Tarihten günümüze Fransa’nın İslam’a bakışı

Tarihten günümüze Fransa’nın İslam’a bakışı
Fransa’da İslam’a yönelik Müslümanların kabullenemeyeceği bir takım yaklaşım tarzlarının ya da Paris’in nevi şahsına münhasır tutumlarının tarihi bir arka planı ve sürekliliği olduğunu bilmek gerekiyor.

Tarihten günümüze Fransa’nın İslam’a bakışı

Fransa’da İslam’a yönelik Müslümanların kabullenemeyeceği bir takım yaklaşım tarzlarının ya da Paris’in nevi şahsına münhasır tutumlarının tarihi bir arka planı ve sürekliliği olduğunu bilmek gerekiyor.

 

İSTANBUL - Yaşar Demir

Bugünlerde Fransa’da İslam’a yönelik Müslümanların kabullenemeyeceği bir takım yaklaşım tarzları gündeme geldi. Esasen Paris’in nevi şahsına münhasır tutumlarının tarihi bir arka planının ve sürekliliğinin olduğunu hatırlamak gerekir ki zuhur eden sorunlu durumların sebebini açığa kavuşturmak mümkün olsun.

Fransa, Hristiyanlığın Avrupa’da ilk etkin olduğu yer olarak kabul edilir. İlk Kral Clovis bu dini kabul ederek Avrupa’da Hristiyanlığın yayılmasını sağlamıştı. Ardından ünlü Kral Şarlman Bavyera, Belçika, Lüksemburg gibi yerleri egemenliği altına alarak Fransa’yı coğrafi ve siyasi olarak büyütmüş, etki alanını İskoçya’dan İtalya’ya kadar genişletmişti. Elde ettiği güce dayanarak kendisini Hristiyanlığın en ateşli savunucusu olarak adamıştı. Papalık da bu kudretli krala desteğini esirgemedi. Zira Katolik Hristiyan âleminin de güçlü bir devlete ihtiyacı vardı.

Şarlman kral olduktan hemen sonra ilk iş olarak Kudüs’le ilgilenmişti. Kudüs’ten gelen elçilik heyetinin anlattıklarından etkilenmiş olmalı ki devrin İslam dünyasının muhteşem halifesi Harun Reşit ile diplomatik ilişkiler kurmuş ve neticede Avrupalıların Kudüs’ün bu kudretli hâkiminin de izniyle Hac ziyaretlerini gerçekleştirmelerini sağlamıştı. Bu girişimin Avrupalı Hristiyanlar ile Müslümanların ilk dostane siyasi ve diplomatik münasebeti olduğu kabul edilir. Bu tarihten sonra Fransa İslam ile her alanda hemhal olmuştur. Dostane başlayan ilişkiler fazla sürmemiş, Papa II. Urban’ın Clermont-Ferrand’da yaptığı konuşmayla asırlarca sürecek Haçlı saldırıları dönemi başlatmıştı.

Tarihi süreç kesintisiz devam etti. Fransa gerek Avrupa’da etkin olduğu dönemlerde gerekse denizaşırı ülkelere yayılma stratejisinde her zaman Müslümanlarla karşılaştı. Netice itibarıyla İslam coğrafyaları, Fransa’nın ali menfaatlerinin elde edilmesinde ve dünya hakimiyeti doktrininin hayata geçirilmesinde temel alanlar olarak kabul edildi. Binaenaleyh, XVII. yüzyılda Doğu Hristiyanlarının hamiliğini elde ederek protectorat kavramını politik arenaya sokan Fransa, XIX. yüzyılda da kolonileşme fikrini ortaya atıp Afrika’ya açılarak Müslümanları idare eden bir devlet konumuna geldi. Öyle ki 1800’lü yılların sonlarında Fransa, egemenlik kurduğu topraklarda Osmanlı Devleti’nden daha fazla Müslümanı barındıran devlet mesabesindeydi. Hal böyle olunca, Fransa’nın İslam ile doğal olarak bir meselesi oluştu. Bu mesele kendisini zaman zaman işgal olarak gösterdi. Fransa Cezayir, Fas, Tunus ve Sahraaltı Afrika’da askeri müdahalelerle Müslümanları zapturapt altına almaktan çekinmedi. Bunu yaparken de Müslümanları “medenileştirdiğini” öne sürdü. Yüzbinlerce Müslüman Fransa’ya yerleştirildi ve daha çok ağır işlerde çalıştırılarak Fransa’nın iş gücüne katkı sağlandı. Hemen hemen tüm çevreler bunu ideoloji olarak kabul etti. Jakobenler, kralcılar, cumhuriyetçiler ve laik devletçiler kolonileştirme konusunda hem fikir oldular. Oryantalistler ise Fransa’nın İslam’a yönelik siyasetinin entelektüel ayağını oluşturdular. Ernest Renan, Louis Massignon gibi yazarlar Fransız toplumunu etkileyen önemli aktörler olarak tarihe geçti. Bugün bile etkileri devam eden kolonileştirme, “medenileştirme” ve Hristiyanlaştırma amaçlı çalışmaları daha iyi koordine edebilmek için vaktiyle bakanlık dahi kuruldu. Fransa adete Doğu Hristiyanlarının yanında, kolonilerdeki Müslümanların da hamisi oldu. Öyle ki zamanla İslam halifesinin belirlenmesinde dahi söz söyler durumdaydı. Faslı Mulay Yusuf’u Sultan Abdülhamid’e alternatif halife olarak sunma gücünü kendinde gördü. Daha sonra Türkiye Cumhuriyeti’nde ikameti tehlikeli görülen son halife Abdülmecid Efendi bu politikanın bir ürünü olarak Paris’te yaşadı.

