Suriye: Demografi, toponomi ve değişen sınırlar

Suriye: Demografi, toponomi ve değişen sınırlar
Savaşlar ve özellikle de iç savaşların temel özelliği, demografi ardından toponomi ve nihayetinde sınırların değişmesidir.

GÖRÜŞ - Suriye: Demografi, toponomi ve değişen sınırlar

Savaşlar ve özellikle de iç savaşların temel özelliği, demografi ardından toponomi ve nihayetinde sınırların değişmesidir.

21. yüzyıl başlarında, içinde yaşadığımız Orta Doğu’da hepimizin gözleri önünde nüfus (demografi), yer isimleri (toponomi) ve bununla bağlantılı olarak sınırlar hızla değişmekte. 20. yüzyılın başlarında bölgemizdeki sınır değişimlerinin bir benzerine şahitlik etmekteyiz.

Savaştan evvel 22 milyon olan Suriye nüfusunun 5,5 milyonu yurtdışına iltica ederken, 6 milyonu ise, özellikle İdlib ile Kuzey Suriye arasında, ülke içerisinde yer değiştirmiş durumda. Bunun tek sebebi savaş değil tabii ki. Rejimin bilinçli tercihi. Şam banliyöleri ve kırsalı, Humus kırsalı, Halep vs. gibi Sünni muhalif kesimin yaşadığı önemli yerleşim birimleri varil bombaları ile oluşturulan tedhiş ve Orta Çağ metotları ile kuşatılıp sakinleri açlığa mahkum edilerek, meşhur Çin malı yeşil otobüslerle kuzeye, İdlib’e gönderilmişti. 

Libya, Yemen ve Sudan’da değişen yapının yanı sıra, özellikle komşularımız Irak ve Suriye’deki demografik değişimler bir imparatorluk bakiyesi ve merkezi olan Anadolu'yu ciddi boyutlarda etkiliyor. Bugünlerde ülkemizde tartıştığımız konuların başında komşularımızdaki bu demografik değişimin bize olan sosyal ve iktisadi etkileri geliyor. Yeri gelmişken, bu tür demografik hamlelerin karışıklık çıkarmak suretiyle ülkemizde de yapılmaya çalışıldığını, velakin şu ana kadar başarılı olunamadığını not edelim. Ancak bu başarısızlık, çabaların sona erdiği anlamına gelmiyor. Irak ve Suriye’de yaşananlar bölgenin en güçlü ülkelerinden biri olan Türkiye için de önemli dersler içeriyor.

Savaşlar ve özellikle de iç savaşların temel özelliği, demografi ardından toponomi ve nihayetinde sınırların değişmesidir. Bunun en önemli örneklerini Balkanlarda (özellikle Bosna-Hersek’te), Irak’ta ve Sudan’da yaşadık. Şimdi de bir benzerini maalesef Suriye’de çok daha dramatik bir süreç içinde yaşamaktayız ve bu durum ülkemize de olumsuz olarak yansımakta.

Bundan yaklaşık bin yıl önce, Türk fetihleri döneminde, Anadolu, Irak ve Suriye coğrafyasında yoğun Türk göçü baskısı önce bölgede nüfusu, ardından Bizans ile Arap bölgelerindeki toponomiyi değiştirmiş ve nihayetinde bölgenin Türkler açısından da vatan olma süreci başlamıştı. Bölgeye yerleşen Türkler, Selçuklular ve Osmanlılar gibi dünya tarihini etkileyen iki önemli devlet kurmuşlardı. Türkiye’de cumhuriyet döneminde yapılan bazı isim değişikliklerine rağmen günümüzde Bolu, Kastamonu, Çankırı vs. gibi yerleşim merkezleri ve köyler, bu Türk yerleşiminin izlerini taşımakta, köy isimleri büyük ölçüde Oğuz boylarına dayanmaktadır. Aynı sürecin bir benzeri de Suriye ve Irak’ta yaşanmıştır. Irak ve Suriye’nin özellikle kuzey bölgeleri Türkmen iskânına sahne olmuş ve yer isimleri tıpkı Anadolu’daki gibi Türkleşmiştir. Bu süreç 20. yüzyılın başlarına kadar devam etmiş ve Osmanlı Devleti’nin yıkılmasının ardından hem Arap coğrafyasında hem de Anadolu’da bu yer isimlerinde değişiklikler meydana gelmiştir. Özellikle 1950’lerden sonra Irak ve Suriye’deki Baas diktatörleri bu yerleşim isimlerini demografinin aksine değiştirmişlerdir. Irak ve Suriye’deki iç savaşlar da hem demografi hem de toponomide yeni değişikliklere yol açmakta.

Yer isimleri ile birlikte demografi de değişiyor

Bunun en güzel örneği Osmanlılar döneminde Türkçe olan “Arap Pınarı” (Arab Punarı) isminin önce Arapça aynı manaya gelen Aynülarab’a, ardından da PYD/kantoncuların kullandığı şekliyle, 1911’de Bağdat demiryolunu inşa eden Alman şirketinin adına izafeten (Kompanie veya Bahn’dan) Kobani’ye dönüşmesidir.

