MUSTAFA YÜREKLİ: Manipülasyon – ”Gölgesi Yoktur Türkiye'de”

MUSTAFA YÜREKLİ: Manipülasyon – ”Gölgesi Yoktur Türkiye'de”
Ertuğrul Özkök, Hürriyet’te yayınladığı “Mona Rozayı yazan adam gibi adam” başlıklı yazıyla Sıddık Akbayır’ın "Gölgesi Yoktur Türkiye'de - Sezai Karakoç” kitabının sözde tanıtımını yapar.

Yazıda, kitaptaki “bilgiler”i servis etme görüntüsü altında düşmanlığını kusar..

Sıddık Akbayır’ın Sezai Karakoç’un 80. yaşına armağan niteliğinde olduğunu iddia ettiği "Gölgesi Yoktur Türkiye'de - Sezai Karakoç” kitabı, manipülasyon denilince, ilk sırada anılması gereken bir olgudur. Kitabın adındaki problem, ele alınan manipülasyon konusunun hiç şüphesiz özünü ortaya koymaktadır.

"Gölgesi Yoktur Türkiye'de” aslında Sezai Karakoç’un ölümünde annesine yazdığı, “Sabahları gün doğmadan uyanır / Dilini yutacak olur içi kanlanır” dizeleriyle başlayan şiirin adıdır. Akbayır, bir ağıt olan o şiirden alır, sözde Sezai Karakoç’u anlattığı kitabının adını. 

Ne var ki büyük bir problem çıkar ortaya: “Gölgesi yok” demek, “hayatta değil, artık bu dünyada yok, öteki dünyada” demektir. Dolayısıyla hala hayatta olan Sezai Karakoç için "Gölgesi Yoktur Türkiye'de” denilemez. Denilirse, “varlığıyla yokluğu belli değil” anlamına gelir ki bu tanımlama yanlıştır, saygısızlıktır.

Akbayır, bu büyük saygısızlığı yapar; çünkü amacı manipülasyondur. Akademik çalışma kılığına bürünmüş bu manipülasyon kampanyasına, medyanın amiral gemisi Hürriyet’ten de destek gelir. Aslında Hürriyet belli bir süredir Sezai Karakoç’a dönük manipülasyonun merkez üssüdür[1].

Ertuğrul Özkök,  Hürriyet’te yayınladığı “Mona Rozayı yazan adam gibi adam” başlıklı[2] yazıyla (şiirin adı Özkök’ün yazısının başlığına da taşıdığı şekliyle “Mona Roza” değil “Monna Rosa”dır) Sıddık Akbayır’ın "Gölgesi Yoktur Türkiye'de - Sezai Karakoç” kitabının sözde tanıtımını yapar.  Yazıda, kitaptaki “bilgiler”i servis eder.

Bu arada Birol Biçer "Gölgesi Yoktur Türkiye'de - Sezai Karakoç” kitabından alıntılar yaparak “Sezai Karakoç'un sır yaşamı ilk kez aralanıyor[3]” başlıklı bir kitap tanıtım yazısı yazar. Biçer de kitaptaki “bilgiler”i servis eder.

Servis edilen Sezai Karakoç’a ilişkin “bilgiler” ise, toplumdan tecrit olmuş, melankolik, agresif, tepkisel, problemli bir kişilik olduğuna ilişkin yargılardır.

Sonuçta "Gölgesi Yoktur Türkiye'de - Sezai Karakoç” kitabı ve tanıtım yazıları aynı amaçla kaleme alınmış görünmektedir: Manipülasyon!

Bu çalışmaya Ertuğrul Özkök’ün “Mona Rozayı yazan adam gibi adam” başlıklı tanıtım yazısının eleştirisiyle başlanacaktır. Birol Biçer’in tanıtım yazısı da müstakil bir yazıda irdelendikten sonra Sıddık Akbayır’ın “Gölgesi Yoktur Türkiye'de” kitabı  da üçüncü müstakil yazıda irdelenecektir.

Böylece ele alınan manipülasyon konusuna ilişkin başka akademik çalışmalar ve makaleler tek tek değerlendirilecektir.

