Trump’ın 'haydut' Amerikası ve ötekiler
Trump’ın 'haydut' Amerikası ve ötekiler
Trump öncesi ABD başkanları, tüm bu “biz ve ötekiler” ayrımını, ABD’nin kurucusu olduğu uluslararası düzeni tamamıyla çökertmeden yapmaya özen göstermişlerdi.
İSTANBUL - NURŞİN ATEŞOĞLU GÜNEY
Bugün ABD’de Trump yönetiminin sürdürdüğü dış politikayı kıyasıya eleştiren önemli isimler var. Eleştirilerin odak noktası liberal ya da realist kanattan gelmesine göre farklılık gösteriyor; ancak tüm eleştirenler şu noktada hemfikir: Washington DC, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kendi elleriyle kurmuş olduğu 70 yıllık liberal düzeni kendi elleriyle yıkıyor.
Trump’tan önce de “Önce Amerika” diyen Cumhuriyetçi/Yeni Muhafazakâr başkanlar olmuştu ancak bu slogan, ABD’nin güçlendirilip, korunup, zenginleştirilmesi adına Washington’ın kendi parası ve askerlerinin kanıyla kurup/beslediği ve elbette kâr elde ettiği liberal düzenin tersyüz edilmesine bugünkü gibi güçlü bir biçimde bağlanmamıştı. Eisenhower’dan bugüne, müttefiklerinden daha çok para harcamasını isteyen liderlerin Washington’da güç sahibi olduğu günler elbette olmuştu, ABD ve insan hakları ihlalleri daha önce de yan yana gelmişti, ancak Trump öncesi ABD başkanları, tüm bu “biz ve ötekiler” ayrımını, ABD’nin kurucusu olduğu uluslararası düzeni tamamıyla çökertmeden yapmaya özen göstermişlerdi. Bu nedenle, ABD’de eli kalem tutanlar, Trump yönetiminin dış politikasını kendisinden önceki dış politika yönelimlerinden farklı, aykırı ve yıkıcı buluyorlar. Trump’ın benimsemiş olduğu yeni dış politika yöneliminin esası, Washington’un üstün gücünü pervasızca ilan etmek ve hiç çekinmeden, pazarlığa açık olmadan, tamamıyla ABD çıkarlarına hizmet eden sonuçlar alınacağını ilan ederek göstermekten geçiyor. Bu nedenle de ABD’nin içinde bulunduğu dış politika ruhunu Robert Kagan “haydut süper güç doktrini” olarak tanımlıyor. Karikatürize ederek söylersek, Trump “gücün karanlık tarafına” geçmiş görünüyor. Ancak bu “haydut Amerika” tanımlamalarının bir ergen/olgunlaşamamış, ham bir güç kullanımına işaret ettiği de düşünülüyor ki Amerika’nın çıkarları için haydutluğu benimseme argümanındaki “çıkarlar” konusunda herkes ikna edilemiyor. Bazıları açıkça “We are America Bitch” (Arsız Amerika Biziz) diye ilan ediyor. Trump kazanıyor, Trump Amerika’sı zenginleşiyor, dünya kaybediyor gibi görünüyor; ama bazıları Amerika’nın geleceğinin neredeyse bu “lise zorbalığı” döneminde harcandığını hissediyor.
Liberalizmin asil yalanları yıkılırken
Gerçekte olan şey, dünyanın "Trump Amerikası" ile birlikte yeni ve ürkütücü bir döneme adım attığıdır. Başkan Trump liseli bir zorba dürüstlüğüyle “demokrasi”, “insan hakları”, “rejimler” ve “uluslararası hukuk” kavramlarının ABD’yi bağlamadığını ve bağlamayacağını ilan etti. ABD artık kendisi gibi düşünen Batı demokrasilerinin ihtiyaçlarını dikkate almıyor, gerektiğinde diktatörlerle kolaylıkla masaya oturabiliyor, istediğinde demokrasileri yumuşak/soyguncu (Kanada başbakanının katlandıklarında görüldüğü gibi), istediğinde diktatörleri dürüst/uzlaşmacı (Kim’in mazhar olduklarında görüldüğü gibi) ilan edebiliyor. Kısaca Trump’ın “arsız” Amerikası, uluslararası toplumun uzun süredir üzerinde durduğu tüm “asil yalanları” (noble lies), “bunlar yalan” diyerek bir kenara itti. ABD Başkanı Trump’ın dünya okumasına göre, Washington’un müttefikleri ve ortakları bugüne kadar ABD’yi ekonomi ve savunma alanlarında sürekli istismar etmişlerdi. Bu yüzden (yani sadece ötekiler yüzünden, ABD ekonomisinin ve tüketiminin kendi açıkları yüzünden değil) ABD kendi büyüklüğünü yaşayamamış, Trump’ın özgürlük karşıtı bir düzen getirerek ABD’yi kurtarması gerekmişti. Görüldüğü gibi liberalizmin asil yalanlarını yıkmak için acele eden Trump, kendi asil yalanını çok sağlam bir zeminde kurmuyor. Bu nedenle de 2018 Amerikasının Nazi Almanyasına benzerlikleri tartışılıyor.
