Mi'rac'da
Cebrail -aleyhisselâm-Sidre'de kaldı. Çünkü, "Sidre'den öte bir parmak ucu yaklaşmış olsaydım yanardım," demiştir. Sidre'yi, ilâhi bir nûr kaplamıştı. Sidre'den ötesi tasvir ve beyana sığmayan bir âlemdi. Ve'n-Necm Sûresinde (5-18) arası âyeti kerîmelerde bu âlem şöyle anlatılır:
"Sizin Resûlünüze o vahyi kavi ve şedid olan Cibril-i emin tâlim etti. O Cibril-i emin ki kuvvet ve akılda kemal, manzarada heybet ve azamet sahibidir." Allah'ın halkettiği hey'et-i asliyesi üzere müstakim ve me'mur olduğu işlere kuvvetle müstevli oldu."
Âdem'in ve âlemin sebebi hilkati olan "Peygamber ufuk-ı âlâya çıktı. Bu ali ufukda durdu."
"Sonra Cebrail Resûlullah'a yaklaştı ve sonra refref ile yükselip, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Rabbine mânevi bir yaklaşma ile yaklaştı ki abdi ile Rabbi arasında imkânla vücub kavisleri miktarı yakîn oldu. Yani takrib o derede husûle geldi ki kurbiyet iki kavis yani iki yay miktarı kaldı." denilmiştir.
Takrib, beşerin idrak edemeyeceği bir şekilde ma'nen vukû bulmuş ise de beşerin idrak edebileceği bir ta'bir ile "iki kavis miktarı" buyurulmuştur. Tefsirde daha başka tâ'birle de mânâ verilmiştir. Cenabı Hak, Habibini onun bütün varlığıyla cânib-i Kudsüne doğru cezbetti de:
"Rabbi ile abdi arasında kurbiyet-i kâmile hâsıl olunca Rabbisi abdine vahy ettiği şeyleri vahyetti."
Habibine esrar ve maarifi vahyetti. Ta'rif ve beyana sığmayan bir takım esrar ve maarif ve hakayıkı bildirdi.
"Gözle gördüğü şeyi hayalâta hamledip de Kalbi tekzib etmedi ve Hak olduğunu tasdik etti."
"Siz Resûl'ün gördüğü şeyi tekzib eder ve gördüğü şey üzerine mücadele mi edersiniz? Zât-ı ulûhiyetime yemin ederim ki o Resûl, Cibril'i gördüğü gibi merre-i uhrâda bir de kurb-i Hak'dan dönüşünde (yani inişde) Cibril'i sûret-i asliyesiyle Sidre-i müntehâ indinde gördü." Evvelki görüşü de cebel-i Hıra'da ilk vahy zamanında olmuştur ki o zaman Cibril-i Sûret-i asliyesi ile Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem görünce derhal secdeye kapanmıştı. Bunun üzerine Cibril-i emîn de benî Âdem sûretine , temessül edip girer ve Resûlullah'a yaklaşır, secdede alnına yapışan taşları silerdi.
"Sidre'nin yanında şehidlerin ervâhına ve muttakilere mesken olan cennet-i me'vâ vardır."
"Sidre'yi örten ilâhi tecelli tamamiyle bürüdüğü zaman o mehâbetili manzarayı gören göz yani nûr-ı ilâhi sallallahu teâla aleyhi ve sellem 'in gözü hayrette kalarak sağa sola meyletmedi, gördüğü şeyi tecâvüz etmedi ve ancak görülmesiyle me'mur olduğu şeye nazar etti ve ondan başka bir şeye bakmakla gözü tuğyan etmedi ve muhakkak Rabbisinin büyük âyetlerinin tecellisini gördü."
Sidre'yi ihâta eden şey: Bu dünyada nâsın idrak edemeyeceği, ukûl-ı beşerin tasvîrinden hariç bir hal, bir nûr-i ilahîdir.
Sidre'den sonra refref ile yükselip kurb-i Hakk'a vardı.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz, seferinin son kısmını şöyle hikaye buyurmuştur: Refref beni alıp uçmağa başladı. Kâh alçaktan, kâh yüksekten götürüp tâ Rabbim divanına durdu ve dönüş zamanımda da beni yine alçalarak yükselerek uçup Cibrîl'e getirdi, demiştir.
Bu Mî'rac-ı Nebevî, mu'cizât-ı Nebevînin en büyüğüdür. Bu urûc safhası tabi'at ve adet haricinde i'câzkâr bir takım esrarı ilâhiyeyi tecelli ettirir. Bu mübarek mi'rac gecesinde maddî kanunları durduran zaman ve mekan gibi mesafe ve mikyas mefhumlarını kaldıran, sâmianın, bâsıranın ve aklın şartlarını dışarı atan o hâlık, fâtır, kayyûm, muktedir olan zü'l-celâl ve'1cemâl Teâla ve Tekaddes Hazretleri Habibine; ubûdiyyet makamına bihakkın mazhar olan abd-i ehassına mülk-ı melekûtunden arşdan ferşe kadar bütün ukbayı, cennet ve cehennemi seyran ettirmiştir. Bütün saltanatını ona göstermiştir. Dönüşünde kullarının mi'racı olan namazı hediye göndermiştir.
M. Sâmi Ramazanoğlu
1994 - Ocak, Sayı: 095, Sayfa: 027
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.