 

“ADAM GİBİ ADAM”

Ertuğrul Özkök’ün yazısının başlığının “Mona Rozayı yazan adam gibi adam” oluşu sunduğu metnin içeriğini yansıtmamaktadır. Yazar, metnine “aşk şairi” tanımlamasıyla başlar; bunu da Monna Rosa şiirini “kuşakları etkilemiş” ve “Türk şiirinin en büyük üç aşk şiirinden biri” nitelemesiyle dolaylı olarak yapar.  Sözü hemen Sıddık Akbayır’ın “suçlayıcı ve aldatıcı” bir metin olan “Gölgesi Yoktur Türkiye'de” kitabına getirir.

Bir akademisyen olan Sıddık Akbayır’ı “Şiiri çok iyi bildiği gibi, popüler kültürü de çok içten tanıyor.” diyerek tanıtır. Popüler kültürün emrindeki iki kalem artık görev başındadır: Akbayır’ın paslarını Ertuğrul Özkök boş kalede gole çevirecektir: “Çünkü hepimiz ya ulaşamamış ya da ulaşıp da kaybetmiş aşk çocuklarıyız. Dokunur bize böyle şiirler. Arkasındaki yalnızlığı, saklı bahçeleri, gizli şifreleri merak ederiz.” diyerek yine aşk şiirine vurgu yapılır.

Özkök “Bugün size, kendini yalnızlığa, tekliğe mahkûm etmiş; yalnızlığını kendinden bile saklayan birini tanıtacağım.” diyerek başladığı uzun sunuşunu, Akbayır’ın “Yüzü az bilinir. Ancak izi, köklü ve derindedir. Yüzünü gizleyip izini derinleştirir. Yüzü geniş ve aydınlıktır. İzi dümdüz...” ifadeleriyle sürdürür.

Manipülasyonun amacı, bir kişinin iletişim ve ilişkilerini keserek yalnızlaştırmaktır. Bu adeta amacını ilan eder mahiyetteki sunuş ifadeleri, elbette asılsızdır. Ben İstanbul’da otuz yıldır  Sezai Karakoç’u izliyorum, hiçbir zaman yalnız görmedim.. Evinde, yayınevinde dostları eksik olmaz. “Yalnız” ve “İz” uyağı ve tezadı ise çok naiftir. Beyefendilerin yalnızlıktan anladıkları, kendi ortamlarının dışında kalmak olmalı..

Özkök, Sezai Karakoç’a ilişkin kendince ilginç bilgileri önce liste halinde verir:

- DOĞUM YERİ MAKAM ÇİÇEĞİ: 1933’te Ergani’de doğdu. Ergani adı, o bölgede baharda açan erguvan renkli bir çiçekten gelirmiş. Bu çiçeğe ‘makam çiçeği’ denirmiş.

- DEDESİ PLEVNE’DE SAVAŞMIŞ: Dedesi Plevne’de Gazi Osman Paşa’nın yanında savaşmış bir asker.

- ASIL İSMİ MUHAMMED SEZAİ: Nüfus kayıtlarına geçirilirken nasıl olduysa abisinin adı yazılmış. Yani Ahmet Sezai.

- BABASI 55 AY ASKERLİK YAPMIŞ: Kafkas cephesinde çarpışmış; iki yıl Rusların elinde esir kalmış.

- OKUDUĞU İLK KİTAPLAR: Namık Kemal, Ziya Paşa, Tevfik Fikret ve Ziya Gökalp. Sonraları Mehmet Akif, Süleyman Nazif ve Abdülhak Hâmid okumaya başlar.

- HOCASI SADUN AREN: Mülkiye’de okurken, hocası Marksist bir iktisatçı olan, benim de hocam rahmetli Sadun Aren’miş. Ama ondan iktisat değil, sosyoloji dersi almış.

- SINIF ARKADAŞI CEMAL SÜREYA: Mülkiye’de üç yıl boyunca Cemal Süreya ile arkadaşlık yapar.

