Sezai Karakoç Ve Dergiler: 2.
Sezai Karakoç Ve Dergiler: 2.
“Çok erken bir uyanmasıydı zihnimin”
Sezai Karakoç, daha ortaokuldayken kendi kendini yetiştirmeye çalışan bir öğrencidir. Nitekim yatılı okumak için Maraş ortaokuluna giderken yanına Arapça ve Farsça gramer kitapları almıştır. Bu bize, onun aile ocağının kitaplara yabancı olmadığını gösteriyor. Müslüman toplumlar, her zaman ve her yerde okuryazar bir toplum olma özelliği taşımaları dolayısıyla evlerinde hep kitap bulundurmuşlardır. Ancak cumhuriyetten sonra anlaşılmaz bir geçmiş düşmanlığı acımasızlığıyla ailelerin ellerindeki kitaplar âdeta istenmeyen kitaplar haline gelmiş ve yeni toplum için tehlikeli görülmüştür. Bu yüzden de belli ki, çocuk yaştaki Sezai Karakoç’un yanına aldığı kitapların okulda açıktan okunması riskli bir iştir. Tıpkı namaz kılmanın olduğu gibi:
“Mümkün olduğu kadar namazlarımı kılmaya çalışıyordum. Gizli gizli, köşe bucakta. Yakalandığım takdirde ne olacağı belli değildi durumumun.
Evden götürdüğüm birkaç kitapla da, yine gizli gizli kendi kendime arapça ve farsça çalışıyordum. Osmanlı devrinde her halde ortaokul kitabı olarak hazırlanmıştı bu kitaplar. Çünkü: o zaman arapça ve farsça dersleri mecburi derslerdi. Ben de evde bulup da yanıma aldığım o kitaplardan “emsile”yi ezberlemiş, farsçamı da oldukça ilerletmiştim.”[1]
Sezai Karakoç’un dile duyduğu bu yakınlık yanında edebiyat ilgisi de daha bu dönemde gelişmeye başlamaktadır. Daha çok da Tanzimat ve Meşrutiyet dönemi yazarlarının yer aldığı birkaç eski seçmeler kitabından Mehmet Akif, Namık Kemal, Abdülhak Hamid, Süleyman Nazif, Tevfik Fikret ve Ziya Gökalp gibi birçok şair ve yazarın örnek ürünlerini okuyordu. Ders kitaplarıyla yetinmeyerek okuduğu bu kitaplar, onun din duygusunu güçlendiriyor, yüreğini vatan ve millet duygularıyla dolduruyor ve birtakım meseleler üzerine düşünmeye sevkediyordu.
Karakoç, Maraş ortaokulundayken bir 12 Şubat, yani Maraş’ın kurtuluş günü dolayısıyla Kâzım Karabekir’in kutlama törenlerine katıldığını anlatır anılarında. Günün akşamında verilecek bir müsamerede, bir öğrenci grubu, sözü ve bestesi Karabekir’e ait “Türk Yılmaz” marşını okuyacaktır. kendisinin de içinde bulunduğu öğrenci grubu, bir müzik öğretmenin yönetiminde marşın provasını yaparken Kâzım Karabekir de salona gelir: “Çocuklara ben öğreteceğim, dedi, marşı. Paşam siz zahmet etmeyin, yorulmayın dedilerse de dinlemedi. Bize heyecanla marşı öğretmeye başladı.”
