Rusya, Türkiye ittifakını tehlikeye atıyor

Rusya, Türkiye ittifakını tehlikeye atıyor
Türkiye’nin Rusya ile ilişkisi inişli çıkışlı. Son birkaç yıl içinde bu iniş çıkışların hızı da arttı.

İSTANBUL-Doç. Dr. Hasan Basri Yalçın

Türkiye’nin Rusya ile ilişkisi inişli çıkışlı. Son birkaç yıl içinde bu iniş çıkışların hızı da arttı. Soğuk Savaş sonrası yavaş yavaş gelişen ilişkiler, Suriye’deki iç savaşa kadar sorunsuzca büyüme yönündeydi. Suriye iç savaşı iki tarafın birbirine olan bakışını değiştirse de, taraflar bu ilişki biçimini yürütmeye çalıştı.

24 Kasım 2015 tarihinde Rus jetinin düşürülmesi ise ciddi bir krize neden oldu. Yaklaşık bir yıl boyunca gerilen ilişkiler, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından Erdoğan’ın Rusya’ya yaptığı ziyaretten sonra rahatlamaya başladı. İki ülke Suriye’de başarılı bir işbirliği gerçekleştirdi. Fakat geldiğimiz noktada Rusya tarih boyunca yaptığı hatayı tekrar etmek üzere: Teşvik etmesi gerektiğini görmüyor; Türkiye’yi tehdit ederek yanında tutmaya çalışıyor.

Türkiye krizin ilk gününden bu yana Suriye’nin toprak bütünlüğünü ve demokratik dönüşümünü destekledi. Fakat Obama yönetimi ne demokrasiyi ne de toprak bütünlüğünü önemsedi. Aksine çözümsüzlük için aktif bir strateji takip etti. Vekâlet savaşlarına dayalı yapıyı bile isteye tercih etti. Terör örgütlerinin birbiriyle çatıştığı ve bölge ülkelerinin karşı karşıya geldiği bir bataklık yaratmak için elinden geleni yaptı.

Obama'nın beklentisi 'çözümsüzlük' yaratmaktı

ABD önce muhalifleri destekleme kararı aldı. Hatta Türkiye’ye daha fazla destek vermesi için baskı yaptı. Türkiye ağırdan aldıkça Türkiye’ye yönelik baskısını artırdı. Türkiye muhalifleri desteklemeye başladığında ise bu kez karşılarına geçti. Washington Hizbullah ile muhaliflerin çatışmasından büyük keyif aldı. İran ile Türkiye’nin çekişmesini izledi. İran destekli rejim kaybetmeye başladığında, Rusya’nın doğrudan müdahalesine bile göz yumdu. Tüm bu ülke ve örgütlerin birbirlerini çürütmesini istedi. Yaptığı bir açıklamada, Obama Rusya’nın Suriye’de büyük kayıplar vereceğini boş yere söylemedi. Aklında tam da bu vardı. Onun beklentisi içinden çıkılmaz bir çözümsüzlük yaratmaktı.

Türkiye savaşa doğrudan müdahil olmayı reddettikçe, Amerika ve diğer batı ülkeleri Türkiye’yi tehdit ettiler. DEAŞ’ı desteklemekle suçladılar. Türkiye tüm bunlara direnince PYD ile şantaj yaptılar. “Bizim çıkarlarımıza uygun savaşmazsan, biz de PYD’nin önünü açarız” dediler.

Fakat ABD baskıyı öylesine abarttı ki Türkiye için geri adım atacak yer kalmadı. Kaldıracı öyle zorladı ki, sonunda kaldıraç kırıldı. Türkiye kendisine yeni bir yol çizdi: Rusya ile uzlaşmayı seçti. Tehdit ve şantaj işe yaramadı. Tam tersine Türkiye’yi kötünün iyisine yöneltti.

Fırat Kalkanı ve El-Bab operasyonu

Anlaşıldığı kadarıyla, Türkiye Rusya ile varılan bir uzlaşı sonucunda Fırat Kalkanı harekâtını başlattı. Bu anlaşmaya göre Türkiye destekli ÖSO El-Bab’a kadar ilerleyecekti. M-4 karayolu rejimle ÖSO arasında sınır olacaktı. Böylece PYD bir koridor kuramayacaktı. Afrin ile Fırat arasına giren ÖSO bir kalkan görevi görecekti. DEAŞ Türkiye sınırından temizlenecekti. Bu operasyon DEAŞ’a karşı taarruz PYD’ye karşı bir savunma harekâtıydı ve son halkası El-Bab’dı; öyle de oldu.