- MONA ROZA’YI KİM BASTIRDI: En ünlü şiiri Mona Roza’yı, sınıf arkadaşı Cevat Geray ‘Hisar’ dergisinde yayımlattı. Prof. Geray benim de hocam oldu.

Artık okuyucu, kısa bilgi ve listelemeyi kanıksamıştır. “Yalnız bir şairin mazlum yalnızlığı” başlıklı ikinci bir liste daha yer alacaktır yazıda.. Bu ikinci liste, arabesk başlığıyla hemen dikkat çekmektedir. “Sezai Karakoç’un özellikleri, "Gölgesi Yoktur Türkiye'de” isimli kitapta şöyle anlatılıyor” diyerek sunulur liste:

- FOTOĞRAF: Kimseyle fotoğrafı yoktur.

- SÖYLEŞİ: Kimseyle söyleşi yapmaz.

- İMZA: Kitaplarını kimseye imzalamaz.

- HEDİYE: Hiçbir yerden hiçbir şey kabul etmez.

- TELEVİZYON: Asla çıkmaz.

- ISSIZLIK VE YALNIZLIK Asla hiçbir zaman yakınmaz.

- MÜLAKAT: Şair kimliğiyle tek mülakatı Kilis’te yayımlanan Kent adlı taşra gazetesine vermiştir. Siyasi kimliğiyleyse bir Fehmi Koru’ya; bir de Nurettin Çakın’a verdi.

- PARA: Mülkiyeli olup da mülkiyetle hiç ilişkisi olmayan insandır. Türkiye’nin en yoksul şairlerindendir. Dikili ağacı yoktur. Tek varlığı 60 metrekare bir evdir.

- ONUR: Parasızlıktan eve kapanır, yiyecek bir şey bulamaz. Halsizleşir bayılır, kimseden beş kuruş istemez.

- SİYASİ DURUŞU: Sağ görüşlü olup, sol görüşlü aydınlar dünyasında kendine yer etmiş ilk isimdir.

“Kimseyle fotoğrafı yoktur.” sözünün aslı yoktur. İnternette araştırma yapan herkes bunu görür. Yirmi beş yıldır siyaset yapan birinin fotoğraf çekilmemesi sözkonusu olabilir mi? Üstelik Sezai Karakoç, genel başkanı olduğu önce Diriliş Partisi’nin, sonra Yüce Diriliş Partisinin çok sayıda etkinliklerine, kongrelerine katılmıştır.

Ertuğrul Özkök, mülakat ile söyleşinin ne olduğunu bilir bilmesine de “Kimseyle söyleşi yapmaz.” dedikten sonra, “Şair kimliğiyle tek mülakatı Kilis’te yayımlanan Kent adlı taşra gazetesine vermiştir. Siyasi kimliğiyleyse bir Fehmi Koru’ya; bir de Nurettin Çakın’a verdi.” diyerek bir taşla birkaç kuş vurmaya çalışır.

“Hediye” maddesi, tam bir saygısızlıktır: “Hiçbir yerden hiçbir şey kabul etmez.” Sezai Karakoç, yüce gönüllü, hediyeleşmeyi seven, eli açık bir İslam büyüğüdür. O elbette meşru olmayan “Hiçbir yerden” haram olan “hiçbir şey kabul etmez”. İnsanlar, ziyaretine gelirken, özellikle Anadolu’dan gelenler, birşeyler getirirler. O da saygıyla, gönül alıcı sözlerle her zaman kabul eder. İsminin ya da resminin işlediği küçük duvar halılarından tutun da kendisinden bahsedilen kitap ve dergilere varıncaya kadar.. Bütün hediyeleri mutlu olarak alır, teşekkür eder. Kendisi de yeri gelince uygun kişilere usulünce hediye verir.

Sezai Karakoç’un parayla ilişkisini bozuk göstermek de tuhaf yaklaşımlarından biridir: “Mülkiyeli olup da mülkiyetle hiç ilişkisi olmayan insandır. Türkiye’nin en yoksul şairlerindendir. Dikili ağacı yoktur. Tek varlığı 60 metrekare bir evdir.” Evi olan insana nasıl “Dikili ağacı yoktur.” denir? Üstelik yıllardır yüze yakın kitabının onlarca kez baskısını yapan Diriliş yayınevinin sahibidir. Bir de “Parasızlıktan eve kapanır, yiyecek bir şey bulamaz. Halsizleşir bayılır, kimseden beş kuruş istemez.” diyerek sözde onuru anlatılmaktadır.

