Prof. Dr. Yusuf Adıgüzel: ‘Suriyeliler gitsin’ demek çözüm mü?
‘Suriyeliler gitsin’ demek çözüm mü?
Prof. Dr. Yusuf Adıgüzel / İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi
Almanya’da Türklere, Fransa’da Cezayirlilere, Hollanda’da Faslılara yönelik olarak yükselen popülist ırkçı söylem, Türkiye’de de Suriyelilere karşı körükleniyor. Suriyelileri tamamen dışlayan, ötekileştiren, hatta suçla ve terörle ilintili göstermek isteyen bir dil yayılmaya çalışılıyor. Her toplumda olabilecek bireysel hatalar, bütün bir toplumsal grubu damgalamaya ve cezalandırmaya dönük bir girişime dönüşebiliyor.
Geçtiğimiz günlerde İstanbul Küçükçekmece’de tamamen yanlış anlaşılmadan kaynaklanan küçük bir olay, sosyal medya üzerinden yayılan asılsız ve art niyetli bir kampanya ile kısa sürede Suriyelilere yönelik şiddete varan protesto eylemlerine dönüştü. Emniyet güçleri yarım saat içinde tarafları dinleyerek konuyu aydınlatmasına rağmen, İkitelli Mahallesinde toplanan bir grup, Suriyelilere ait ev ve işyerlerine zarar vermeye başladı. Polisin müdahalesi ile grup dağıtılırken, İstanbul Valiliği bir basın açıklamasıyla konuyu ayrıntılı biçimde izah etti.
Bu son olay Suriyelilere karşı bir öfke ve nefretin birikmeye başladığını ve önlem alınmazsa daha büyük ve istenmeyen olayların olabileceğini gösteriyor. Türkiye’deki barış ve huzur ortamını bozmak isteyenler için en kullanışlı araç şu anda Suriyeliler. Hatırlarsanız 23 Haziran İstanbul seçimlerini İmamoğlu’nun kazanacağı netleşir netleşmez, ‘Suriyeliler defoluyor’ hashtagi gündemin en üst sıralarına taşındı. Suriyelilere karşı yükselen bir nefret söylemi var ve sosyal medya bu söylemin en büyük taşıyıcısı durumunda. İçinde siyasi figürlerin ve milletvekillerinin de olduğu iyi niyetli olmadıkları çok net olan bazı hesaplar Erdoğan ve iktidar ile hesaplaşmalarını Suriyeliler üzerinden görmek istiyorlar. Medya ve siyasilerin ayrımcılık yaratan nefret dili, ırkçı eğilimleri olan grupları daha da cesaretlendiriyor. Ancak sosyal medya aracılığıyla Suriyeliler üzerinden halkı kin ve düşmanlığa tahrik ve aşağılama suçu işleyen bu kişilerin yol açacağı toplumsal olayların, sadece Erdoğan’a ve iktidara değil bütün topluma zarar vereceği unutulmamalı. Olmayan şeyler yüzünden Suriyeliler ile ilgili en küçük şayianın büyütülerek toplumsal bir lince dönüştürülmek istenmesi, kontrolsüz grupların önüne geleni yakıp yıkması telafisi imkânsız yaralar açacaktır.
Çekim merkezi Türkiye
İmparatorluk geçmişi olan bir ülke olarak, farklı etnik grup ve dini toplumlarla birlikte yaşama kültürü toplumsal genlerimizde var aslında. Suriye gibi onlarca ülke 500 yıldan daha fazla Osmanlı hâkimiyetinde kaldı ve insanlar asırlarca bu topraklarda huzur içinde yaşadılar. İstanbul, Şam, Halep yüzyıllarca farklı kültürlerin barış içinde yaşadığı ve aralarında köklü tarihi ilişkilerin olduğu şehirlerdi. Ancak Cumhuriyet sonrası ulus devletleşme politikasının bir yansıması olarak Türk etnik kimliği ve kültürel kimliği dışındakilere karşı oldukça mesafeli bir tutum geliştirildi. Sadece etnik ve kültürel olarak ‘Türk’ olanları içerde bırakan bir politika izlendi. 2014 yılından itibaren ise yeni göç yasası ile ‘soy’ temelli bir göç yönetiminden ‘hak temelli’ bir yönetime geçilmiş oldu.
2018’de 46 milyon turist ağırlayan Türkiye dışa açılmaya başladıkça düzenli ve düzensiz göçlerin de hedefine oturmaktadır. Türkiye 1980’lerden itibaren özellikle Asya, Ortadoğu ve Afrika ülkelerindeki savaş ve istikrarsızlıklardan fazlasıyla etkilendi. Önceleri Avrupa’ya gitmek isteyenlerin transit olarak geçtikleri bir ülke iken, artık göçmenler için bir hedef ülke haline geldi. 2010 yılından sonra düzenli ve düzensiz göçler katlanarak artmaya başladı. Uluslararası koruma talep edenler 9 binden 115 bine, yakalanan düzensiz göçmen sayısı 32 binden 268 bine yükseldi. Türkiye’de ikamet, uluslararası koruma, düzensiz göçmen, geçici koruma gibi farklı statülerde kayıtlı 5 milyondan fazla yabancı yaşıyor.
