Rusya, en sıcak denizler ve Ortadoğu
Rusya, en sıcak denizler ve Ortadoğu
Irak, Lübnan, Cezayir ve Libya ile ilişkilerini sürekli geliştiren Rusya, “sıcak denizlere inme” politikasında en büyük başarıyı şüphesiz Suriye’de kazandı.
İSTANBUL -CENGİZ TOMAR
"Büyük” olduğu kadar “deli” sıfatıyla da meşhur Rus Çarı I. Petro’ya izafe edilen vasiyette, mümkün olduğunca Boğazlar ile (Çar’ın şehri [Çargrad] dedikleri) İstanbul’a ve Basra körfezine ulaşmaları gerektiği ve buraları yönetenlerin dünyayı idare edeceği ifade ediliyordu. Bunun için Türkiye ile İran arasına daima fitne tohumları ekilmeliydi. Gerçekten de o günlerde Karadeniz bir Osmanlı gölüydü ve Baltık denizine de İsveç hakimdi. Kuzeyde yılın büyük bölümünde donan denizlerden başka bir denize açılma imkânı olmayan Rusya büyük bir kara devleti hüviyetindeydi. Rusların “sıcak denizlere inme” politikası ve hedefi hem stratejikti hem de modern zamanlarda insani bir talepten kaynaklanmaktaydı.
Ruslar bugün turist olarak Antalya veya Akdeniz’in diğer limanlarında, yani sıcak denizlerde güneşlenip yüzebiliyor. Bu politikanın insani talep boyutu turizmle aşılmış olsa da, Sovyetler Birliği’nin çöküşünden itibaren Rusya Yemen, Irak ve Libya gibi Ortadoğu’daki müttefiklerinden olmuştu. Fukuyama’nın “liberal demokrasiyle serbest piyasa ekonomisinin ve tek kutuplu dünyanın zaferi” ya da “tarihin sonu” şeklinde özetlenebilecek meşhur tezinde ifade ettiği her şeyini kaybetmişti.
Zavallı Fukuyama’nın bu tezi henüz hâl-i hayatında, Putin’in 2000’li yılların başında Rusya’nın iktidara gelmesiyle berhava oldu. Suriye savaşının verdiği fırsatlar, I. Petro’dan beri devam edegelen “sıcak denizlere inme” politikasını başarıya ulaştırmış, hatta ABD’nin son iki başkanının, Obama ve Trump’ın Ortadoğu politikaları ya da politikasızlığı nedeniyle Akdeniz’i de aşarak daha da sıcak denizlere, yani Kızıldeniz ve Basra körfezine erişmiş durumda.
Rusya 2015 yılında Suriye savaşına doğrudan müdahale ettiğinde, bunu hiç öngörmeyen pek çok yorumcu, ülke ekonomisinin böyle bir maliyeti uzun süre kaldırabileceğinden şüphe ediyordu. Ancak Rusya’nın üç yüzyıllık “sıcak denizlere inme” politikasını ve devlette devamlılığı bilenler için, Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra sıcak denizlerdeki diğer müttefiklerini kaybetmiş bir haldeyken, son limanı Suriye’yi ve rejimi ne pahasına olursa olsun korumaya çalışacağını tahmin etmek pek de zor değildi. Üstelik önünde Libya, Yemen ve Irak gibi bir örnekler varken.
Rusya’nın özelde Suriye, genelde Ortadoğu politikası son dönemde bölge ülkelerini de etkiledi. ABD’nin öngörülemez başkanının, papatya falına benzeyen tahmin edilemez politikaları nedeniyle Rusya, tekrar bir cazibe merkezi haline gelmiş durumda. Rusya Soğuk Savaş’ın bitmesinin ardından ABD’ye kaybettiği bölgedeki hakimiyetini ve nüfuzunu ihya etmiş gibi görünüyor. ABD’nin Suriye’den çekilmeyle alakalı son kararı da (şayet çekilecekse), Rusya’nın bölgedeki hakimiyetinin bir şekilde ABD tarafından kabul edilmesi manasına geliyor.
