Sezai Karakoç için kim, ne söyledi?
Geçtiğimiz hafta Diyarbakır'da yapılan ve yankıları hâl süren Sezai Karakoç sempozyumundaki konuşmalardan dikkat çekici bazı görüşler ve değerlendirmeler.
Yaşar İliksiz'in haberi
12-14 Nisan 2012 tarihlerinde Diyarbakır'da Dicle Üniversitesi konferans salonlarında Sezai Karakoç'un edebiyatçı kimliği, şairliği, edebiyattaki duruşu, inanç kimliği, mütefekirliği, medeniyet, devlet, doğu-batı, metafizik, mekan, mimari görüşleri ve diriliş felfesine değin pek çok yönü gündeme getirildi.
Akademisyen, yazar ve şairlerden oluşan 47 katılımcının onbeşer dakikalık sunumları içinde ünlü edebiyatçı ve mütefekkirin düşüncelerini bilimsel temelli izaha çalıştığı oturumlarda, oldukça kayda değer nitelikte görüşler yer aldı.
Diyarbakır Valisi Mustafa Toprak'ın ilk gün oturumlarının tamamını, Dicle Üniversitesi Rektörü Ayşe Jale Saraç'ın ise her iki gün boyunca sunumların büyük kısmını salonda izlemesi sempozyumun kayda değer notları arasındaydı.
Sempozyum sonrasında katılımcıların hepsi, sempozyumun yararlı olduğu konusunda fikir beyan ettiler. İşte görüşlerini videoya alabildiklerimizin ses kayıtları:
POLEMİKÇİ SEZAİ KARAKOÇ
Sempozyumun ilk oturumunda YÖK üyesi Prof. Dr. Durmuş Günay'ın başkanlığında Rasim Özdenören ve Ebukekir Eroğlu anılar ışığında sunumlarla yer aldılar.
Rasim Özderen, Sezai Karakoç'la Nuri Pakdil'in yönlendirmesiyle nasıl tanıştıklarını ve dost olduklarını anlatırken onun çok bilinmeyen polemikçi yönünden söz etti. Sezai Karakoç'un 2. Yeni'nin yayın organı olarak görülen Pazar Postası'nda yazdığı yıllardaki polemiklerlerinden söz eden Özdenören, "O yazılarda İkinci Yeni şiirinin 2. Dünya savaşından arta kalan yıllarda Türkiye'nin konumu ile arasında bağlar kuran polemikler vardı. O yazılarda Sezai Karakoç'un ne yaman polemikçi olduğu görülebilir" dedi.
Pazar Postası yazıları arasında Cahit Sıtkı Tarancı'nın ölümü ile ilgili yazdığı "Ölüm Tellaları" adlı yazıyı hiç bir kitabına almadığını belirten Özdenören, " Pazar Postası 1959-62 arasında yazısı Sezai beyin yok? Askerde çünkü. O sırada Bitlis'te askerlik yapan Nuri Pakdil bana mektuplarda onunla tanışmamı tavsiye ediyordu" dedi.
Karakoç'un Marmara Kıraathanesi hatıralarını da anlatan Özdenören, "Eğer Türkiye'de Nobel kadar ünlü bir edebiyat ödülü olsa ve o bir tek edebiyatçıya verilecek olsa, benim için tartışmasız olarak o tek isim Sezai Karakoç'tur" diye sözlerini bitirdi.
SEZAKİ KARAKOÇ OLMASAYDI...
Oturumun ikincisi konuşmacısı olan Ebubekir Eroğlu, Sezai Karakoç'un Dirilişçi yönüne vurgu yaparak, " Sezai Karakoç'u İkinci Yeniden ayıran bizim bir yönüyle hiç bozulmayan, bozulmaya imkân vermeyen Anadolu insanının modeliydi" dedi.
