Necdet Subaşı: Güvenlik, bazen bir hapishane bazen bir sığınaktır
Necdet Subaşı: Güvenlik, bazen bir hapishane bazen bir sığınaktır
Fiziksel varlığımızı tehdit eden her şey korunma reflekslerimizi harekete geçirir. Bilişsel kargaşa ve eksiklikler duruşumuzu etkiler, cesaretimiz kırılır, istikameti kaybederiz.
Güvende olmak isteriz. Onsuz her şey bizi altüst eder, bunu biliriz. İleride tadımızı tuzumuzu kaçıracak basit bir riski bile asla göze alamayız; tahammül etmek belki mümkün ama bile bile de katlanmak zordur. Bir güvenlik konseptine ihtiyaç duyarız. Kendimize her durumda güvenli bir yer bulma arzusu bizi yeni arayışlara, dikkat ve stratejilere mahkûm eder.
Yalnız kalmak istenilen bir şey değildir. Çevremizde bizi sarmalayan birilerinin yokluğundan huzursuz oluruz. Etrafımızdakilerden emin olmak isteriz, birilerinin bize zarar vermesinden endişe duyarız, beklenmedik tehditler karşısında ne yapacağımızı şaşırır, tehlike karşısında bildik tedbirlerin yetip yetmediğini sorgular, kendimizi güvende tutmak için yeni birtakım öneri ve arayışların peşine düşeriz. Bize iyi gelebilecek bir hayatı makul bir şekilde yaşamak için güvenlikte olmayı olmazsa olmaz şartlarımız arasında sayar, onu belki de en başa yerleştiririz.
Düşmanlarımız hep olur, hiç de eksik olmaz. Bir kısmını biz üretiriz, bazıları da sanki ezelden üzerimize yazılmıştır, onları hazır buluruz, evladiyeliktir, bizden sonra da devam eder dururlar. Üşenmez bir çetele tutmak istersek bazen ne kadar da çok düşmanımızın olduğunu görür, kendi ellerimizle hazırladığımız çeteleden ne yapıp edip onları çıkarmak isteriz. Gerçi bunlardan bazıları bir vehimden öteye gitmez. Kaygılarımızı durup dururken derinleştirip hayatı kendimize zindan etmekte ısrar ettiğimizde hâlâ kaldıysa dostlarımıza düşen bizi hiç fazla vakit geçirmeden götürüp iyi bir hekime teslim etmeleridir. Korkularımızın kimi zaman gerçekte hiçbir karşılıklarının olmadığını fark etmek zaman alır. Bunların bir kısmı psikolojiktir, telkinler bizi etkiler, korkular bizi tetikte tutar, panikleriz, yanlışa düşer yolumuzu şaşırırız.
Güvende olmak yetmez, güvenilir olmak da gerekir. Başkalarından emin olmak bir tarafa, onların da bizden yana emin olmaları gerekir. Güvenilir olmak değer kazandırır. Doğadan, insanlardan, tabiattan emin olmak isteriz. Fiziksel dünya da tabiat da kendi doğasına gizli ya da açık bir müdahaleye kalkışmadıkça bize kötü bir sürpriz yapmaz. Kendi kararında akmayı, varlığını devam ettirmeyi sürdürür. Ondaki düzen, devamlılık ve süreklilik bizi rahatlatır, vakti zamanında doğan güneş, vakti zamanında yağan kar işlerimizi planlarken bizi ortada bırakmaz.
Güvenilir bir toplum inşa etme ihtiyacı
Tabiattaki düzeni insan ilişkilerimizde de bulmak isteriz, duygularımızı bir düzene bağlar, yönetiriz. Ahlak ve hukuk aracılığıyla güvenilir bir toplum inşa etmenin derdine düşeriz. Ne var ki hayat doğadaki gibi net bir şekilde işlemez. İnsan insanalığın verimsiz bir ilişkisellik sonucu tıkanmasında zaaflar, rekabet ve kıskançlıklar, kompleksler, korku ve tehditler, ihtiras ve tekebbür gibi unsurlar belirleyici olur. Ortaya çıkan her problem kendimizi güvende tutmanın bundan sonraki yolları için kışkırtıcı savunma mekanizmalarının harekete geçirilmesine yol açar.
Bireyden topluma, cemaatten devlete hemen her düzlemde kendimizi içinde saydığımız yapıyla özdeşleşip bütünleşen kimliğimiz ortak aidiyet ve kimlik sarmalı içinde kolektif bir güvenlik arayışının parçası olur. Hatta “hepimiz birimiz için, birimiz hepimiz için” toptancılığıyla derinleşen fedakârlıklar yeni güvenli yolları, araç ve enstrümanları, konu ve problematikleri gündeme getirir. Toplumsal yapının bir parçası olmak sıradışı güvenlik konseptlerine ikna olmayı hızlandırır, birlikteliği zora sokacak her şey güvenlik kaygılarının artmasına yol açar.