XX. yüzyıl nispeten sakin geçmiş, (kolonizasyonun sağladığı politik ve ekonomik üstünlükle) Fransa’nın Müslümanlara karşı tutumu daha çok hâkim devletin tebaasına sağladığı haklar muvacehesinde olmuştur. Ancak XXI. yüzyılın başından itibaren durum değişmeye başladı. Soğuk Savaş döneminin sona ermesinden sonra, suni olarak üretilen ve siyasal İslamcılar olarak tanımlanan gruplar yeni tehlike kabul edildi. Fransa da bu modaya uydu. Irak’ın işgaliyle istikrarsızlaştırılan Ortadoğu’dan, Afganistan ve Afrika’dan göçmen olarak Avrupa’ya gelen Müslümanlar, Fransa’da yeni yaklaşımların gün yüzüne çıkmasına neden oldu. Bunda İsrail-Filistin meselesinin de etkisinin olduğunu belirtmek gerekir. Selefi ve Vahhabi akımların faaliyetleriyle Müslüman göçmenler yeni ülkelerini kendilerine zulmeden devletler olarak görmeye başladılar. Biraz da tarih okudukça, kolonizasyon devrinde kendilerine yapılanları öğrendiler ve içten içe tepki gösterdiler. Aşırı gruplara mensup olanlar farklı bir dini yorum yaparak zulme tepki gösterdiklerine inandırıldılar. Bu bir çelişkili durum olarak görünse de, Fransa’nın göçmen Müslümanları gettolara mahkûm etmesi, dışlayıcı bir politika gütmesi ve oturma izni verdiği insanların ülkelerine yönelik uygulamaya koyduğu tavır, ülke içinde siyasi ve sosyal kaynamalara yol açtı.

Genç neslin dini açıdan eğitimsiz olmasının getirdiği handikap sonucunda, daha çok nereden yönetildiği belli olmayan aşırılıkçı akımların ağına sürüklendiği görüldü. Anlaşılması güç bir biçimde, Fransa’da doğup büyüyen gençler intihar komandosu olabilir hale geldiler. Hatta Suriye, Libya gibi yerlerde savaşmaya gidecek kadar ideolojik bir sarmalın içine hapsedildiler. Terör eylemleri gerçekleştiren Fransızların bunu İslam adına yapıyor olmalarını anlamak güç olsa da, asıl muamma bunlara nasıl müsaade edildiğidir.

