Mutlu Ve Huzurlu Aile Olmak…..

Mutlu Ve Huzurlu Aile Olmak…..
 Binaların sağlıklı olarak ayakta durabilmesi için temellerinin sağlam olması gerektiği gibi, toplumların da sapasağlam dimdik ayakta durabilmeleri...

 

Binaların sağlıklı olarak ayakta durabilmesi için temellerinin sağlam olması gerektiği gibi, toplumların da sapasağlam dimdik ayakta durabilmeleri için aile kurumunun çok sağlam olması gerekir.

“Sağlam aile” kavramından ne anlamalıyız? Yaygın anlayışta çocuklar, torunlar, gelinler ve yakın akrabalar aile kavramının içinde yer alır. Fakat düşünülürse, bu geniş yelpazesinin temelini yukarıda ifade ettiğimiz gibi iki insan, yani karı ve koca oluşturur. Bu ikiliye, ailenin çekirdeği demek mümkündür. İşte sağlam aile, çekirdeği sağlam olan ailedir. Yani olumlukişilik sahibi; kendini, dünya hayatını ve bu hayatın sonrasını gereğince kavrayabilmiş ve bu kavrayışa göre hayatını şekillendirebilmiş kadın ve erkeğin oluşturduğu aile.

Hiç şüphe yok ki böylesine olumlu özelliklere sahip erkek ve kadın arasındaki ilişki ve iletişim de sağlam olacak ve bu durum ailenin geneline doğrudan yansıyacaktır. Böylece ‘huzurlu ve mutlu’olarak vasıflandırılan aile ortaya çıkacaktır. Tabii, olumlu özelliklere sahip çocukların da ancak böyle bir aile ortamında yetişebileceğini hatırlatmaya gerek yok…

Aile kurumunun temeli, evlenmek üzere olan iki insanın birbirini seçmesiyle, tercih etmesiyle atılır. İsabetli bir tercih için Allah Rasulü (A.S.) çok önemli esaslar öğretiyor bize. Bunun yanısıra, bizim yapımızı, bize uygun olanı, tecrübesiyle ve feraset nazarıyla görebilen büyüklerimiz de var. Onların tavsiye ve yönlendirmeleri de hayati önem taşıyor sağlam bir aile kurabilmek için.

Ailenin temeli olan karı ve kocanın birlikteliği, esas olarak kalpte, gönülde başlar. Evlenecek olan iki insan, her şeyden önce birbirlerini gönüllerinde kabul ederler. Yani iki insanın birbirini istemesi, benimsemesi esas. Ne var ki, evliliğin en kritik noktası da bu. Kendine ve hayata dair tecrübesi çok sınırlı olan iki genç insanın, zamanla değişme ihtimali bulunan beğeniler ve arzular üzerine attıkları bu temel gerçekten sağlam olabilir mi?

Peki, bunca değişkenliğe rağmen kalıcı bir evlilik nasıl olabilir? Sağlam bir aile nasıl kurulabilir?

 Mümin Ve Aile

Müminin aile ve evliliğe bakışı, her şeyden önce ibadet nazarıyladır. O, Rabbinin haklarında: “Onlar ki, ey Rabbimiz derler. Bize zevcelerimizden ve nesillerimizden gözbebeğimiz olacak (salih insanlar) ihsan et. Bizi takva sahiplerine rehber kıl” (Furkan/74) buyurduğu övülmüş kullardan olmak için evlenir. O, peygamberinin, “evlenin, çoğalın” (Beyhakî) tavsiyesinin bir gereği olarak evlenir. “Evlenen dininin yarısını koruma altına almıştır. Diğer yarısı için de Allah’tan korksun” (Ahmed b. Hanbel) hadis-i şerifi mucibince evlenir. Yani evlenip yuva kurmayı Rabbinin rızasına bir yol, bir ibadet olarak algılar. ‘Adet yerini bulsun’ şeklinde değil.

Bu niyetle yola çıkan mümin şunu bilir ki, eş seçimi kişinin kendi iradesiyledir ama bizim irademizi kuşatan bir de mutlak irade var. Doğduğumuz ülke, ebeveynimizden devraldığımız özellikler vs. bu külli iradenin birer tezahürüdür. Yani bizim dışımızda seçimimizi etkileyen büyük etkenler de var. Dolayısıyla mümin, yaşadığı aile hayatında kendi nefsî isteklerine göre kararlar vermeden önce ilahi programın cilvelerini arar, içinde bulunduğu durumdan  kendi manevi hayatı için ibretler devşirir. Çünkü “kader” ve “kısmet”e inanır.