Makro ölçekte de mikro ölçekte de yerel düzeyde de küresel düzeyde de sınırlarımızın erişip kesiştiği hemen her bağlamda verili güvenlik politikalarımız üzerinde farklı konseptlerle buluşma gereği duyarız. Sürekli değişen bir güvenlik algısı sadece can ve mal güvenliğiyle kısıtlanmaz, üzerinde yaşadığımız toprak, hikâyelerimizi biriktirdiğimiz tarih, geleceğe yönelik hayallerimiz hep korunmak ister. Bizi ayakta tutan şeyler korunmak ve bir güvenceye sahip olmak ister. Onlara yönelik bir umursamazlığın bedellerine maruz kalmak için beklemek gerekmez, sonuçlar ürkütücü gerçekliğiyle bizi bulmakta gecikmez. Güvenlik bütün bu çeşitliliği dikkate alan politika ve söylem akışlarıyla vücut bulur.
İnsan sadece kendi fiziksel güvenlik açıklarını kapatmak ve bunları gidermekle uğraşmaz, onun uğraşacağı asıl problem bilişsel güvenliktir ve bu da ancak yokluğu fark edildiğinde hissedilen bir eksiklik olarak ağırlık kazanır. İnandıklarımızdan emin olmak, bildiklerimizden yana tereddüte mahal bırakmayacak bir içtenlikle teslimiyet duymak, bağlandıklarımızdan yana güvenli, sevdiklerimizden yana huzurlu olmak asla gözardı edilemeyecek bir güvenlik isteminin parçası olarak önümüze çıkar.
Bilişsel güvenlik kaygısı
Bildiklerimiz bizi hiç umulmadık başka dünyalara götürür, karşılaştığımız her bir dünya bizi huzursuzluklarımızdan beri olacak kapıları zorlamamızı öğretir. İnandıklarımızdan mutmain olmak isteriz, sadakat ve teslimiyet için kılı kırk yaran sorgulamalardan yılmaz, bilişsel güvenlik arzumuzu gelişigüzel ilgilerle tüketmemek adına hakikatin peşine düşeriz. Böylece sahici bilgi zeminleri zihnimizde iç tutarlığı yüksek güvenlikli alanlar yaratır.
Bilişsel güvenlik kaygısı zihinsel dünyamızın tutarlılığını koruma içgüdümüzü takdis eder. Öğrenme süreçleri, sahicilik, eleştirel sınanma, sorgulama ve kritiğe fırsat verme, farklılığa tahammül ve hakikatle sahici temas aralıkları neye nasıl güvenmemiz, kime ne diye bağlanmamız gerektiği konusunda bize sağlıklı bir yol haritası takdim eder. Sağlam bir itikat sahibi olmak, ödünsüz bir netlik arayışı, beklenti ve amaçlarımızın yaslanacağı temel kritik ölçütlerin bilinmesine destek olur. Nihayet güçlü bir inanç bize her daim azim ve direnç kazandırır, muğlak ve müphem bir inanç atlası gündelik hayat içindeki bildik savrukluğumuzu mütemadiyen besleyen kirli bir referans alanı üretir. Bu nedenle iç dünyamızın tutarlılığına yönelik bir hassasiyet ve arayış başka her şeyden daha çok bizi dipdiri tutacak temel özelliklere sahip olması açısından yüksek bir değer kazanır.
İnsan bir güvenlik endişesinin içinde dünyaya gelir. Aile sıcaklığıyla aşina olduğumuz huzur ve güveni bir ömür sürdürmek için çocukluk evrenine damgasını vuran iklimi ölünceye kadar solumak isteriz. Ne ki bu istek, milyonlarca insan öznenin söze katıldığı bir arenada gerekli ve yeterli temsili sağlamakta zorlanır.
Hayat değişmekte ve değiştirmeye de devam etmektedir. Bu etki, türlü koşullarda yaşamaya yönelmiş ve bunlardan her birinde fire vermeksizin kendini bulmak isteyenler için sürekli bir güvenlik talebini gündeme getirir. Silahlanma bir korunma çabasıdır. Bazen onunla kendinizi güvence altına alır bazen de muhataplarınızı hizaya getirirsiniz. Yanısıra bilgi de güçtür ve bunun etkileyici varlığını yok sayarak bir güvenlik alanı üretme çabası sonuç vermez. Kaldığımız, duraksadığımız ya da gideceğimiz yerler hep bu bağlamda ele alınıp dikkate alınır. Fiziksel varlığımızı tehdit eden her şey korunma reflekslerimizi harekete geçirir. Bilişsel kargaşa ve eksiklikler duruşumuzu etkiler, cesaretimiz kırılır, istikameti kaybederiz.
Hepimiz bir güvenlik sarmalının içinde hayata atılırız. Güvenlik bazen bizi kuşatan bir hapishane bazen de düşmanlarımıza karşı bir siper olur.
Kaynak: Dünya Bizim
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.