Söylemden muhasebeye
Amerika’yı “yeniden büyük” yapmanın yolunu masrafları kısmakta bulan Cumhuriyetçi akıl, nedense burada durmadı. Tüm bu masrafların faturasını ötekilere kesip, herkesi ABD’ye borçlu ilan etti. Rasyonel çıkarcılıkla haydutluğun sınırı da bu olsa gerek. Trump işe seçim sırasında Amerikan halkına vermiş olduğu sözleri uygulamaya geçirmekle başladı ve bu eylemlerinde (Paris İklim Anlaşması’ndan çekilmek, Trans Pasifik Anlaşması [TPP] ile 2015 İran Nükleer Anlaşması’ndan [JCPOA] çekilmek, çelik ve alüminyum ithalatına ek gümrük vergisi koymak, Singapur zirvesi sonrası Güney Kore ile ortak tatbikatları iptal etmek ve ABD askerlerini Kore yarımadasından çekme isteği içinde olduğunu açıklamak) tutumluluktan ziyade tek taraflılığın altını çizdi. Bu tek taraflı, “ben yaptım oldu” zihniyeti içinde de cezalandırıcılığın dozu giderek arttı, arka planındaki mantıktan, yani ekonomik çıkar mantığından uzaklaşılmaya başlandı. Kudüs tüm itirazlara rağmen İsrail’in başkenti olarak tanındı, Gazze’de insanların öldürülmesine ses dahi çıkarılmadı, muhtemelen en korkunç caydırıcı politikalardan birini (göçmen anne ve çocukları ayırma politikasını) kınayacak BM İnsan Hakları Komisyonu’ndan İsrail bahane edilerek çekilindi. G7 zirvesinde, İkinci Dünya Savaşı sonrası ABD yanlısı olmaları için ABD parası armağan edilen ülkeler hırsızlıkla suçlandı, Ortak Bildiri imzalanmadı, yani (doları güçlü kılan rejimlerin ve kurumların içine yerleştirildiği) global kapitalizmin ortak ruhu öldürüldü. Pasifik’te ortaklarının nükleer silah geliştirmemesi için verilen koruma ve caydırıcılık bir Amerikan lütfuymuş gibi zayıflatıldı. Anlaşılan liberal düzenin asil yalanlarını altüst ederken Trump kendi uydurduğu “başımıza tüm felaketler ötekiler yüzünden geldi” gibi zayıf yalanlara çok fazla kendini kaptırdı. Eğer yeni milliyetçi korumacılık adına var olan düzen yıkılacaksa, dünyanın vereceği/verebileceği tepkilere de hazır olmak gerekir.
Küresel ticaret alanında bir Golyat: Serbest ticaret anlayışı “out”, korumacılık “in” mi?
Trump’ın bugün “Önce Amerika” tavrıyla hem Avrupa ve Asya-Pasifik’teki müttefik ve ortaklarının hem de rakiplerinin ciddi tepkisini çekmekte olduğu bir gerçek. Söz konusu ülkelerin ticari alanda misillemede bulunmalarının da dünyadaki küresel ticaret savaşlarını tetiklemekte olduğu aşikâr. Nitekim Amerikan pazarında ithalat açısından en büyük paya sahip olan Çin ile AB’nin Washington’a cevap vermesi gecikmedi. Kimse arsızlaşan bir gücün öfkesini üzerine çekmek istemiyor ve bunun ABD halkının sağduyusuyla aşılacağını filan düşünüyor. Ama hem arsızlıktan haydutluğa geçişin hızı, hem tek taraflılıktan cezalandırıcılığa geçişin keskinliği hem de Trump’ın oy oranını koruduğu -hatta arttırdığı- haberleri sabırları taşırmak üzere. Pekin, ABD’ye ihraç ettiği 50 milyar dolar değerindeki bin 100 ürüne ek gümrük vergisi uygulanacağı haberi üzerine, bu duruma tepkisiz kalmayıp karşılık vereceğini açıkladı bile. AB de ABD’ye yeni ek vergiler uygulamak üzere misillemede bulunacağını bildirdi. Tüm bu etki-tepki, ceza-misilleme silsilesi, ileride küresel ticarette ve büyümede ciddi sorunlar yaşanacağının ilk sinyallerini veriyor. Nitekim 2017 yılı BM Küresel Yatırım Raporu’nda, Trump’un tetiklediği yeni korumacılık eğiliminin sonucu olarak, dünyadaki yatırım miktarının bir önceki yıla kıyasla yüzde 23 oranında azalmış olduğu belirtiliyor. Rusya’yı sık sık enerji silahı kullanmakla eleştiren ve bu tür silahlara karşı savunma geliştirilmesi gerektiğini 1970’lerden itibaren söyleyen ABD, şimdi yeni ticari korumacılık silahıyla dünyayı nereye, hangi politikalara sürüklediğini görmüyor mu? Dünya ekonomisinde bu tür bir ABD politikasını tecrübe eden AB, Çin, Kanada gibi aktörler, alabildikleri anda savunma tedbirlerini alacaklardır. Trump yönetimi bu tedbirlerin çok uzakta, ötekilerin çok dağınık, bölünmüş ve zayıf olduğunu düşünüyor. Kısmi gerçeklik asil yalanları güçlendirir. Oysa bazı uzmanların işaret ettiği gibi, eğer günümüzde ABD ve ötekiler arasında süregiden ticari gerilim sonuçta ticaret alanında küresel bir korumacılığı hâkim hale getirirse, yani yeni bir oyun başlarsa, eski oyunda zayıf olarak addedilenler yeni imkanlar elde edebilir.