Mümin eşine sadıktır. Eşinde hoşuna gitmeyen bazı haller olsa da sadıktır. Peygamberinin, “Zevcenizden herhangi bir fenalık görürseniz ondan nefret etmeyiniz. O zaman ona daha başka, daha güzel, daha iyi sözler söyleyiniz” (Müslim) tavsiyesine uyar. Kalbi eşinden soğumuşsa da, “Onlara hoşça, güzelce muamele edin. Şayet onlardan nefret edecek olursanız (tahammül edin.) Belki Allah, sizin nefret ettiğiniz şeyi büyük hayırlarla donatmıştır.” (Nisa/18) ilahi emri doğrultusunda hareket eder.

Mümin bilir ki, Rabbinin onun elinin altına verdiği her şey bir emanet ve sınanma vesilesidir. O sebeple kendi haklarını da, emanetlerin haklarını da öğrenir ve gözetir. Allah Elçisi’nin şu sözünü rehber edinmiştir: “Her biriniz eli altındakilerden sorumludur. Erkek, karısından ve çocuklarından sorumludur. Onların sorumluluğu erkeğin boynundadır. Kadın da kocasından ve çocuklarından sorumludur.” (Buhari) Bu anlayışın neticesinde taraflar, İslam’ın öngördüğü vazifeleri ibadet anlayış ve şevkiyle icra ederler. Nefislerine ağır gelse de, kul kıymet bilmese de, karşılığını Rabbinin mutlaka vereceğini bilerek icra ederler. İşte bu sebeple, müslüman ailelerde ihmal ve boşvermişlikten kaynaklanan çözülmeler asla yaşanmaz.

Mümin erkekler ve hanımlar, huzur ve mutluluğun yerinin kalp olduğunu; birtakım kalbî rahatsızlıklarla malûl insanın hiçbir şeyle, hiçbir kimseyle tatmin bulamıyacağını öğrenmiştir. Kalp, Rasulullah (A.S.) Efendimiz’in bildirdiğine göre Allah’ın iki kudret parmağı arasındadır. Allah, kalbi dilediği yöne çevirendir. Bundan dolayı Efendimiz (A.S.) Allah’a yakınlaşmak için çaba göstermemizi ve şöyle dua etmemizi tavsiye ediyor: “Ey kalpleri evirip çeviren Allahım! Kalbimi dinin üzere sabit kıl!” (Tirmizi) “Allahım! Kalbimi sana itaat üzere sabit kıl!” (Ahmed b. Hanbel)

Ailenin temelini, yani karı ile kocayı birarada tutan hamur sevgidir. Sevgi ise kalptedir. Sevgi de, kalp de manevidir ve insan gücü kullanılarak müdahale edilemez. İşte müminler, sevginin de kalplerin de sahibi olana, kendisinden başka hiç kimseye kalplere müdahale etme hakkı tanımayan Allah’a kulak verir ve O’na yönelir ki kalpler düzelsin.

Kalpleri, gönülleri kudreti altında tutan Allah, bu yönelişin ve neticede huzura kavuşmanın yolunu tarif ediyor: “Dikkat ediniz!!! Kalpler sadece Allah’ın zikri ile huzur bulur.” (Ra’d/28) Allah’ın zikrinden maksat O’ndan gafil olmamaktır. Her halimizde, herşeyi O’nun yarattığını, her yerde O’nun kontrolünde olduğumuzu düşünebilmektir. İnsan Allah’ı zikrettikçe, Allah da kulunu zikreder. (Bakara/ 152) Allah’ın kulunu zikretmesi, ona ikram etmesi, ona acıması, onu rahatlatması, kalbine rahatlık vermesi demektir.

Aile hayatında da, hayatın diğer bütün alanlarında da huzura ulaşmanın başka bir çaresi, başka bir adresi gerçekten yoktur.

Son olarak, Allah’ın koyduğu ölçüler dahilinde gerçekten ayrılığı gerektiren durumlar mevcutsa, müminler asla nefsî ve fevrî davranmazlar. Zikir ehli rabbanî bir alimin   rehberliğine başvururlar. Hallerini onların kılavuzluğuna iletirler. Kendilerini ve çocuklarını perişan etmeyecek en makul çözüme ulaşırlar.

İşte müminlerin bu bakış açıları ve davranış özellikleri sebebiyledir ki müslüman toplumlarda aile, tarihin her döneminde huzur ve mutluluğun, güçlü toplumsal bünyenin sapasağlam yapıtaşları olagelmiştir.

İnsanlığın huzursuzluk ve çözülmenin pençesinde kıvrandığı bugün de başka yol var mı?

Kalın Sağlıcakla….

Selam ve Dua ile…..

 

Sait Özdemır

Egitimci Yazar Aile Egitimi Uzmanı

Uzman Psk Danisman 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.