Jeopolitik konum ve göç
İstanbul ise sadece Suriyeliler değil yüzbinlerce yabancının yaşadığı bir metropol. Yılda 13,5 milyon turist ağırlayan, dünyanın en önemli küresel kentlerinden biri. Asya-Avrupa-Afrika kıtalarının kesişim noktasında bir kent olarak her geçen gün daha fazla yabancının iş, eğitim, turizm gibi farklı amaçlarla geldiği bir yer. Tabii düzensiz göçmenlerin, uluslararası sığınma arayanların da ilk başvurdukları yer İstanbul gibi büyük kentler oluyor. Çevremizdeki savaşlar da ülkemize gelen sığınmacı sayısını olabildiğince artırdı. Suriye olayları ise Türkiye’yi en fazla mülteci ağırlayan ülke haline getirdi. Bulunduğumuz coğrafya ve jeopolitik konum itibariyle sürekli dış göçlere açık bir durumdayız. Bu göçler artık kalıcı hale gelmeye başladı.
Böyle bir sosyolojik gerçeklik var. Kabullenmek istemesek dahi, artık çok farklı dil, din, kültür ve inançtan insan ile birlikte yaşamak durumundayız. Suriyelilerin güven içinde ülkelerine dönmelerini herkes ister. Ama göç uzadıkça kalıcılığın artacağı bir gerçek. Öyleyse Türkiye’nin bu nüfusu insani ve hukuki şartlar dâhilinde ülkemiz menfaatlerine uygun biçimde yönetmesi gerekiyor.
Kim bu Suriyeliler?
Türkiye’deki Suriyelilerin önemli bir kısmını güney sınırlarımız boyunca uzanan Halep bölgesinden gelenler oluşturuyor. Türkiye-Suriye sınırının çizilmesinden sonra aileler ve akrabalar iki ülke arasında bölündü. Türkiye’ye gelenlerin birçoğunun Türklerle akrabalık bağları var. Yüzde 75’i kadın ve çocuk olmak üzere 3 milyon 620 bini geçici koruma, 100 bini ikamet izni ve 80 bin T.C. vatandaşlığına geçenler olmak üzere Türkiye’de toplam 3,8 milyon Suriyeli bulunuyor.
Her ne kadar uluslararası literatür Suriyelileri ‘mülteci’ olarak görmekle birlikte, 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanununun 91 inci maddesine göre Suriyeliler Geçici Koruma Altındaki Kişiler olarak tanımlamaktadır. Türkiye 1951 Cenevre Sözleşmesi’ne dayanarak sadece Avrupa ülkelerinden gelen kişilere mültecilik hakkı tanımaktadır. Avrupa’da meydana gelen olaylar dışındaki nedenlerle Türkiye’ye gelenler ancak başka bir ülkeye iltica başvurusu yapabiliyor, başvuruları sonuçlanana kadar ‘geçici mülteci’ olarak Türkiye’de misafir ediliyorlar.
Uluslararası hukuka göre, kendi ülkesinin zulmünden kaçarak güvenli bir ülkeye sığınanların, zorla geri gönderilmesi mümkün değil. En kutsal ve en temel insan hakkı olan yaşam hakkına saygının bir gereği olarak ancak güvenli bir ülkeye gönderilebilirler. Şu an Suriye’nin güvenli bir ülke olduğun söylemek ne kadar mümkün? Savaş devam ediyor ve Suriyelilerin bugünden yarına ülkelerine dönmeleri diye bir durum mümkün görünmüyor.
Mülteciler ülkelerindeki savaş, iç çatışma, siyasi baskı, zulüm gibi zorunlu nedenlerle ayrılan, kendi ülkesinin korumasından faydalanamayan ve başka bir ülkenin korumasına muhtaç kişilerdir. Türkiye’deki Suriyeliler de Esad yönetiminin korumasından faydalanmak bir yana, zaten Suriye yönetiminin zulmünden kaçmış kişilerdir. ‘Ülkelerinde kalıp savaşsalardı’ denilen kişilerin savaşmadıkları, zulme direniş göstermediklerini söylemek de doğru olmaz. Suriye halkı geçen 8 yılda 500 binden fazla insanını kaybetti. 1 milyon insan yaralandı. Ülke nüfusunun üçte ikisi evinden oldu. 6 milyon insan canını kurtarabilmek için başka ülkelere sığındı. Türkiye de bu insani krizden en fazla etkilenen ülke oldu. Savaş başlayınca Türkiye, uluslararası hukukun da bir gereği olarak, canlarını kurtarmak için kaçanlara kucak açtı. Savaşın kısa sürmesi beklenirken, terör örgütlerinin savaşa dâhil olması ve Rusya, İran, Amerika gibi küresel güçlerin de katılmasıyla ne zaman biteceği belli olmayan bir kaosa dönüştü. Türkiye kendi güvenliğini sağlamak ve artan mülteci baskını azaltmak için kendi sınırı boyunca Suriye’deki gelişmelere müdahale etmek zorunda kaldı.