ABD’nin bölge ülkeleriyle ilişkilerine baktığımızda da bunu görmek mümkün. Suriye, Mısır, Filistin ve FETÖ gibi konularda stratejik müttefiki ve NATO üyesi olan Türkiye ile ters düşen ABD’ye karşılık, Rusya’nın Türkiye’yle siyasi, askeri ve ekonomik ilişkileri sürekli gelişiyor. Rusya Türkiye’nin kendisinden satın aldığı S-400 füze sistemini de bu yıl içinde teslim etmeyi planlıyor. Halbuki Rusya yaklaşık 300 yıl boyunca, Boğazların hâkimi Osmanlı Devleti ve mirasçısı Türkiye’yi, “sıcak denizlere inme” kızıl elmasının önündeki en büyük engel olarak görmekteydi ve bu uğurda Osmanlı Devleti’yle asırlar boyunca pek çok savaş yapmıştı.
2018 yılı boyunca Putin en çok Cumhurbaşkanı Erdoğan ile telefonla görüşmüş: Tam 20 kez. Buna karşılık Erdoğan Trump’la yıl boyunca sadece yedi telefon görüşmesi yapmış. Yine ABD’nin bölgedeki en önemli müttefiki olan İsrail’in başbakanı Netanyahu da 2018 yılı boyunca, ebedi ve ezeli hamisi ABD’nin başkanı Trump ile 3 defa telefonla görüşürken, Putin’le tam on bir defa telefonla görüşmüş; dört defa Kremlin’in kapısını çalarak Moskova’yı kapı komşusu yapmış.
Putin son dönemlerde, Kremlin sarayını bütün Ortadoğu liderlerinin çat kapı uğrayarak serinleyip ferahladıkları bir mekâna dönüştürdü. Suudi Arabistan kralı Selman bin Abdülaziz, bir Suud kralının Kremlin’e gerçekleştirdiği ilk ziyareti 2017 yılında yaptı. Moskova ve Riyad’ın petrol fiyatlarını dengelemek için anlaşması, ABD’nin Arap dünyasındaki en önemli müttefiki olan Suudi Arabistan ile Rusya’nın ekonomilerine hayat öpücüğü verdi. Katar emirinin yanı sıra Abu Dabi veliaht prensi de Kremlin’i ziyaret eden Arap liderleri arasında. Mısır devlet başkanı Sisi ise iktidara geldiğinden beri Kremlin’e dört kez gitti.
Irak, Lübnan, Cezayir ve Libya ile ilişkilerini sürekli geliştiren Rusya, “sıcak denizlere inme” politikasında en büyük başarıyı şüphesiz Suriye’de kazandı. Doğu Akdeniz’de (Levant) Kıbrıs’ın tam karşısında, Türkiye, Lübnan, İsrail, Ürdün ve Mısır kavşağında, önemli miktarda doğal gaz rezervinin mevcut olduğu bu stratejik bölgede, yaklaşık 2 bin askeri personelinin konuşlandığı Tartus deniz üssüne ilave olarak, yine yaklaşık 2 bin personelle uçak ve helikopterlerinin bulunduğu Hmeymim (Basil el-Esed) hava üssüyle, bölgedeki biricik varlığını ebedi hâle getirmiş durumda.
Rusya Ortadoğu’ya silah satışını önemli miktarda artırdığı gibi, yeni geliştirdiği silahları da Suriye’de deneme imkânı buldu. ABD’nin Suriye’den çekilmesi durumunda Rusya, Doğu Akdeniz’de sahanın en güçlü devleti olarak, bölgeyi domine edebilecektir. En önemlisi, 1990 sonrası küllerinden yeniden doğan Rusya, Ortadoğu’da Türkiye ve İran’la da iş birliği halinde, gelenekselleşmiş ABD üstünlüğüne önemli bir darbe vurarak ABD’nin sebep olduğu boşluğu gidermiş olacaktır. Rusya ABD ile hiçbir açıdan karşılaştırılamayacak bir ekonomik ve askeri güce sahip olmasına rağmen, bu gücünü daha efektif kullanmış ve hedefine uygun bir politika izleyerek muvaffakiyet sağlamıştır. Şüphesiz bunda ABD’nin belli belirsiz ve anlaşılamayan Ortadoğu politikasının rolü büyük olmuştur. Bazen futbolda çok güçlü takımlar daha zayıf takımlara yenilirler.
Yazımızı her zaman olduğu gibi bir son sözle bitirelim: “İktidar boşluk kabul etmez”.
[Prof. Dr. Cengiz Tomar Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi Rektör Vekili olarak görev yapmaktadır]
“Görüş” başlığıyla yayımlanan makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansı’nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.