Sezai Karakoç: Bu haliyle ‘Ayasofya dev bir mamut iskeleti, tarihi bir ceset’tir

Sezai Karakoç: Bu haliyle ‘Ayasofya dev bir mamut iskeleti, tarihi bir ceset’tir
Gündemdeki “Ayasofya” tartışmaları üzerine Nizamettin Yıldız bize Sezai Karakoç’un önemli bir yazısını hatırlattı. Kitaplara alınmayan bu yazıda Karakoç, “Ayasofya’nın cami olmaktan çıkarılması bir sebep değil bir sonuçtur. Tekrar cami olarak açılması..

Bu haliyle ‘Ayasofya dev bir mamut iskeleti, tarihi bir ceset’tir

Gündemdeki “Ayasofya” tartışmaları üzerine Nizamettin Yıldız bize Sezai Karakoç’un önemli bir yazısını hatırlattı. Kitaplara alınmayan bu yazıda Karakoç, “Ayasofya’nın cami olmaktan çıkarılması bir sebep değil bir sonuçtur. Tekrar cami olarak açılması da bir sebep değil bir sonuç olacaktır” diyor.

Geçmişten günümüze kadar Ayasofya ile ilgili birçok haber, makale, şiir, röportaj ve konferanslar yayınlanmıştır. Üstad Sezai Karakoç da Ayasofya ile ilgili çeşitli yazılar kaleme aldı. O yazılardan bazıları şu eserlerinde bulunmaktadır:

Ayasofya Ne Kadar Sabırlısın?  (Sütun)

Ayasofya’nın Anlamı  (Dirilişin Çevresinde)

Kaderimizin Ayasofya’sı, Ayasofya’mızın Kaderi  (Diriliş dergisi, 1990, sayı: 78)

Üstadın ilk iki yazısı birçok baskısı yapılan kitaplarında binlerce okuyucuyla buluşmuştur. Diriliş dergisinde 1990 yılında yayınlanan yazısına ise şu ana kadar herhangi bir kitabında yer verilmediği için ulaştığı okuyucu sayısı sınırlı olsa gerek. Bu yazının kitaplara konulmayışı sebebine gelince; sanırım o günlerde yoğun bir şekilde tartışma konusu olması, bazı siyasi partilerin ve şahısların isimlerinin geçmesi vb. nedenlerden dolayı olabilir.

Kısaca hatırlatmak gerekirse; 90’lı yıllarda Ayasofya’nın ibadete açılması için muhalefet partilerinden biri TBMM’ye bir kanun teklifi verir. Bu teklife iktidar partisinin de bazı milletvekilleri imza atar. Konu, günlerce tartışılır, Ayasofya’nın açılmasını destekleyen ve karşı çıkan onlarca köşe yazısı yayınlanır. Sezai Karakoç da o sıralar haftalık olarak yayınını sürdüren Diriliş dergisinde “Kaderimizin Ayasofya’sı, Ayasofya’mızın kaderi” başlıklı bir haber-yorum yazısıyla katılır o günkü gündeme.

Günümüzde de Ayasofya’nın açılması yine konuşuluyor. Danıştay’ın 02 Temmuz’da alacağı karar merakla bekleniyor. Faydalı olacağını düşünerek, o günün siyasi partilerinin ve şahıslarının isimlerinin geçtiği satırları atlayarak ve böyle bir nitelikli yazıyı okumayanların da dikkatine sunarak tekrar hatırlatmayı uygun gördük:

Ayasofya’nın açılması, bilmem kaçıncı kez yine gündemde.

Kaderimizin Ayasofya’sı, Ayasofya’mızın Kaderi

(…)

Bazıları, Ayasofya’nın, Bizans sanat eseri olduğundan dem vuruyor, müze kalmalı diye başmakaleler döktürüyor. Fatih adına ahkâm kesenler de var. Eğer Fatih bu çağda olup İstanbul’u alsaymış, Ayasofya’yı cami yapmazmış. Aşağlık duygusuna kapılmamalıymışız. Bunu diyenlere göre, Ayasofya’yı açmak isteği aşağlık duygusuna kapılmamızdan kaynaklanıyormuş. Peki, soralım bu kişilere, Ayasofya’yı açmamak ve açamamak hangi duygudan kaynaklanıyor? Kendine güven duygusundan mı? Kimileri de “Sultanahmet, Süleymaniye camilerini dolduruyor muyuz ki, Ayasofya’yı da açmaya gerek olsun” diyor. Sanki Ayasofya’yı açma isteği, sadece namaz kılacak yer aramaktan kaynaklanıyor.

