Özgür Düşünce ve İnanç

Özgür Düşünce ve İnanç
 "İnanç, yeterli kanıtları bulmuş  olan kalbin huzura ermesidir." Clark Pinnoc Dinlerin özünün unutulması, ideolojilerin diktatörlüğe...

 

"İnanç, yeterli kanıtları bulmuş  olan kalbin huzura ermesidir." Clark Pinnoc

 

Dinlerin özünün unutulması, ideolojilerin diktatörlüğe dönüşmesi geçici dünyada büyük acıların yaşanmasına yol açmaktadır. Ama en trajik olanıysa, kısa yaşama rağmen dünyalıklar uğruna kötülükler yapmış insanların son nefesini verirken yaşadıkları pişmanlıktır belki. Pişmanlık geriye dönüşü sağlamaz. Bu hayatın telafisi yok.

Dinlerin özünde ilim öğrenme sevgisi vardır. Ama içeriği tam olarak anlaşılmamış  dinin içini insanlar hurafeyle doldurur, mantık dışı durumlara çevirir ve din diye farklı durumlar, inanışlar yaşanır. Ve işin garibi bu hurafelere inanan insanlar, mantıksız olan bu durumlarına, inançlarına uymayanlara kötü gözle bakarlar. Nitekim ilim, araştırma, sorgulama olmadan özgürlük din, gelenek, ideoloji zamanla afyon olur..

İnsanların en temelde neden bir Allah' a inanmaları gerektiğinin mantığını fark etmeleri, inanma ihtiyacının psikolojik temellerini ve benliklerine yapacağı katkıları anlayarak din sahibi olmaları lazım.

Neye, niçin inandığının sorusuna cevap veremeyen din  anlayışı türlü cehaletin koynunda bulur kendisini, ama bunun farkına varamaz  bireyler.

Bilinçten  geçirilmeden  kabul edilen  değerler  dogmalara, tabulara yol açar ki, bu da  türlü  sıkıntılara  neden olur. İlimsiz din ayakta  kalamaz,  sorunlara  maruz kalır  hep. Kişiyi kendi özüyle tanıştırmayan bilgi, dini bilgi değildir.

Gelişimi reddeden veya yaşamayan insan ne kadar  dindar olur sizce? Ayrıca insan, inandığı gibi yaşamazsa yaşadığını din sanır. Bundan sonra zaten batıl inançlar ve cahilliye tekrar hortlar.

Atalar dini, sorgulanmamış değerlere koşulsuz itaat etmekle olur ki kişi bağnazca kendi görüşünü savunarak bir anlamda tekelci anlayış oluşturur, gerçeği algılayamayacak kadar bilgisiz ve farkındalıktan yoksun yaşar. Aynı zamanda içeriğinde sevgi, bilgi eksenli unsurları barındırmayan, bütünleştirici değil de kutuplaşmayı baz alan ideolojiler veya öğretiler çökmeye mahkumdur.

Geleneksel ve dünyevileşen din algısından sıyrılıp nedenselliğe ve araştırmaya, kaynaklardan öğrenmeye dayalı din algısı içsel anlamda doyumlu yaşamlarının kapısını açar.

İnsanı kendi iç dünyasını anlamaya yönelten din algısı nefis, ego süreçlerini kişinin lehine çevirir. Bunun sağlanması için doğru bilgiler edinmeye, kaynaklardan öğrenmeye ihtiyaç  var.

Sorgulanmamış, bilinçten geçirilmeden kabul edilmiş bilgiler dinin özüne aykırı düşünceleri besler, yaşantıda ise çarpıklıklar devam eder.

Din öğrenmeyi farz, şart kılar. Öğrenmeyi engellemek, öğrenme sorumluluğunu başkalarına vermek dine aykırıdır.

Din kişinin düşünsel, duygusal ve davranış boyutundaki süreçlerini kişinin özsel ihtiyaçlarıyla uyumlu yaparsa, bu uyum süreci kişinin insan olma ihtiyaçlarıyla paralel olursa -ki dinin maksadı bireyin mutlak huzurudur- işte o vakit bireysel, toplumsal huzuru yakalama adına yol alınır. Bu süreç mutlak düzeyde gelişim ve sorgulama odaklı öğrenme süreciyle mümkün olur.