Ertesi gün Paşa okula da gelir. Belli ki okulun parlak öğrencisi olduğu için, gösterilecek sınıflar içinde onun bulunduğu sınıf da seçilmiştir: “Müdür bizim sınıfa getirdi. Dersimiz Türkçe idi. Öğretmen, beni, olduğum yerde yani sırada ayağa kaldırdı. Müdür birçok soru sordu. Kâzım Karabekir Paşa dinliyordu. Bir metin hakkında açıklamalarda bulundum, ütün sorulanları cevaplandırdım. Sonra müdür “bunda kıstas nedir?” diye sordu. Öbür arkadaşlarla kıyaslanamayacak kadar Osmanlıca kelime dağarcığım zengin olduğu halde, şanssızlık bu ya “kıstas” kelimesinin karşılığını o anda tam anlamıyla çıkaramadığım için, biraz genel bir cevap verdim. (…) Sonra, Paşa memnuniyetini belli etti”.[2]
Bu sıralarda ortaokul ikinci sınıftadır ve geceleri ders yanında ders dışı okuma ve öğrenme çalışmaları da sürdürmektedir. “İslâm klasikleri de öbür klasikler arasında yayınlanmaya başlamıştı. Harçlığım çok sınırlı olmakla birlikte kitap alıyordum. Attar’ın Pendname’sini yemekhane nöbetinde okudum. Bir arkadaş, evlerinde çok eski kitaplar olduğunu söyledi. Evine gittik. İnsan boyuna yakın büyüklükte tefsirler vardı. Bir Mesnevi şerhi, bir de farsça öğreten birkaç kitap aldım. Mesnevi Şerhinde hem metin, hem lugatler, hem anlam, hem de açıklama vardı. Bu benim için çok yararlı oldu. Adeta Mesnevi’yi anlamaya başlamıştım. Ortaokulda ikinci sınıftaydım. Çok erken bir uyanmasıydı bu zihnimin. Ziya Gökalp’le ilgili kitaplar okuyordum. İsmail Habib Sevük’ün kitabını okuyordum. Sarıklı İhtilalci Ali Suavi adlı kitabı bulmuştum o ara ve okumuştum. Arif Nihat Asya’nın Bir Bayrak Rüzgar Bekliyor” adlı kitabı da yeni çıkmıştı o sıralar; onu okumuştum. Bir sınıf kütüphanesinde Carlyl’ınKahramanlar’ını bulmuş ve okumuştum. Dine karşı bir eğitim vardı o sıralar. Bütün ülkede din konusunda büyük bir baskı vardı. Adeta İslâm demek yasak ve suçtu. İslâmanisbi bir hürriyet verilmesi bile söz konusu değildi. Ama ben kutsal islâmla ilgili ne bulsam okumak istiyordum. Birtakım dini dergiler de ilk kez çıkmaya başladı: Hakka Doğru, Tanrı Kulu, İslâmiyet gibi, Sebilürreşat da yeniden çıkmaya başladı. Öte yandan Orhondan Sesler, Altınışık, Kızılelma gibi milliyetçi dergiler de çıkıyordu. Bir yaz tatilinde babam, OrhondanSesler’i getirdi. Nihal Atsız’ın başvekile mektubu, bir hayli ateşli bir mektuptu. O zamanlar olay olmuştu. Kısacası, geniş bir okuma alanım vardı. Divan şiirlerini ezberliyordum. Necnettin Halil Onan’ın antolojisinden bir hayli şiir ezberlemiştim divan şairlerinden. Bizden bir yukarı sınıftaki bir ağabeyin şiir defterinden ve kitaplarından da, nisbeten, halk şiirleri, enteresan şiirlerle tanışma imkânım olmuştu.
(…)
Çağdaş şair ve yazarları tanıtan bir kitap. Cahit Sıtkı’yı da oradan tanıyorum.
Güz mevsiminde, Maraş, damlarına kırmızı biberler serilmiş, çınlayan gün ışığında parıl parıl yanarken, bir yandan islâmlahaşır neşir olma, bir yandan ders, bir yandan da dergiler ve şiirler, kitaplar, arapça, farsça ve Fransızca çalışmaları içinde geçiyordu ortaokul yıllarım.”[3]
Ulu Kanal
[1] Hatıralar, Diriliş, Dönem: 7, sayı: 28, 30 Ocak 1989.
[2] Hatıralar, Diriliş, Dönem: 7, sayı: 29, 6 Şubat 1989.
[3] Hatıralar, Diriliş, Dönem: 7, sayı: 29, 6 Şubat 1989.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.