"Şair olarak da Ping Pong Masası?ndan ve Balkon?dan başlayarak imgelerini yenilediğini görüyoruz. Tek odakta yoğunlaşan imgeler çoğalmaya başladı. Artık yan cümlecikler şiire yedirilerek anlama önem vermeye başladı. Zihindeki kamaşmaların bir sonucu olarak şiiri de değişti" diyen Eroğlu, sözlerini şöyle sürdürdü: " Karakoç ile İslam medeniyetinin anlam dünyasına açılmaya başladığını gördük. Bu üç kitap bir eşik atlamadır. İslam medeniyetinin geniş kültürüne şiir olarak girdik. Şiirle gelmiş olmasının önemi hissedişi getirmesidir. Tarih kitabı bize bilgi öğretebilir ama onu hissettiremez. Hissetmek öğretilemez. Mesela Bedir savaşını tarihten öğrenebiliriz ama onu hissettiren bazen bir mısra olabilir? İslam Medeniyetinin şiirle yan yana gelmesi Mehmet Akif?in Çanakkale Savaşı, Yahya Kemal?in ?Galip et Ya Rab, bu son ordusu İslamiyet?in? dediği kurtuluş savaşları şiiri gibi örneklerde kendisini göstermekle birlikte bir felsefeye eklenmemişlerdir. Bu açıdan Sezai Karakoç'un şiiri olmasaydı, şiir dünyamıza girmeyecek olan bir duygu bizim dünyamıza onun şiiri ile girmiştir, diyebiliriz. Bizim bozguna uğradığımız bir dönemde Yunus Emre?nin yaptığı gibi Sezai Karakoç da şiirle girmiştir dünyamıza ve bize nasıl bir millet olduğumuzu hissettirmiştir"
Ebubekir Eroğlu sözlerini şöyle noktaladı: "Ne kadar konuşursak konuşalım aslolan o şiiri okumaktır, hissetmektir. Şiirin fonksiyonlarında bir tanesi unutturmak değildir. Şiirin asıl fonksiyonu hissederek hatırlatmaktır. Şiiri kendinde olan hisseder"
SEZAİ KARAKOÇ'UN ŞAİRLİK EVRELERİ
Sempozyumun 4. oturumunda Sezai Karakoç'un şiiri üzerine görüşlerini aktaran Prof. Dr. Abdullah Uçman, "Şehrazat 1001 gece kahramanı iken şari okuru fizik ötesine götürür. Şair mimarı kendisinin olduğu rüya gibi bir dünya kurgulamaktadır. Aşkın yüceliği vardır bu şiirde. Tıptı İkinci Yeni şiiri dolayısıyla konuşulan şiirlerinde görüldüğü gibi?" diye başladığı konuşmasında özetle şu noktalara dikkat çekti:
"Karakoç, Kişiliğini bulmaya başladığı Rüzgâr ve Yağmur Duası gibi şiirlerinde Ahmet Muhip Dranas ile Necip Fazıl Kısakürek arasında durmaktadır.
Mona Rosa ise modern bir Leyla Mecnun denemesidir. Bir gencin ağzından aşkı anlatır bize.
Şahdamar ile ustalık dönemi başlar. Hızırla Kırık Saat?te onun şiirlerindeki Metafor Azra Paund'un kantolarına benzemiştir.
Gül ve ne kadar bize ait başka değer varsa Sezai Karakoç onun temsilcisi olur. Şair bu şiirlerde edebi hayatın sırlarını çözmüş gibidir.
Kapalı anlatım biçimine kayan şiirin arka planı zengin imgelerler doludur. ?Büsbütün anlamsız şiir olmaz? der. Yeniliği eskinin sırrını keşfetmek olur görür.
Onun şirinin yeni bir şiir olduğu kadar yeni bir şiir olduğu da vurgulanmaktadır.
Büyük şiiri okumadan önceki insan ile okuduktan sonra okuduğu insan arasında bir fark vardır? Zaten hayat insanın sürekli olarak kendisini araması değil midir?"
Kamil Eşpak Berki, "nehirlerden doğan yeni dünya ve eski dünyadan yeni geleceğe Sezai Karakoç" başlıklı sunumunda ünlü şairin şiirlerinde geçen nehirlerden yola çıkarak, onun nehirler vasıtası ile dikkat çektiği medeniyetlere değindi.
