Songül Kundakçı Cansız: TRT Arif Nihat Asya’yı Tanır Mı?

Songül Kundakçı Cansız: TRT Arif Nihat Asya’yı Tanır Mı?
Şimdi birileri diyecektir ki Arif Nihat Asya’nın doğum günü değil, ölüm günü değil, bu yazı nereden çıktı?

Arif Nihat Asya, Bayrak şairimiz…

Şimdi adını duymayan, şiirlerini bilmeyen kalmadı ama yaşarken yok sayıldı büyük şair Arif Nihat Asya (1).

5 Ocak 1937’de Adana’nın işgalden kurtuluşunun 15. Yıldönümü için yazdığı “Bayrak” şiiriyle Adana’dan başlayarak tüm yurtta bayraklaştı ama göz göre göre görmezden gelindi.

Şimdi birileri diyecektir ki Arif Nihat Asya’nın doğum günü değil, ölüm günü değil, bu yazı nereden çıktı?

Bu yazı 1946 yılının gazetelerini tararken gördüğüm, ilginç bulduğum bir haber ve bir yazıdan dolayı yazıldı.

Arif Nihat Asya Adana Erkek Lisesi Edebiyat öğretmeniydi, iyi bir eğitimciydi; mektepten memlekete indi, yüreği menfaati için değil memleketi ve öğrencileri için attı.

Şiirler, yazılar yazdı, milletle ortak paydası vatan-millet sevgisiydi. Şiirleri dillerde destan oldu.

Ama 1940’lı yıllarda rüzgâr kuzeyden esti, soğuk soğuk, Demirperde gerisinden.

Milli Eğitim Bakanlığı şiirlerini kitaplardan sildi, Turancıdır diye…

Milli Eğitim Bakanı, müdürlükten attı, büyüklerle konuşmayı bilmiyor diye…

Yardakçılar, şairi sattı; idareciler üstünü çizdi; “büyükler”e hoşşikçilik olsun diye…

TRT defterinden sildi, milliyetçi ve mukaddesatçıdır diye…

“Ankara’nın taşına bak”madı, Ankara’nın taşıyla başını yardılar diye…

“Çukurova’da gezen bülbül”dü, Ankara’ya gitmedi, kafese koyarlar, sustururlar diye…

Kimselere hoş gelmedi, muhaliftir diye…

Bakan Bey’ler (Cavit Oral, Hasan Ali Yücel) affetmedi, kendi yolunda yürüyor, bizim yolumuzda gitmiyor diye…

Adana’da yazdı çizdi, nutuklar attı, nükteler söyledi, efsane oldu Arif Nihat Asya. Şairle baş edemez olunca sürdüler Edirne’ye; yazamasın, kimseleri etkileyemesin diye diye…

Şairin cismi gitti Edirne’ye; ruhu, şiirleri geldi geriye.

Attılar, sattılar, sildiler, üstünü çizdiler, mimlediler, sürdüler, görmezden geldiler, yok saydılar ama şair boyun da eğmedi, kimseye de küsmedi; yaz-kış demedi, sabırla, emekle çalıştı.

Kimselere dayı demedi köprüden geçmek için. Suların başında karşıya geçmek için beklememek, başkalarının köprüsünden geçmek zorunda kalmamak için kendi köprüler kurdu. “Bayrak şairi Arif Nihat Asya” haline geldi, şiir tahtına da milletin gönül tahtına da oturdu.

Yetimdi, öksüzdü, kimsesizdi şair; ona sahip çıkıp okutan bir devleti vardı, bir de kucak açan milleti.

O büyük Asya’nın evladı, adı güzel Muhammed’in ümmetiydi. Bir ana kucağı, bir baba ocağı yoktu gidecek; sığınacak bir yeri de eşinin dizinden başka. Adana’da hu hu’lara karışan mübarek akşamlarda Yasinlere, dualara sığındı, bekledi.

Anlamaya çalıştı başına gelenleri, yok sayılmasını anlayamadı: “Düşünüyorum, demek ki ben de varım. O halde varlığımı inkâr edenlere sırası gelince söylenecek bir çift lafım da vardır, inkâr eden ister sağcı, ister solcu, ister ortada sandık olsun” diyerek sesini duyurmaya çalıştı.