Bütün bunlar göstermektedir ki, Ayasofya konusunun gerçeğini birçok kimseler bilmiyor, birçok kişilerde bildiği halde bilmek ya da bildiğini söylemek istemiyor. Bir kısım kimselerde konuyu bile bile saptırıyor.

Ayasofya, onu yaptıran imparator tarafından, bir ibadethane bir tapınak olsun diye yaptırılmıştır, yapan mimarlar da onu bir tapınak olsun diye yapmışlardır. Bir müze olarak yapılmamıştır Ayasofya. O halde Ayasofya’yı, yaptırma amacı ve yapılma şekli ile ancak tapınak olarak kullanabilirsiniz. Bunca büyük mimarlar tarafından yapılan, Bizans’ın o parlak devrinde yaptırılan bir tapınağın başka bir amaçla kullanılması mümkün değildir.

Bugün, Ayasofya bir müzedir deniyor. Aslında bu bir aldatmacadan başka bir şey değildir. Çünkü: müzede bazı arkaik eserler bulunur ve sergilenir. Oysa Ayasofya’da böyle bir şey yoktur. Çırılçıplak Ayasofya’ya müze deniyor. O, bizatihi, varoluşuyla müze-eserdir deniyorsa, zaten cami olsa da yine bir yanıyla anıt eser, müze-eser olacaktır. Süleymaniye ve Sultanahmet de böyledir. İstanbul da bu anlamda müze-şehir, anıt-şehirdir. İstanbul’u müze şehir saymak için nasıl boşaltmak gerekmiyorsa, bu düşünceler ışığında Ayasofya’nın müze-eser sayılması için camilikten çıkarılmasına gerek yoktur.

Bugünkü durumuyla, Ayasofya ne camidir, ne müzedir, ne de herhangi bir tapınak. Ayasofya’nın fiili durumu, camilikten çıkarılıp çıplak kilise haline getirilmiş, ancak işleyen bir kilise görünümünde de olmayan, yani kilise olarak açılmaya cesaret edilemeyen, cami ile kilise arasında binamaz bir kilise iskeleti halidir. Pro-kilise veya post-kilise bir pozisyondadır zavallı Ayasofya. Bilmiyoruz, içine giren Hıristiyanlar, ibadetlerini yapıyorlar ve yapabiliyorlar mı? Yapsalar bile iç rahatlığıyla yapamadıkları muhakkak. Çünkü: papazsız kilise düşünülemez, bu haliyle camilikten çıkarılmış, “vaktiyle kiliseymiş” denebilecek bir hatıra-kilise haline getirilmiş bina durumundadır Ayasofya. Bilmeyiz, bu hal Hıristiyanları tatmin ediyor mu? “cami olmasın da varsın böyle olsun razıyız” derler mi. Yoksa bu daimi olması imkânsız durumu, onlara bir gün işleyen kilise haline getirmek cesaretini mi veriyor? Bütün bunlar bizim meçhulümüzdür. Yeterli bir anket yapılmadığına ve yapılamayacağına göre hep meçhul kalacaktır konu.

Fatih, İstanbul’u aldıktan sonra Ayasofya’yı cami yaptı. Bu sadece Fatih’in şahsi görüşünün sonucu değildi. Bu tüm toplumun, fetih ordusunun idealiydi. Kızılelma, Ayasofya üzerinde parlıyordu. Ayasofya cami olunca, Kızılelma uçup gitti ve Roma’daki Sen Piyer kilisesinin kubbesine kondu inancının sonucuydu bu. Ayasofya’yı camilikten çıkarınca, yeniden Kızılelma Ayasofya’nın kubbesindeki yerine döndü. İşte zaman zaman Ayasofya’yı açalım haykırışının yükselişi, bu tarihi şuuraltı arketipinden kaynaklanmaktadır. Eğer Ayasofya Fatih tarafından cami yapılmasaydı, Hıristiyanların umudu kırılmaz, savaşa gizli açık devam ederler, fırsat buldukça da isyan çıkarırlar, batıdan da yardım görürlerdi. Bu yüzdendir ki fethedilen yerlerin en büyük kilisesi camiye çevrilirdi. Bunun bir daha geri dönülmeme anlamını taşıdığı, böyle bir umudu kırma amacıyla yapıldığı açıktır. Ayasofya ise, tarihi doğu-batı savaşında zaferin hangi tarafta kaldığını gösterici bir sembol olmuştur. Ayasofya cami olduğu sürece üstünlük islamdadır. O, cami olmaktan çıktığı andan itibaren, bu üstünlüğün batıda olduğu bil fiil itiraf edilmiş oluyor.