Özkök, bütün bu soytarılıkları bir sözde akademisyenin uyduruk kitabının arkasına saklanarak yapmaktadır. Siyasi duruşunu, “Sağ görüşlü olup, sol görüşlü aydınlar dünyasında kendine yer etmiş ilk isimdir.” şeklinde tanımlar. Bu aşama, Özkök’ün işlediği manevi cinayette doyuma ulaştığı noktadır.

Sezai Karakoç’a böylesine saldırganlaşmasının nedeni, Diriliş görüş ve hareketine olan düşmanlığıdır. “Diriliş”i anmaz, gerçeği çarpıtır. Üstelik, “sol görüşlü aydınlar dünyasında kendine yer etmiş ilk isimdir” payesi lütfederek en ağır darbesini indirir.

SEZAİ KARAKOÇ ÜZERİNDEN NECİP FAZIL’A VURMAK

Ertuğrul Özkök, “İkisi de büyük ama arada altı büyük fark daha var.” başlıklı yazısının üçüncü bölümü ve üçüncü listesinde aklınca öldürücü vuruşu yapar. Yazının yayımlandığı günlerde, Necip Fazılın Yassı Ada duruşması ve Adnan Menderes’ten Büyük Doğu dergisi için destek alması medyada tartışıldığından, üçüncü bölüm yazarın hedef noktasıdır.  “Sezai Karakoç hayatı boyunca Necip Fazıl Kısakürek’i idol olarak görmüştür. Elindeki üç beş kuruşu bile onun dergisi, hatta kumar parası için harcamıştır. İkisi de büyük şairdir ama kitabın yazarına göre aralarında altı büyük fark vardır” diyerek başlar listelemeye..

- BİR: Sezai Karakoç, Diriliş dergisini kendi kısıtlı olanaklarıyla çıkarır. Necip Fazıl, Büyük Doğu dergisini Adnan Menderes’in örtülü ödeneğiyle çıkarır.

- İKİ: Diriliş yayınlarında sadece Sezai Karakoç’un kendi kitapları basılır. Hiçbir şiirini reddetmez. Necip Fazıl da Büyük Doğu yayınlarında sadece kendi kitaplarını basar ama 30 yaş öncesi şiirlerinden çoğunu reddeder.

- ÜÇ: Sezai Karakoç ödül kabul etmez. Necip Fazıl ödülleri reddeder ama kendine verilen ‘şairler sultanı’ unvanını kabul eder.

- DÖRT: Sezai Karakoç, görünmez, konuşmaz. Güncele meraksızdır. Necip Fazıl, görünmek, bilinmek, saygı duyulmak, önemsenmek ister.

- BEŞ: Sezai Karakoç kuvvetli bir belagate sahip değildir, kitleleri peşinden koşturacak konuşma yapamaz. Necip Fazıl ise belagat şehvetinin şerbetini içmiş, etkili bir hatiptir.

- ALTI: Sezai Karakoç, Diriliş Partisi’ni sessizce kurar; Necip Fazıl ise Büyük Doğu Cemiyeti’ni müthiş bir tantanayla kurar.

Düşmanca saldırayım derken altı çam devirir Özkök, rezilliğini tarihe not bırakır. Çünkü yüzeysel, art niyetli ve çirkin yaklaşımlardır bunlar. Özünde, Sezai Karakoç ile Necip Fazıl karşılaştırması görüntüsü altında ikincisini küçük düşürme çabasıdır bu.

 

[1] Bu yazıdan beş yıl önce, 2007’nin Ocak ayında Hürriyet’te Ahmet Hakan’ın Sezai Karakoç’a dair yazıları yayımlanır.

[2] 2 Şubat 2013

[3] http://www.haber7.com/guncel/haber/9 

Kaynak:

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.