Yıllardır Fransa’da Müslümanların nasıl olması gerektiği üzerinde tartışmalar yaşanıyor. Ortaya ilginç kavramlar atılıyor. Esasen ezici çoğunluğu Ehlisünnet akidesine bağlı olan Fransa’da ikamet eden Müslümanlar, “Fransa Müslümanı”, “Fransa İslamı” gibi kavramları umursamıyorlar. Ancak aydınlar ileride bu kavramların toplumu bölmek için nasıl kullanılacağının farkında olduğundan tepki gösteriyorlar. Fransa İslam’ı kavramından maksat, dinin uygulamalarının değiştirilmiş haliyle Fransa’da kabul görmesinin sağlanması. Bunun en önemli örneği ise başörtüsü yasağı. Basının da kışkırtmasıyla, artık Müslümanların Fransa’da ezilmesi gereken insanlar mesabesine giderek yaklaştığı yadsınamaz bir gerçek. Düne kadar ilkokulda dahi başörtüsü serbestken, işyerlerinde ibadete müsaade edilirken, dini bayramlarda genelde idarecilerin izin verdiği görülürken, son yıllarda ortaya çıkan uygulamalar, Müslümanların adeta dinlerini yaşamalarının engellenmesi için ciddi bir gayretin var olduğuna işaret ediyor. Yasakçı sert tavır eski cumhurbaşkanı Sarkozy’den başlayarak kesintisiz olarak devam ediyor. Charlie Hebdo saldırısından sonra radyo ve televizyonlarda Hazreti Peygamber’e yönelen hakaretler ifade özgürlüğünün sınırlarını aşarken kimsenin ses çıkarmaması da tarihe düşülmüş bir nottur.

Yakın zamanda Fransız ileri gelenleri ve entelektüelleri Fransa İslam toplumunu “ıslah etmek” gerektiği düşüncesine kapıldı. Onlara göre tek çözüm Kur’an’ı Kerim’de geçen ayetlerin bir kısmının çıkarılarak halkın “hizaya getirilmesi”. Nitekim yakın zamanda üç yüz kadar akademisyen ve entelektüel bir deklarasyon yayınlayarak “antisemitist ifadeler” içerdiğini iddia ettikleri bazı ayetlerin Kitap’tan çıkarılmasını istediler. Netice olarak, nerden türediği Müslümanlarca dahi bilinmeyen aşırılıkçı grupların eylemlerinin faturasının, olanca hukuksuz uygulamasına rağmen devletin yasalarına saygılı kalan Müslümanlara çıkarılması anlaşılır bir durum değil. Analitik bir düşüncenin, objektif bir değerlendirmenin ve hakkaniyeti gözeten bir yaklaşımın ürünü olmakta uzak önerilerle Müslümanlara en azından manevi baskı uygulanmak istendiği ortadadır.

Montaigne Enstitüsü ilk olarak 2016’da bir rapor hazırlayarak Fransa İslamı’nın teşkil edilmesi yönünde ilk somut adımı atmıştı. Akabinde Haziran 2018’de enstitü yazarlarından Hakim El Karoui, Macron’a ikinci bir öneri sunarak sözde iyi niyetle Fransa’daki Müslümanların durumlarının düzeltilmesi için çalışmalar yapılmasını talep etti. Rapora ilk bakıldığında olumlu düzenlemeler görünüyor. Ancak Müslümanların bir çatı altında toplanacağı derneğin kim tarafından idare edileceği, hangi zihniyete sahip olacağı hususu muallakta bırakılmış durumda. Din eğitiminde tek tipliliğe vurgu yapılması ve bunun mecbur kılınması, okullarda çocuklara Arapça eğitim verilmesi gibi hususlar sorunlu alanlar olarak karşımıza çıkıyor. Sanki Müslümanlar Fransa kanunlarına uymuyormuş ve cumhuriyet değerlerine düşmanmış gibi bir tavır sergilenmesi de, raporun ciddiyetle hazırlanmadığına, çalışmada önyargılı hareket edildiğine delalet ediyor. Dahası despotik bir yaklaşımın söz konusu olduğu raporun Jakoben bir zihniyetin ürünü olduğu gayet açıktır.

Sonuç olarak, Fransa’daki Müslümanların durumunun çok iyi olmadığını belirtmek gerekir. Tarihten gelen kolonyal yaklaşımın izleri daha da derinleşmektedir. Rapora alternatif önerilerin bulunduğunu da belirtmek gerekir. Örneğin terörle yan yana getirilen Müslümanlara yönelik bu davranıştan behemehâl vazgeçilmelidir. Suç işleyenlerin aidiyetleri genelleme yapılarak sunulmamalı ve hakkaniyete uygun analizler yapılmalıdır. İslamofobiye sebep olacak ve halkı kışkırtacak yayınlar engellenmelidir. Böylelikle ileride doğacak toplumsal kaosun önüne geçilebilecektir.

[Strazburg Buhara Enstitüsü Direktörü olan Dr. Yaşar Demir “Fransa'nın Yakındoğu Politikaları: Suriye ve Hatay” kitabının yazarıdır.]

 

Kaynak:

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.