Aslında o yıllarda bunun sebebi belliydi ve şair de bunun farkındaydı ve şöyle yazdı: “Solcuların sağcılardan çok yüz bulduğunu görüyor, bunun sebebini sormaya hak kazanıyorum.”

Hesap sordu yazılarıyla ama nafile.

Boş durmadı, yeri geldi kelimeler kanat oldu ona yeri geldi kalemi gaga. Yazdı, yazdı, yazdı…

“Yazı bizde, tura bizde, at damgalar gibi insan damgalamak bizdedir” diyerek kendine yapılanlardan şikâyet etti ama elinden bir şey gelmedi.

1940’lı yıllar Türkiye’de milliyetçiliğin suç sayıldığı yıllardı çünkü. Almanya’nın savaşı kaybettiğini gören iktidar Sovyetlere şirin görünmek için 1944’te milliyetçileri toplayarak “Tabutluk”larda işkencelere maruz bıraktı. Aklanıp beraat etseler de milliyetçilik fikrine olumsuz bir imaj yapıştırılmış oldu bir kere. Bayrak şairi de bundan nasibini çeşitli vesilelerle açılan soruşturmalarla, sürgünlerle aldı.

Adana; kültürüyle beslediği, evladı bildiği şaire yapılanları hoş görmedi, sahip çıktı, ezdirmedi yüce bilinen cücelere.

Adanalıların gönlü razı gelmedi şairin sürgün edilmesine. 1950’de Edirne’den çağırdılar onu, mektepten Meclis’e gönderdiler, o artık bizim vekilimizdir diye…

1975’in 5 Ocak günü, Adana’nın kurtuluş gününde, eşine sordu “Bugün 5 Ocak, değil mi” diye… Ve “Veriverdi son nefesini”,

“Yıkanıp, süslenip tabutlanmak / Halka ilandır cülusumuzu

Sonra-her yıl- bizim de kutlayacak / Çıkar elbet şeb-i Arus’umuzu”(2) diye…

Şairin Allah(CC)’a kavuşma gününü kutlayanlar çıktı elbette ama asıl çıkması gerekenler çıkmadı.

Şair Şiir ve Şehir Arif Nihat Asya’nın İzinde Adana isimli kitabım için araştırma yaparken gördüm ki öldüğünde bile görmezden gelinmiş büyük şair, şaştım kaldım.

Meğer bizim TRT, “Bayrak” şairini yaşarken yok saymış, Arif Nihat’ı hiçbir programa davet etmemiş, şiirlerine programlarında yer vermemiş.

Düşünebiliyor musunuz, şairin Kıbrıs Rum Radyo ve Televizyonunda görüntüsü ve sesi varmış ama TRT arşivlerinde yok. El insaf!

5 Ocak 1975 akşam haberlerinde de TRT, şairin ölüm haberini kısaca geçiştirmiş.

Sadık Kemal Tural, o tarihte TRT’de İsmail Cem’e iç ve dış haberler danışmanlığı yapan Mehmet Barlas’ın haber verildiği halde şairin cenazesine ilgi göstermemesini, TRT’nin milliyetçi düşüncelerinden dolayı şaire yaşarken uyguladığı engelin vefatında da devam etmesini, şu sözlerle anlatır:

“İstiklâl Marşı dışında, bayrak üzerine yazılan en güzel şiirin sahibine TRT, yaşarken hayat hakkı tanımamıştı. Şimdi ise rahmet âlemine göçmüş, bir gün sonra toprağa verileceğinden son hazırlıklar yapılıyordu. Ahmet Bican Ercilasun ile birlikte TRT Kurumuna ‘cenazeye bir kameraman gönderilmesini; bu büyük şair için radyo veya televizyonda on dakikalık bir program yapılmasını’ istirhama gittik. Yetkilinin M. Barlas olduğunu söylediler. M. Barlas şiiri bilir mi Arif Nihat’ı tanır mı kısacası Türk’ü tanır mı? Biraz düşündük ama çaresiz, kapısını çaldık. M. Barlas Efendi kendini oraya getirenlerden aldığı ölçüsüz bir cüretle bize söz dahi söyletmedi; cevabı ‘Biz işimizi biliriz, nereye kamera göndereceğimizi de... Gerekli görürsek program yaparız.’ oldu. […] Hayatında bir mısra şiir söylememiş, şairlikten nasipsiz, propagandaların şişirdiği balonlar için programlar düzenleyen TRT şairin ölümünü ölü sessizliği ile geçiştirdi” (3)

Mehmet Barlas, Arif Nihat Asya’yı muhtemelen tanıyordu, çünkü Arif Nihat öldüğünde ünlü bir şairdi. Hatta Arif Nihat Asya’nın hiciv yazılarından Mehmet Barlas’ın babası da nasibini almıştı.