Sahip olunan dünya görüşü ve de din anlayışı kişiyi kendi özüyle tanıştırıp evrensel insani değerlerle uzlaşı ortamı sağlamıyorsa ve de yaşanılan çağın şartlarına adapte etmiyorsa kişiyi, o noktada gerileyiş vardır. İdeolojiler, inançlar temelde hümanist değerlerin çağdaş yapılanmalarla uyumu olmazsa kalıcılık olmaz, toplum içinde değişim, dinamizm sürecinde kendini tekrardan yenileyen -tabi özünü koruyarak- değişimlere adaptasyon sağlayan unsurlar huzur verebilir insanlara.

Bireyleri toplumsallaştırma ve inanç sahibi yapma yolunda verilen değerlerin, normların özlerine uygun olarak verilmemesi, yine bireylerin temel insani değerleriyle uyum sağlamaması, insanın özündeki insani gerçeklerle çatışması durumu, bireyleri içsel çatışmalara, kimlik bunalımlarına iter.

Kişide içsel anlamda kendisiyle barışık yapıların oluşumu üzerine bina edilen hayat görüşleri, dini yaklaşımlar sağlıklı nesillerin oluşumuna etki yapar. Kendisi olma yolunda gerilerde kalmış bireylere empoze edilen değerler, kişileri uç düşüncelere taşıyabilir, keskin çizgileri olan yapılara iter, gerçek insani tutumlar yerine egosal yaklaşımlar sergilemeye yöneltir. Ve kişi mensubu olduğu hayat görüşünü egosunu besleyecek tarzda yorumlayıp o doğrultuda davranışlar sergilemeye başlar.

İnsanları dinine, ırkına, rengine, cinsiyetine, mezhebine, coğrafyasına, statüsüne, şekline, maddi durumuna göre değerlendiren, yargılayan insanları aciz olarak algılıyorum ve bu insanların ruhsal boyutta sorunları olduğunu düşünüyorum. Yüreğinde insanlık sevgisi, merhamet kalmayan kişiler bu ayrımları baz alarak kibirlenir, ileri boyutta toplumsal kaoslara yol açarlar.

Halbuki insanların kendi iradeleri dışında doğuştan getirdiği nitelikleri yaratıcı belirler ama karakterini, kültürel düzeyini, temel insani değerleri özümsemeyi kişinin kendisi belirler. Kimse ailesini, rengini, cinsiyetini, ırkını, doğacağı coğrafyayı kendisi belirlemez.

Kişileri değerlendirirken karakteriyle, insani özellikleriyle değil de doğuştan getirdiği niteliklerle, değişmez ve de sorgulanmaz niteliklerle değerlendirenler karakter yoksunudur, şahsiyet sorunu çeken insanlardır. Yeterli özgüvene sahip olmayan, aşağılık kompleksi içinde olan, başkasını kendisiyle eşit görecek kadar kendine saygısı olmayan ve bunu sağlayacak yeterli kültürel birikimi olmayan insanlarda ayrımcılık, ötekileştirme yoğundur.

Özellikle okuma, öğrenme alışkanlığı olmayan toplumlarda sınıf farklılıklarının görülmesi, siyasi, mezhepsel ayrımcılıklar, kutuplaşmaların yaşanması çoktur maalesef, gerçektir. Ve bu kutuplaşmalar teröre koz vermektedir. Kendisi gibi olmayanı potansiyel kötü insan olarak görmek bir çeşit paranoya halidir. İnsan tanımadığı birini dışlarsa, kendi gerçeğiyle çelişmiş olur.

Kişide ne kadar çok dindarlık, çağdaşlık, modern olma iddiası olursa olsun kendi doğasını, toplumunu, dünyayı anlama adına gelişim içinde olmaması, verimli etkinliklerde bulunmaması, bunun yerine oyalayıcı, zaman çalıcı   işlerle  meşgul olması, insan olma erdemlerini geliştirmemesi, ahlaki ve kültürel gelişimine değer vermemesi kişiyi kısır süreçlerin edilgen figüranı olmaktan öteye geçirmez.

Ayrıca bu yapıdaki edilgen bireyler ne kadar iyi niyetli olursa olsunlar, hayatı anlama noktasında yetersiz bilgiler içinde oldukları için iyi insan olma adına gelişimleri gerilerde kalır. Nitekim iyi niyetli olmak iyi insan olmak anlamına gelmez.

Evrende tüm varlıklar aynı oranda değerlidir. Bu açıdan hangi ideoloji, din veya dünya görüşü bu evrensel değerleri baz almayıp, etnik, dinsel, bölgesel fanatizm yapıyorsa özünde aynı işlevi yerine getiren yapılara bürünmüştür.