****

(…)

Ayasofya’nın cami olmaktan çıkarılması bir sebep değil bir sonuçtur. Tekrar cami olarak açılması da bir sebep değil bir sonuç olacaktır.

İslam’ın Batı karşısında yenilgisinin, üstünlüğünü kaybetmesinin sonucu ve sembolik işareti olarak Ayasofya cami olmaktan çıkmıştır. Ancak, Batı karşısında İslam âlemi olarak tam bağımsız olduğumuz gün, ya da en azından, bu bağımsızlığın şuuruna vardığımız gün, kendimizi Batıdan bağımsız hissettiğimiz gün, Ayasofya yeniden cami olacaktır. Yoksa çapı meçhul, müphem güçlerin tesadüfî bir hareketiyle Ayasofya açılamaz. Açılsa da çabuk kapanır. Ayasofya’yı ancak, Ortadoğu’nun gerçek kurtarıcısı aydınlar kadrosunun, tüm İslam toplumunu değiştirmesinden sonra açması düşünülebilir. Daha doğrusu, o gün Ayasofya kendiliğinden açılıp cami olur.

Ayasofya’nın cami olarak açılmasının, İslam âleminin de bize bakışını değiştirmesi bakımından önemi vardır. Ayasofya kapalı kaldıkça Müslüman ülkeler bize tereddütle bakmalarını sürdüreceklerdir. Her diyalogda, “siz kendi elinizle caminizi kiliseye çevirdiniz şimdi de bu yanlışınızı düzeltmiyorsunuz. Sizin samimiyetinize nasıl inanalım” diyeceklerdir. On yıl önce bazı zengin Müslüman ülkeler, Ayasofya’yı açtığımız takdirde, çevresini düzenleme için para yardımı yapacaklarını söylemişlerdi.

(…)

***

Ayasofya cami olursa, tasvirler yine badanalanacaktır. Bu çağda bu nasıl yapılır? İtirazı da aslında çağımızın teknolojisi ve imkânları karşısında geçersiz bir iddiadır.

Dekorasyon sanatı buna çözüm bulacaktır. Öteden beri yeri geldikçe özel sohbetlerimizde söylediğimiz ve çevreye de yansıyan çözüm şudur: “Bir düğmeye basarsınız bütün tasvirler bir perdeyle örtülür. Bir düğmeye basarsınız perdeler açılır, tasvirler ortaya çıkar. Namaz kılmanın olmadığı sabah saat 9-11 arasında düğmeye basılır, perdeler açılır, isteyen turist gelip, kilise görünümüyle Ayasofya’yı görebilir. Günün diğer saatlerinde ise, bir düğmeye basmakla, bütün tasvirlerin örtülüp buranın cami haline gelmesi sağlanır. Namaz kılınır. Bu halinde de turistler gelip binayı gezebilirler. Süleymaniye ve Sultanahmed’i gezdikleri gibi.

Böyle bir düzenleme ile onurumuz korunmuş olur, dünyanın her tarafından gelen Müslümanlar Ayasofya’da namaz kılabilirler, turistler onu gezebilirler, hatta eski haliylede görebilirler. Olgu, İslam dininin gücünü ve toleransını da somut bir şekilde göstermiş ve bilgelik Mabedi demek olan Ayasofya’nın anlamına da uyan bir özelliği taşımış olur.

***

Tapınak olarak yapılan Ayasofya’nın kiliseden camiye çevirtilmesi, yapılış amacına ters düşmemiştir. Çünkü: yapıldığında vahdaniyet dini, Hıristiyanlıktı. İslam’ın çıkmasıyla, bu muhteşem mabet, en yüce dinin mabedi olmaya daha layıktı. Allah’ın ismini, ortak koşmadan doğrudan haykırmaya elbet daha uygun bir yer oldu. Fatih, işte bunun için, dinin saf halindeki mevcudiyetinin tapınağı olması için, Ayasofya’yı kilise olmaktan çıkarıp cami yaptı. Muhakkak ki bundan Hz.İsa’nın ruhu da, o mabedi yapanların ve belki yaptıranların ruhu da memnun oldu.

Ayasofya Peygamber Efendimizin doğumu yıllarında yapılıp ibadete açıldı. Sanki manen, onun doğumu, onun dünyaya gelişi şerefine yapılmış bir mesut mabet idi. Bir işaret ve bir müjdeydi. Adeta hikmet-i vücudu, büyük peygamberin doğumuyla doğmak ve onun dininin en büyük mabetlerinden biri olmaktı. İşte bu şerefi ona bağışlamak için Fatih Ayasofya’yı cami yaptı.