Eğer Obama hükümeti devam etseydi, Türkiye El-Bab sonrasında DEAŞ’a karşı savunmaya, PYD’ye karşı ise saldırıya geçebilirdi. Fakat bu esnada ABD’de yönetim değişti. Çözümsüzlük siyaseti gitti. DEAŞ’ı, İran’ı ve Çin’i düşmanlaştıran Trump geldi. Gerçi Rusya’ya dair kötü sinyaller vermiyor ama İran ve Çin ile kapışacak olan Trump’ın Rusya ile iyi geçinmesi de pek muhtemel görünmüyor. Aslında Moskova da bunun farkında. Ayrıca şunları da biliyor: El-Bab Türkiye’nin kontrolüne geçince, Türkiye’nin Rusya’ya olan ihtiyacı bitiyor. Trump Erdoğan ile oldukça sıcak bir görüşme yaptı. İran’a ve DEAŞ’a karşı sahaya ineceğini ima ediyor. Türkiye bu sinyallere benzeriyle karşılık verdi: Rakka’nın temizlenmesi için bir plan sundu. Buna karşılık CIA şefi hemen Ankara’ya geldi. Beyaz Saray’dan Türkiye ile beraber tüm terör örgütlerine karşı mücadele verileceği duyuruldu.

Bütün bunlar arka arkaya gelince, Rusya güven kaybına uğradı. Türkiye’nin ABD’ye yönelme ihtimalinden endişe duyuyor. Fakat endişelendiğinizde yapmanız gereken, kavga etmek değildir. Aksine, eğer Rusya Türkiye’yi kaybetmek istemiyorsa, kendisiyle kalması için teşvik etmelidir. Rasyonel olan tavır budur.

PYD şantajı ters tepebilir

Fakat Rusya ne yapıyor? Tam tersine. Teşvik etmek yerine tehdit ediyor. PYD ile anlaştığı dedikodusunu yayıyor. “Yanlışlıkla” Türk askerlerinin karargâhını vuruyor. PYD’yi Astana sürecine dahil etmeye kalkıyor. Böylece Astana sürecinin altına dinamit koyuyor. Bu dili kullandığı müddetçe, Türkiye’nin kendisiyle beraber hareket edemeyeceğini görmüyor. Yani kısaca, Türkiye’yi kaybetmek için ne yapması gerekiyorsa tam olarak onu yapıyor. Böyle bakınca Rusya’nın son derece irrasyonel bir tavır sergilediği ortaya çıkıyor. Hâlbuki yapması gereken, Türkiye’yi ABD’nin güvenilmezliğine ikna etmektir. Türkiye’ye PYD’ye dair bir planla gelmektir. Türkiye’nin beklentileri çok açık. Bu anlamda birkaç adım bile Türkiye’yi yakınlaştırmaya yeterdi. Örneğin Rusya hâlâ Moskova’daki PYD ofisini kapatmadı. PYD’ye karşı Türkiye’ye güvence vermek yerine, PYD’yi hep bir şantaj aracı olarak tutmaya devam ediyor. PYD şantajının ters tepeceğini görmüyor.

Eğri oturup doğru konuşalım: Eğer Rusya ABD’den daha iyi bir teklifle gelmezse, Türkiye NATO ittifakına daha yakın duracaktır. Yani Rusya’nın bir adım daha önde olmaya ihtiyacı var. Eğer Türkiye’yi kaybederse, Batı ittifakına karşı İran ile beraber yalnız kalabilir. Fakat eğer yanında kalmaya ikna edebilirse, batı ittifakında bir çatlak açmayı başarmış olacak, NATO’daki birliktelik fikrini bozabilecektir. Böylece Suriye’de yalnızlaşmayacaktır. Türkiye sadece Türkiye değildir; NATO üyesi Türkiye’dir.