Yer isimlerindeki her değişiklik ardından demografik değişikliğe dönüşmekte, demografi de yönetim de bu sıraya uygun olarak önce Türklere, sonra Araplara ardından PYD’ye geçmektedir. Nitekim Wikipedia’da şehrin resmi adı olarak “Aynülarab” yerine Kobani’nin kullanılması bile bu değişimin nasıl desteklendiğinin önemli bir göstergesi.

Yine Orta Doğu’da eski çağlardan beri çok yaygın ve aynı zamanda arkeolojik bir terim olan Arapça “tell” (tepe) ile başlayan yer isimlerinden kadim Telebyad (Aktepe) Kürtçe Gire Spî’ye dönüşmüştür. Halbuki çoğunluğunu Sünni Arapların oluşturduğu, Türkmen ve Ermenilerin de yaşadığı şehirde Kürtler nüfusun sadece yüzde 10’unu oluşturmaktadır. Bu toponomideki değişim bile bir yerleşim merkezinin demografisinin nasıl dönüştürüldüğünü göstermeye yeter. İşte sınır değişiklikleri de bu süreçlerin sonunda gerçekleşmektedir.

Diğer bir örnek de (günümüzde sehven “Resülayn” olarak yazılıp söylenen) tarihi “Re’sülayn”. Akkadça Res İna’dan (Pınarbaşı) gelen ve tarihi M.Ö. 9. yüzyıla uzanan bu yerleşim biriminin ismi Arapçaya da pınarbaşı manasına gelen Re’sülayn olarak geçmiş binlerce yıllık yer ismi, bugünlerde Kürtçe yine aynı anlamda “Sere Kaniye” (Serekani) olarak değiştirilmiştir. Afrin, Cezire, Rakka, Tabka, Menbiç ve Deyrizor’u içine alan bölge de siyasi bir isim olarak Batı Kürdistan manasına gelen “Rojavaye Kürdistane” veya kısaca Rojava (Batı) olarak anılıyor. İşin ilginci, Rakka, Tabka, Menbiç ve Deyrizor gibi Arap nüfusun ağırlıkta olduğu şehirler de bu bölgenin dahilinde kabul ediliyor ve fiili bir bölünme gerçekleştiriliyor. Kürtlerin yaşadıkları bölgeler ve Kürt nüfusu 1970’li yıllarda Suriye’nin ancak yüzde 10’unu oluştururken PYD, bugün Suriye topraklarının yüzde 30’undan fazlasını kontrol altında tutuyor.

Demografik mühendislik

Suriye genelindeki demografik değişimler son yıllarda hep bu şekilde gerçekleşti. Savaştan evvel 22 milyon olan Suriye nüfusunun 5,5 milyonu yurtdışına iltica ederken, 6 milyonu ise, özellikle İdlib ile Kuzey Suriye arasında, ülke içerisinde yer değiştirmiş durumda. Bunun tek sebebi savaş değil tabii ki. Rejimin bilinçli tercihi. Şam banliyöleri ve kırsalı, Humus kırsalı, Halep vs. gibi Sünni muhalif kesimin yaşadığı önemli yerleşim birimleri varil bombaları ile oluşturulan tedhiş ve Orta Çağ metotları ile kuşatılıp sakinleri açlığa mahkum edilerek, meşhur Çin malı yeşil otobüslerle kuzeye, İdlib’e gönderilmişti.

Şimdi de Astana Çatışmasızlık Anlaşmasına rağmen muhalif sığınmacılarla birlikte nüfusu üç milyonu aşmış bulunan İdlib’e yapılan yoğun saldırılar sonucu kuzeye, Türkiye’ye sığınmaya zorlanıyorlar. Böylece Esed rejimi Fırat’ın batısında muhaliflerden arındırılmış, homojen bir nüfus oluşturmayı hedefliyor. Rejim 2 Nisan 2018’de çıkardığı 10 numaralı kanunla da 30 gün içerisinde gerekli belgelerle hakkında müracaat yapılmayan boş emlakın mülkiyetine devlet tarafından el konulmasına imkan sağlayarak, geri dönüşleri de kanunen engellemiş durumda. Rejimin Fırat’ın batısında yaptığı demografik mühendisliğin bir benzerini önce DEAŞ, ardından da PYD Suriye’nin doğusunda tatbik etti. Fırat’ın doğusunda nüfusun önemli bir kısmını oluşturan Sünni Araplar ile Süryani, Keldani ve Ermeni gibi Hristiyanlar önce DEAŞ sonra da PYD yönetiminin uygulamaları sonucunda yerlerini ve yurtlarını terk ettiler ve mülklerine el konuldu.

Yukarıda ortaya konulan felaket tablosu bizlere de bütün farklılıklarımıza rağmen, aramızdaki sorunlar ne olursa olsun, ortak vatan mefhumunda birlik olmamız gerektiğini sarih bir biçimde göstermektedir. Yazımızı her zaman olduğu gibi bir son sözle bitirelim:

“Önce demografi, sonra toponomi, ardından da sınırlar değişir.”

[Prof. Dr. Cengiz Tomar Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi Rektör Vekili olarak görev yapmaktadır]

“Görüş” başlığıyla yayımlanan makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansı’nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.

 

Kaynak:

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.