1946 yılının gazete haberine göre Demokrat Parti’nin kuruluşuyla teşkilatlı muhalefeti ilk defa içine alan TBMM’nin son oturumunda asabî bir hava hâkim olmuş ve Mehmet Barlas’ın babası Gaziantep milletvekili Cemil Barlas, TBMM kürsüsünde “Söz sokağa düşmüştür” (4) ifadesini kullanınca mecliste büyük tartışmalar yaşanmış.

Meclisteki bu konuşmayı duyan şair, Mehmet Barlas’ın babası Cemil Barlas’a Demokrat gazetesi Ayın Aynası köşesinde “Sokak” başlıklı zehir zemberek şu yazıyı yazmış:

“ ‘Söz sokağa düştü’ diyorsun., öyle mi?

Bunun, konuşma dilinde aslı ‘söz ayağa düştü’ olduğuna göre biz ayak takımıyız.. öyle mi?

Öyle ise peki...

Dinle; sokak söze başlıyor:

Bilmiş olasın ki on sekiz milyonun en az on yedi şu milyonu memleket sokaklarının çamurudur. Fakat bu yekûn senin dört ayağın, yâni senin paryaların değildir.

Söz sokağa düştü, demek... Hayır, söz sokağa düşmedi.. çünkü zaten söz sokağındır… Söz, olsa olsa sokağa dönmüş olabilir. Yazık ki henüz dönmüş de değildir. Nerde o günler... keşke dönmüş olsaydı!..

Ne zaman hâkimler hâkimi çıkıp ‘söz sokağındır’ derse hak ve hakikat öz dilini o zaman bulmuş olacaktır. O zaman senin gibi konuşanların yüzü şibih münharife, ayakları yengece dönecektir!

Sen bizim sokağımızı ve sokağımızda bizi tahkir edecek kim oluyorsun? Sen ki orada sokaklar namına konuşacaklardan biri olmalıydın.

Biz sokağın çocukları, sokağın kendisiyiz. Anlayalım: Sen hangi caddenin, hangi bulvarın nesisin?

Bütün bu memleket ‘köy, toprak, sokak’ diye halâsa edilebilir. Yurdun en yüksek kürsüsünde aslını tahkir ederken kabahat senin değil, seni ‘Yuha’ larla aşağıya indirmeyenlerindir. […]”(5)

Mehmet Barlas’ın o tarihte TRT’de görevli olması, şairin cenazesine kamera gönderilmesi için ona başvurulması tesadüf müdür, tevafuk mu bilinmez ama ilginç bir durum olduğu kesindir.

“Türkü, ‘Ankara’nın taşına bak!’ diyor... Bakmayacağım işte...” diye küskünlüğünü dile getiren şair, haksız mı sevgili okurlar?

Kaynaklar:

1) Arif Nihat Asya ile ilgili ayrıntılı bilgi için bk. Songül Kundakçı Cansız(2020). Şair Şiir ve Şehir Arif Nihat Asya’nın İzinde Adana. Ankara: Akademisyen Yayınevi.

2) Asya, Arif Nihat (2005). Ses ve Toprak. İstanbul: Ötüken Yayınları.

3)Tural, Sadık Kemâl (Ocak 1976) “Ölümünün Birinci Yılında Arif Nihat Asya'nın Düşündürdükleri”, Töre Dergisi, S. 56, s. 13.

4)İmzasız (16 Ağustos 1946) “Teşkilatlı muhalefeti ilk defa içine alan BMM’nin son oturumunda asabi bir hava hâkim oldu”, Demokrat gazetesi, S.44 s.3.

5) Asya, Arif Nihat (16 Ağustos 1946). “Sokak”, Demokrat gazetesi. S.44 s.1.

adananinkurtulusunun100yiletkinlikleri.com

Kaynak:

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.