Ne yapmalı?
İster zorunlu ister gönüllü göçler olsun, her göç süreci bazı tehditleri ve fırsatları içinde barındırır. Göç uzmanları, sosyal bilimciler yüz yıldan fazla süredir göç eden etnik gruplar ve göçü kabul eden toplumlardaki dönüşüm ve uyum sürecini tartışmakta. Göçün ilk aşamaları her göç ve her toplum için sancılı ve zorlu geçmektedir.
Dünya küreselleştikçe toplumların farklılıklara daha tahammüllü olmaları beklenirken, tersine, içe kapandıklarını, kendisine benzemeyenleri düşmanlaştırdıklarını ve dışladıklarını görmekteyiz. Almanya’da Türklere, Fransa’da Cezayirlilere, Hollanda’da Faslılara yönelik olarak yükselen popülist ırkçı söylem, Türkiye’de de Suriyelilere karşı körükleniyor. Suriyelileri tamamen dışlayan, ötekileştiren, hatta suçla ve terörle ilintili göstermek isteyen bir dil yayılmaya çalışılıyor. Her toplumda olabilecek bireysel hatalar, bütün bir toplumsal grubu damgalamaya ve cezalandırmaya dönük bir girişime dönüşebiliyor. Irkçılık ve yabancı düşmanlığı konusunda Avrupa’nın verdiği başarısız sınavlar önümüzdeyken, aynı hataları yaparak bu sınavı geçemeyiz. Türklerin kalıcılığını kabullenmek istemeyen Almanya’daki ırkçı Neonazi grupların 1980’lerden itibaren onlarca masum Türk kökenli göçmeni (Schwandorf, Möll, Solingen, Ludwingshafen’de) yakarak öldürmeleri veya NSU gibi seri cinayetlerle vurarak öldürmeleri Türkleri ülkelerine geri döndürmedi. Hala 3 milyona yakın Türk göçmen Almanya’da yaşıyor.
Uzun süren göç ve sonrası
Göç çalışmaları uzun süren göçmenlik sonrasında, şartlar olgunlaşsa dahi, geri dönüşlerin çok sınırlı kaldığını ortaya koymaktadır. Gönüllü göçlerde dahi, biraz para kazanıp dönmek üzere göç edenler, geri dönememektedir. Hem Suriyeliler, hem de Türkler için kabul edilmesi zor olsa da, artık misafirliğin bittiğini ve kalıcılığa evrildiğini kabul etmemiz gerekiyor. Savaş şartları Suriyelileri burada yaşamaya mecbur bırakırken, uluslararası hukukun temel ilkelerinden ‘geri göndermeme’ ilkesi Türkiye’nin Suriyelilerin ülkelerine geri dönmeye zorlamaya engel olmaktadır. Birlikte yaşamak için atılması gereken adımları daha fazla gecikmeden atmalıyız. Türkiye yasal ve kurumsal düzenlemeler yaparken, iki toplum için de zorunlu olan kültürel uyum adımlarının atılması gerekiyor. Suriyeliler için hayata geçirilen sağlık, ekonomi, eğitim, hukuk vb alanlardaki önemli gelişmelere, Türk kültür ve geleneklerini tanıtıma yönelik adımların da eklenmesi gerekiyor. Suriyelilerin yüzde 97’si kamp dışında ve kentlerde Türk toplumu ile birlikte yaşıyor. Çoğunlukla Suriye’nin kırsal bölgelerinden Türkiye’nin kent merkezlerine gelen insanların kültürel farklılıklardan kaynaklanan huzursuzluklara neden olmaları kaçınılmaz bir durum. Öncelikle birinci kuşak Suriyelilere Türk toplumunun hassasiyetlerinin, rahatsız olduğu durumların, Türk adabı muaşeret kurallarının kendi dillerinde anlatılması gerekiyor. Suriyelilerin kendi kültürlerine göre yaşamak isterken, Türk komşularının huzurunu kaçırmamaya da özen göstermeleri bekleniyor.
Önümüzde iki önemli realite var. Birincisi biz istemesek dahi Türkiye’deki Suriyelilerin önemli bir kısmının kalıcı olacağı. İkincisi ise Türkiye kamuoyunun Suriyeliler konusundaki olumsuz algısı ve tepkileri. Siyaset, medya ve akademinin popülist söylemlere kapılarak suskunluk sarmalına dahil olmak yerine, bu ülkenin menfaati için, birlikte yaşadığımız milyonlarca Suriyeliyi dışlayıcı değil, kuşatıcı bir dil kullanması gerekiyor.
@Adiguzel_Yusuf
Kaynak: star.com
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.