Özünde insani değerleri taşımayan, yaşatmayan, ayrımcılığı vurgulayan, herhangi bir değere üstünlük vurguları yapan dünya görüşleri, inanışlar insanlığa sorun oluşturur. İnanılan hayat tarzı ne kadar mükemmel olsa da yaşantıda bunun tersi gözlemleniyorsa, aslında o hayat tarzı yaşanmıyordur, benimsenmemiştir. İnandığını yaşamayan yaşadığına inanır ve onu keskinleştirir, tabulaştırır.

Dünyada farklı ırklar, dinler, ideolojiler, yaşam alışkanlıkları, sistemler var ama unutulmamalı ki üzerinde yaşanacak başka dünya yok! Bu yüzden hangi farklılıklara sahip olursak olalım, bu farklılıklarımız ortak insani değerleri korumaya ve dünyayı yaşanılır  halde tutmaya çalışmamızda etkili olmalıdır. Kendisine değer veren insan aynı değeri herkese ve her şeye yeterli düzeyde verir. Kendisiyle sorunlu insan başkalarına  da rahatlıkla zarar verir.

İnanılan hayatlarla, yaşanılan gerçeklerin tutarlı olması barışın, gerçek özgürlüğün habercisi olur. İnsanların farklı sosyal sınıflara mensup olması, farklı ekonomik yapıya sahip olması, farklı dinlere sahip olması normaldir, kişiseldir, ama farklı yapılaşmalara rağmen benzer düşünce sistemine ve de bakış açısına sahip olmaları onların gerçekte aynı yapıda olduklarını gösterir. Sonuç itibariyle geçici bir süreyle geldiğimiz bu dünyada insanlar ne kadar farklılıkları olsa da ölümü tadacaktır, bu vesileyle kimse kimseden üstün değildir aslında. Ama asıl üstünlük, insan olma erdemini yakalamaya çalışan insanlara ait olacaktır. Yüreğini keşfeden insanlar, yüreklerde olacaktır.

Yüreğinde sevgi, vicdanında merhamet olan kişiler ancak başkalarının acılarını anlar, onlarla dertlenir, paylaşma, yardımlaşma gereği duyup kendini gerçekleştirir üst boyutta, ki toplumları yaşadıkları çıkmazlardan, sorunlardan kurtaran liderler, önderler, bilim insanları, fikir insanları bulunduğu konumun en iyisini yapanlar bu durumdadır. İçsel bütünlüğünü sağlamış insanlar yakaladıkları içsel huzuru dış dünyaya yansıtırlar.

İnsan ancak içindekini dışına verebilir. Yeryüzündeki genel olarak tüm sorunların, savaşların, çatışmaların, sosyal kaosların temelinde dünyaya olan bağımlılık vardır. Günümüz tüketim çılgını ve hedonist insanlarını görünce yeniden insanın imarı gerekiyor sanırım. Özgürlükler , sanırım ilk önce insanlarda ??sahip olma?? içgüdülerinin sosyal yaşamda oluşturduğu bağımlılıklarca azalıyor .

 

Birçok kişi yaşadıkları toplumda bilinçli bir tercihten, bir arayışın neticesinden ziyade içinde bulundukları sosyal çevre hangi inanışa, dine, hayat tarzına sahipse o kişi de o inanışa mensup oluyor.  Bir tür sosyal öğrenme, aidiyet ihtiyacı, sosyal kabul görme durumlarının etkisi vardır. Ve aynı zamanda bilinçsizce, kaynağından öğrenilmeyen dünya görüşlerinin sahipleri başka fikirleri, düşünce sistemlerini öğrenmedikleri için kısıtlı bilgilerle içsel anlamda tatminsiz olabiliyor.

Daha da ötesi bireyler ideolojilerini, inanışlarını benlikleriyle bütünleştirip başka tanımadıkları görüşleri potansiyel tehlike olarak algılayabiliyor. Bu da kişilerde egosal yapıları arttırabiliyor, tutuculuğa ve de baskıcı durumlara yöneltebiliyor. Bu yapılar ötekileştirmeye, kutuplaşmalara, nefret tohumlarının ekilmesine yol açabiliyor. Genel manada kollektif huzuru sağlamayan, empati yoksunu, esneklikten uzak, karşı tezi öğrenmeyi gereksiz bulan düşünce yapıları kısırdöngü sorunlara gebe oluşturur, sağlıklı, huzurlu toplum oluşmaz. Amaçsız yapılan davranışlar önce zihinleri köle yapabilir sonra hayatta  bağımlılıkları arttırabilir. Bilgi gerekli bunun yanında, evrensel bakış açısıyla hayatın diğer yönleri de çözümlenebilmeli ki az çok, sağlıklı, tutarlı hayat standardına ulaşşın bireyler.