Moskova'nın Suriye'deki yatırımları boşa çıkabilir

ABD bütüncül bir planla ortaya çıkar ve BM’de Rusya’nın üzerine giderse, daha etkin ve Rusya’yı dışlayan bir uluslararası koalisyon kurabilir. O zaman Rusya bu mücadeleye ne kadar direnebilir? Bunca yıldır Suriye’ye yaptığı tüm yatırımlar boşa çıkabilir. Dahası Suriye’de doğabilecek kutuplaşma, Rusya’yı Ukrayna’da da zorlayacaktır. Suriye sadece Suriye değildir. Nasıl Ukrayna Suriye’yi tetiklediyse, Suriye de Ukrayna’yı tetikleyebilir. Rusya’nın Ukrayna ve Suriye’de attığı adımlara imkan sağlayan, Atlantik hattındaki kırılganlık ve zayıflıktı. Fakat Trump döneminde işler Obama dönemindeki gibi olmayacak. Tam tersine, vidalar sıkılacak. Aslında Rusya da bunun farkında. Tam da bu nedenle endişeleniyor ve korkuya kapıldıkça da kontrolünü kaybediyor. Fakat Rusya böylesi bir tehdit sarmalına düştükçe, Türkiye’yi kendinden uzaklaştıracaktır.

Aslında bu tavır kimseyi şaşırtmasın. Kissinger’a göre Rus diplomasisi korkulara dayanır. Rus tarihinde bunun birçok örneği görülebilir. Korkularından dolayı, Soğuk Savaş boyunca, ortaklarına müttefik değil uydu muamelesi yaptı. Kaybedeceğinden korktuğu komünist ülkelere yönelik baskıyı artırdı. Baskıyı artırdıkça korkusu da arttı. 1956 Macaristan Devrimi ve 1968 Prag Baharı aynı hataların sonucuydu. Rusya benzer bir tehdidi daha önce de denedi ve daha önce de kötü sonuç aldı. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Türkiye’yi Boğazlar ve toprak talepleriyle sıkıştırmak istedi. Sonuç Türkiye’nin ABD’yle yakınlaşması oldu. Hatta böylelikle Soğuk Savaş’ın erken kamplaşmasını ateşledi.

PYD Türkiye için merkezi bir tehdit

Kenneth Waltz “Devlet başkanları aptallık yapmakta serbesttir fakat aptallığı tekrar tekrar yapamazlar. Aynı aptallığı tekrar edenler tarih önünde kaybeder” demişti. Fakat aslında farklı nesiller aynı aptallığı defalarca yapabiliyor. Teşvik etmesi gerekirken tehdide yönelebiliyor. Stalin’in yanlışını Putin de tekrar edebilir; Türkiye’yi gereksiz yere kendinden uzaklaştırabilir. Bir daha böyle bir fırsatı yakalaması ise en az elli yılı bulabilir.

Rusya eğer PYD konusunun Türkiye için ne ifade ettiğini anlamadıysa, Türkiye’nin ABD ile yaşadığı uzaklaşma sürecine şöyle bir kabaca bakması yeterli. ABD’nin tehdit ve şantajı da ikna edemedi Türkiye’yi. Aksine Rusya’ya doğru itti. PYD Türkiye için öylesine merkezi bir tehdit ki bu uğurda çok fazla şey göze alınabilir ve aslında Türkiye NATO üyesi olmanın konforunu da kullanmakta kararlı olacaktır. PYD zaten belli bir hatta hapsedilmiş durumda. Türkiye şimdi daha az endişeli. Kendisini tehdit edenle değil, teşvik edenle yürümeyi bekleyecektir. Görelim bakalım Rusya bu meseleyi nasıl okur ve tercihini nasıl yapar. Korkularıyla değil aklıyla hareket ederse, tehdit ve şantajı bir kenara bırakıp al-ver sürecini devam ettirir. Ama şimdilik bu basireti gösterebildiğini söylemek zor. Korktuğu başına gelecek gibi görünüyor.

[Doç. Dr. Hasan Basri Yalçın - SETA Strateji Araştırmaları Direktörü]

Doç. Dr. Hasan Basri Yalçın İstanbul Ticaret Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesidir. SETA Strateji Araştırmaları Direktörlüğü görevini yürütmektedir. Uluslararası İlişkiler teorisi, uluslararası güvenlik, strateji, NATO ve sosyal bilimler felsefesi konularında çalışmaları bulunmaktadır.

Kaynak:

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.