, bu alanda nitelikli insan gücünün yetiştirilmesi ve buna yönelik akademik planın oluşturulmasıdır. Ülkenin insan sermayesinin en üst seviyesine mensup olan bu araştırmacıların korunması, sayılarının artması ve uzay endüstrisindeki tecrübeli insan kaynaklarının gelişmesi; ekonomik kalkınmaya doğrudan etki sağlayacaktır.
Sonuç olarak Türkiye Uzay Ajansının kurulması, sayılan bu nedenlerden dolayı Türkiye’nin uzay alanındaki iddialarını somutlaştırma yönünde büyük bir adım teşkil etmektedir. Hedeflerin gerçekleşmesi, ajansın etkin bir şekilde çalışması ve nesnel, gerçekçi, uzun vadeli ve sürdürülebilir bir politikanın izlenmesi ile mümkün olacaktır.
[Savunma ve havacılık teknolojileri, sanayi politikaları ve ulusal güvenlik alanları üzerine çalışan Arda Mevlütoğlu yüksek lisansını Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde tamamlamıştır ve Air International, Air Forces Monthly, Aviation News, Savunma ve Havacılık, Marine & Commerce, Savunma Sanayii Müsteşarlığı Savunma Sanayi Gündemi gibi dergilerde yayınlanmış makaleleri bulunmaktadır]
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.