Cahilliğin dini, ırkı, mezhebi, etiketi, coğrafyası asla olmaz. Kendi içsel bütünlüğünü yakalayamamış ve kendi benliğini bulamamış insanlar hangi inanca sahip olsun cehalet içinde olması kaçınılmazdır. Dine yönelme  ihtiyacı ile insan olma özelliklerini kazanma ihtiyacı arasında nitelikli bir entegrasyon olmaması batıl inançları doğurur, bağnazlığı arttırır sadece.

Bu noktada ilim adına sadece belli kalıpta yazılan, tek bakış açısıyla olayları ,olguları anlatmaya çalışan yüzeysel kitaplar okumak, derinliği olmayan düşünceleri savunmak cehaleti engellemez.

Dinin özündeki gerçeği yaşama ve de ilimi arama isteğiyle tek tip düşünme ve de okuma alışkanlığı büyük çelişki. Ayrıca kişi bir bakıma başka bilgileri öğrenme ihtiyacı duymayarak bir bakıma kendi inancına olan güvensizliğini ortaya koymuş olur. Halbuki kendinden emin olan, inancından emin olan kişi farklı görüşleri de öğrenir ki geçekten doğru yolda olduğunu algılasın, benimsesin.

Başka dünya görüşlerine sahip olan insanları potansiyel olarak kötü, yanlış yolda, kandırılmış olarak algılayıp belli yargılarla ötekileştirmek, aslında bunu yapan kişinin kendi içindeki insani değerlerin azalmasının, tutarsızlığının derin boyutunu gösterir. İnsanları oldukları gibi kabul etmek ancak olgun ruhların özelliğidir. İnsanın yegane değiştirebileceği kişi kendisidir. Ancak kendisini olgunlaştıran, kendisi olabilenler kaçınılmaz olarak başkalarını değiştirebilir, yeni ufuklar açabilir diğer insanlara.

Kendimizden olmayanı öcü görmek, o insanı hoş görmemektir ki bu ancak kendimize verdiğimiz değerin az olmasının sonucudur. Özsaygısı yüksek olan, kendisini olduğu gibi kabullenebilenler ancak başkalarının iç dünyalarına, yaşam alışkanlıklarına saygı duyabilir, hatta onların kendi değerlerini yaşaması için destek bile sağlar.

Kimse başkalarına kötülük olsun diye inanç, ideoloji sahip olmaz, sadece kişi kendince yaşamı mutlu kılmak için değer oluşturur. Bu değer oluşturma süreci başka insanların bireysel tercihlerine, değerlerine ne şekilde olursa olsun müdahale hakkı doğurursa orada kişi hangi ideolojiyi benimserse benimsesin kendi insanlığını yitirme aşamasında olmuştur artık. Özellikle kendisi gibi düşünmeyenlere, siyasi tercih yapmayanlara sıfatının arkasına sığınıp küfredenler bilmeli ki, kem söz sahibine aittir.  İnsanlar  birbirine hakaret ederek değil birbirine değer vererek, birbirini anlayarak ancak gerçek özgürlüğü, aydınlık günleri yaşayabilir.

Farklı fikirleri öğrenmeme isteği, kişinin inancına, kendine olan güvensizliğini gösterir ki güvensizliğin olduğu yerde hakikati yaşamak imkansızdır. Dini yaşamak ile dini yaşamak adı altında farklı psikolojik ihtiyaçların karşılanması aynı değildir (toplumsal kabul görme, beğenilme ihtiyacı , gruba ait olma vs.). Kişinin kendi iç dünyası ile dış dünyası arasında uyumu sağlamaktan uzak dini yaşama alışkanlıkları din değildir, din adı altında cehaleti yaşamaktır.

 

 

Halil Kırık

Sosyal Bilgiler Öğretmeni.

 

e. posta: halilkrk025m@hotmail.com

web adres: www.halilkirik.com

Gsm: 0505 80 80 890

 

 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.