KARAKOÇ TÜM İSLAM ALEMİNE SESLENMİŞTİR
Sempozyuma Mısır'dan katılan Sohag Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Tevfik Sabri Hammam, Sezai Karakoç'un yalnızca Türklere değil tüm Müslüman halklara seslendiğine dikkat çekerek, "Karakoç7un Şeyh Galip ve Fuzuli çizgisinin son dönem halkası olarak görmek gerekir. Şiirlerindeki kronolojik sıraya dikkat edilirse Diriliş ruhunu adım adım somutlaştırmıştır. Sezai Karakoç'un felsefesi yakın zamanda sınırlar aşacak şekilde yükselecek ve yurt dışında da insanları bu felsefeye dikkat çekmeye başaracaktır" dedi...
KARAKOÇ AĞIT YAZMAKTAN DEĞİL MEVLİD YAZMAKTAN YANADIR
İnönü Üniversitesi öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Taner Namlı, "Sezai Karakoç'un şiirlerine ölümün mutlak eşitleyiciliği" başlıklı bir sunum gerçzekleştirdi.
Karakoç'un şiirlerinde ölümle ilgili çok bahis olduğuna dikkat çeken Namlı, ?Bizler ölümümü sadece cesedin yitimi olarak algılarız. Oysa ruh yaşamaya devam eder ve ölüm başka bir dünyada doğmak anlamına gelir. Dünya ait olunası bir mekan olmaktan çıkar. Bu bir doğumdur. O yüzden de Karakoç, ağıt yazmaktan değil mevlid yazmaktan yanadır? dedi.
***
KARAKOÇ'UN ŞİİRLERİ ANTİTEZ DEĞİL TEZDİR
Prof. Dr. Ramazan Kaplan, ?Sezai Karakoç şiirinin düşünce temeli? baylıklı sunusunda ?Diriliş bir edebiyat akımı değil Hakikat edebiyatıdır? dedi. ?Diriliş sanat ve edebiyatı bir araç olarak görmez. Çok yönlü bir düşüncenin farklı olguları olarak görür. Diriliş bir mistik akım da değildir. Onun metafizik kavramları mistisizmden farklıdır. Şahdamar değerler kavramlarının ifadeleştirildiği şiirlerdendir Toplumsal çözülme ve bozulma karşısında seslendirilen bir karşı duruştur?" şeklinde konuştu.
Kaplan, Sezai Karakoç şiiri şiirin estetik dokusunu ihmal etmeden yapılan bir kültür eleştirisidir ve hiç bir Türk şairi Sezai Karakoç kadar bu kavramları bu denli belirgin ve kapsamlı eleştirmemiştir" diyerek sözlerini şöyle noktaladı: "Sezai Karakoç'un şiirlerinin temel konusu Ortadoğu ve İslam dünyasının içinde bulunduğu sorunların çözüm reçetesidir. İnsanların ve medeniyetin sorunlarına reçeteler sunar. Bu yüzden de Sezai Karakoç'un şiirleri yoğun eleştiri içermesine rağmen bir antitez değil tezdir!"
KARAKOÇ METAFİZİK DÜŞÜNCEYİ YOK SAYAN BATIYA KARŞI DURUR
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi öğretim üyesi Münire Kevser Baş, "Sezai Karakoç'un düşüncesinde 'Çağdaş Mezafizik Anlayışı' ihtiyacı" tezinde Batı ve Doğu felsefeleri kıstasında Sezai Karakoç'un durduğu yere vurgu yaptı ve "Sezai Karakoç şiiri, metafizik duyarlılığı yüksek bir şiirdir" dedi.