 ***

Yine biz biliyoruz ki, Ayasofya’nın tamiri için, daha İstanbul fethedilmeden, Müslümanlardan mimar istenmiştir. Demek ki, Bizanslılar, zaten bu binayı koruma, onarma gücünü yitirmişlerdi. Eğer onlarda kalsa yıkılıp gidecekti. Ama Osmanlılar daha istanbulu almadan önce, ona ilgi duyup onu korumaya giriştiler. Hatta denilir ki, bu tamirlerden birinde Osmanlılar, öyle mimarlar göndermişlerdi, onlar binayı hemen camiye çevirebilecek bir şekilde düzenlemişler. Fatih İstanbul’a girer girmez de, en kısa zamanda camiye çevirme imkânı olmuş.

Daha sonra ise bugüne kadar gelebilmesini, Ayasofya, Osmanlı mimarlarına ve bilhassa Sinan’a borçludur. Mimar Sinan, binayı adeta yeniden yapmış, desteklerle onun ömrünü uzatmış ve bugünlere gelmesini sağlamıştır. Çevresine birçok devrin mimarisini de yansıtan minareler yapılarak, medreseler, padişah türbeleri, hamam ve daha başka tesisler eklenerek tam bir İslam külliyesi haline getirilen Ayasofya, canlı bir kültür ve medeniyet merkezi halinde yaşamış olma şansını Osmanlılara, İslama borçludur. Ama bugün tüm o hareketlerden ve canlılıktan yoksun, dev bir mamut iskeleti, tarihi bir ceset gibi orada öylece nazarlara arz edilip durma talihsizliğini yaşıyor.

***

Şu yakın çağ tarihimizde öyle gaflet zamanları geçirdik ki, az kalsın Ayasofya’nın minareleri yıktırılacaktı. Bazı uzman geçinen kişiler, bu minareler Ayasofya’ya uymuyor, mimariyi bozuyor diye tutturmuşlar, yönetimi baskı altına almışlardı. Handiyse emellerine de nail olacaklardı. Neyse ki Allah Ayasofya’yı korudu, sağduyu hakim oldu, bu cinayet işlenmedi. Eğer böyle bir şey yapılsaydı, kıyamete kadar tarih, bizi asla affetmezdi.

***

Eski deyişle söyleyelim: hafızalarımız ne kadar nisyanla malul! Yani ne unutkan kişileriz! Birinci Dünya Savaşı’nda İstanbul işgal edildiğinde Ayasofya’yı askeri bir birlik koruyordu. İşgal kumandanlığı hükümetten bu birliğin Ayasofya’dan alınmasını istedi. Maksatları Ayasofya’yı kilise yapmaktı. Birliğin kumandanı kahraman subay: “ben ve askerim hiçbir şekilde Ayasofya’yı bırakmayız. Onu gece gündüz savunacağız. Eğer bırakmamız için ısrar ederseniz, işgalci askerler üstümüze gelirse, kendimizle birlikte Ayasofya’yı havaya uçururuz” dedi. Bunun üzerine işgal idaresi ısrardan vazgeçti. İşgal boyunca Ayasofya bu birlik tarafından savunuldu. İstanbul’a giren ve İstanbul’u alan düşman, Ayasofya’ya giremedi ve Ayasofya’yı alamadı. Bu ve bunun gibi binlerce kahramanlık; genç nesillere öğretilmedi. Meşhur olaylar meçhulmüş gibi kaldı.

***

Camilikten çıkan yalnız Ayasofya değil, Fetih’te cami yapılan meşhur bir kilise de 500 yıl Zeyrek Camii olarak görev yaptıktan sonra, bilmem nasıl camilikten çıkmış ve bugün yarı harap vaziyette, bir eşi bulunmaz Zeyrek semti ve evleri gibi yok olmayı bekliyor.

Yine camilikten çıkarılan Kariye Camii de, bu gün müze adı altında turistlere gösterilmekte.

***

Ayasofya, ruhumuzun trajedisini ifşa eden bir sfenks mi? Zincire vurulmuş Promete mi? Onu ancak Kafkas kartalları mı zincirlerinden kurtarıp özgürlüğüne kavuşturur? Talihimizin dönüşünü haykıracak bir ilan mı olacak minarelerinden yükselecek ezanlar? Bağımsızlığın gerçek sesi ezanlar.”

Kaynak: Sezai Karakoç, “Kaderimizin Ayasofya’sı, Ayasofya’mızın Kaderi”, Diriliş dergisi, 12 Ocak 1990, sayı: 78.

Nizamettin Yıldız

dunyabizim.com / yazının devamı..

 

Kaynak:

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.