Batı odaklı ittifaklar çöker mi, çökerse ne olur?
ABD İkinci Dünya Savaşı sonrası kurmuş olduğu liberal düzende, müttefiklerini ortak savunma şemsiyesi altında toplamak suretiyle, bu ülkeleri (başta iktisadi alan olmak üzere) çeşitli alanlarda kendi aralarında da işbirliği yapmaya itmişti. Sonuçta Amerikan iktisadi ve güvenlik araçlarının (silah, teknoloji pazarı ve doların) başat olduğu sistem, bir kazan-kazan durumu oluşturmuştu. ABD aslan payını alıyor ama diğerleri de bu barıştan kazançsız ayrılmıyordu. Ah, o uyumlu güzel günler! Nükleer silahsızlanmanın hem NPT rejimi hem de ABD’nin müttefiklerine sağladığı nükleer caydırıcılık üzerinden işlediğini görüyorduk. Hiç tartışma olmuyor, uyumsuzluk çıkmıyor değildi. Nükleer tekelin dışında kalanlar, rejim yaşadığı müddetçe nükleer silah elde etmeme sözüne mahkûm olduklarını, ama nükleer tekele sahip ülkelerin de nükleer silahlarını azaltmak/terk etmek için pek bir şey yapmadıklarını görüyorlardı. Yine de nükleer silahsızlanma -caydırıcılık- ikili/çok taraflı ittifaklar formülünde ortaya çıkan ikna ve pazarlık dinamiği, bir şekilde düzeni ayakta tutuyordu. Bu hegemonyacı istikrar, pazarlık ve ikna olmasa, hegemonik sistemlerin nasıl çökebildiğini de SSCB yıkılırken görmüştük. O nedenle güvenlik ortamı değişirken, müttefikleri caydırıcılığın hemen ve daima güvenilir biçimde işleyeceğine inandırmak çok önemli hale gelmişti.
Gerçi itiraf etmek gerekir ki her şey Trump ile başlamadı. Trump öncesi ABD başkanları da müttefiklerini yaşanan güvenlik sorunları karşısında yalnız ve güvencesiz bıraktılar; ancak retorik düzeyde. ABD güvence sağlamak konusunda bonkör olmasa da ittifaklar sistemini, ABD aleyhine çalışan bir yapı olarak hiçbir zaman tanımlamamıştı. Şimdi Trump yönetimi, kendinden önceki Yeni Muhafazakâr başkanları hatta Yeni Muhafazakâr felsefeyi aşarak (çünkü Yeni Muhafazakâr felsefe ABD’nin liderliğine halel gelmesini istemezdi bir zamanlar), ABD’yi liderlikten alaşağı ediyor. ABD artık lider değil, çünkü lider olmak istemiyor, tek, yalnız (çok olduğunda da yanında İsrail ve bazı Pasifik ada devletleri var). Ötekileri (müttefiklerini ve ortaklarını) ise kendisine karşı olmakla suçluyor.
Trump’ın ilan ettiği ulusal güvenlik belgesi, aslında bu tür bir ötekileştirme içermiyordu. Ötekileştirme, Trump’ın dış politika ve güvenlik uygulamasında rakiplerin ötekileştirilmesinden, düşmanların hedefe oturtulmasından, İsrail dışında herkesin ötekileştirilmesine, ötekiliğin öneminin azalmasına, “Trudeau de öteki, Kim de öteki” muğlaklığına dönüştü.
Geleneksel güvenlik çalışmalarında kuraldır: Muğlaklık artınca, güvenceler azalınca silahlanma hız kazanır. Beklenti şu: Silahlanma alanındaki rekabet hızlanacak ve bunun sonuncunda ortaya çıkan güvenlik açmazı karşısında dünyamız yeni bir jeopolitik ve jeoekonomik kırılma dönemine girecek. Güvenlik açmazları, güvenlik ikilemleri kimsenin yarar sağlamadığı süreçlerdi. Öyleyse Trump kaybederken, ABD geleceğini riske atarken, dünya kaybetmemek için ne yapacağını ve akılcı bir dengeleme mekanizmasının nasıl sağlanabileceğini düşünmeli. Uluslararası sistemdeki tüm “ötekilerin” yapması şart olan şey, ciddi, güvenilir bir askeri-siyasi dengeleme siyasetini devreye sokmaktır.
[Kıbrıs Bahçeşehir Üniversitesi İİSBF dekanı olan Prof. Dr. Nurşin Ateşoğlu Güney aynı zamanda BİLGESAM başkan yardımcısıdır]
“Görüş” başlığıyla yayımlanan makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansı’nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.