"Karakoç, Batı'nın en temel değeri akla verilen değerin artık bir engel bir bağ olduğun belirtir ve Batının erdem unsurunu dışlayıp sadece pratik değerlere kıymet vermesini eleştirir. Sonsuzluk kavramının Tanrı yerine konulduğunu saptar ve buna karşı çıkar" diyen Baş, "Karakoç'un en önemli eleştiri teknolojik boyutadır. Bunu, 'pozitif bilimin karayemişi' diye eleştirir, Akıl yerine zeka, ruh yerine nefsi ön planda tutan batıyı eleştirir ve metafizik kavramını ikinci plana atmış olan batı düşüncesinin insanlığı bunalıma ittiğine işaret eder" diye konuştu.
Karakoç?un metafizik kavramı ile ne kast ettiğine de dikkat çeken Baş, ?Karakoç güncel kavramlar kullanmayı tercih eder. Metafizik de öyle. Metafizikten Gaybı kast ettiğini söyleyebiliriz. Bunların bilgisine de aşkın bilgi diyebiliriz. Gayb alemi her ne kadar akıl yolu ile bulunamaz ve fizikle hissedilemezse da vahiy yardımı ile hissedilebilir hale getirilebilir? Vahiy ve ilham ile insan ölüm olgusunu doğru kavrayarak ruhunu diriltebilir, aksi takdirde Batı'nın istediği gibi sadece aklı ile dünyayı algılaması onu bir kanadı kırılmış canlı haline getirir" dedi.
SEZAİ KARAKOÇ'TA HIZIR İMGESİ
"Hızırla Kırk Saat Şiirinde Kültürel İmgelerin İhyası ve İmhası" başlıklı sunumuyla sempozyuma damgasını vuruan isimler arasıda yer alan Ömer Lekesiz "Karakoç, Hızır imgesini çok zengin bir çağrışım gücüne sahip olmakla, yüzlerce perdenin açılması gibi, onu izleyen her kelimede yeni bir anlama, her anlamda yeni bir tanıma bağlanarak tüm zamanları kuşatan "hakim hikaye"ye dönüşüyor" dedi.
Karakoç şiirinde sadece Hızır'dan değil Hızırlardan söz edilmesi gerektiğine dikkkat çeken Lekesiz, "Hac 63., Kehf 31., Rahman 64., Ahzap 32. Ayetlerde zikredilen ve "Hdr" kökünden türeyen siyahla beyaz arasında bir renk, yeşillik, yeşilin bol olduğu yer, yemyeşil olmak, mütevazılık ve itaatkarlık anlamıyla doğrudan Kur'an'a bağlanan bu kelime, "Kıyamet gününden önce / Hızır çekilecektir yer yüzünden / Sonra yeşillikleri yaylaların / Eski zaman duvarları gibi yükselen çınarların / Çinilerin minyatürlerin duayı ansıtan boyaların / Güneşte bir kuş gibi çırpınan kasabaların / Göz ağrısı getiren tozların / Yeşili kırmızısı sarısı çekilecek önce" dizeleriyle de Efendimiz'in şu hadisine bağlanıyor: "Hızır'ın Hızır diye isimlenmesi şuradan gelir: O, kupkuru beyazlamış ot destesinin üzerine oturmuştu. Deste, altında derhal yeşerdi." diye konuştu.
"Öte yandan İbn Haldun'un "hadara" kelimesine ve tasavvufi "Ricalü'l-Gayb" kavramına bağlanan Hızır kelimesi, Mehdi'ye evrilen tanımıyla ve "Biz bir Hızır'ız ama belki bin Hızır gibi" nitelemesiyle bir özel isim olmaktan çıkıp Nil'den Çin'e uzanan coğrafyada bir sıfata, bir lakaba dönüşüyor" Durum böyle olunca Sezai Karakoç'un şiirlerindeki bağlaçlara bile dikkat edilmesi, kelimelerin kök bilgilerine, kültürel karşılıklarına ve yeni içeriklerine bakılması zorunlu hale geliyor" diyen lekesiz, Karakoç'un Ricalül Gayb ehline yaptığı vurgu ile İslam Medeniyetinin dirilişi için insanlara çağrı yaptığını vurguladı.
(Haber 7)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.