Medeniyet mi dediniz?

Medeniyet mi dediniz?
Osmanlı evi dediklerinde durmak lâzım. Hele Osmanlı kadını ifâdesi beni hep benden alır. Düşünsenize yağmur yağdığında insanlar sokaklarda ıslanmasın diye evlerinin mîmârîsini özellikle cumbalı yapan insanlarımız yaşadı bu topraklar üzerinde.

Kapı çalmanın bir usûlü bir âdeti olduğu günlerimiz vardı bizim.

Önce kanatlı bir kapının büyükçe olmayan tokmağını tutar ve çalardınız. Sonra içeriden size izin verilirse evin avlusuna geçerdiniz. Evin arka ve yan taraflarını çevreleyen kiminin yazlık, kiminin kışlık bahçelerinin olduğu mekândan yürür ve asıl görüşme mekânına alınırdınız. Zengin âilelerin oturduğu büyük konaklarda bu mekânın ortasında genellikle bir havuz olurdu. Duvarında ise bir selsebil bulunurdu. Yükseldikçe yükselen oda kapıları, büyük dolaplar Osmanlı evlerinin vazgeçilmezi idi.

Bu büyük konaklara girdiğinizde önünden geçtiğiniz bahçenin yanıbaşında reyhân ve sümbüller bulunur ve bu çiçeklerin bakımını evin hanımı yapar ama eve girmeden önce geçtiğiniz bahçedeki ağaçların, çiçeklerin ve bilhassa güllerin bakımı tamâmen evin beyine âit olurdu.

Metnin bu kısmında size üç tane çiçek ismi verdim.

Sümbül

Reyhân

Gül.

Peki Neden?

Osmanlı araştırmalarımda hep dikkat etmişimdir. Evlerin içinde hep bu üç çiçek bulunuyordu. Sebebi ise gâyet açıktı.

Osmanlı insanı Reyhânı koklayarak Hz. Allah’a (cc) şükrünü, Sümbüle bakarak ölümü ve Gül’e bakarak Hz. Peygamber’i (sav) tefekkür ettikleri için.

Kış bitip bahar ayı girdiğinde evlere reyhân alınırdı. Tıbbî açıdan faydaları her geçen gün yenilenen bu bitkinin mûcizevî bir özelliği var. Kokladığınızda dahi öksürük ve nezleye iyi geliyor. Sesinizi duyar gibiyim. Muhakkak Osmanlı bunu biliyordu diyenleriniz olacaktır. Belki de doğru söylüyorsunuz ama asıl sebep bence bu değildi.

Reyhân o mis gibi kokusuyla buram buram kokmaya başladığında şöyle yavaşça avucunun içinde reyhânı mesh eder, sonra avucunu burnuna yaklaştırıp keskin kokuyu elinde duymaya başladığında eskilerden öğrendikleri bir cümleyi gayri ihtiyârî tekrarlarlar:

“Bizi bu sene de Reyhân’a ulaştıran Rabb’e şükürler olsun…”

İfâdenin derinliğine bakar mısınız?

Soruyorum kendime şimdi. Yüksek miktarlar ödeyerek kokular satın alan modern insanlar acaba duydukları güzel kokular için şükrederler mi? Yoksa şükretmek akıllarına gelmez mi? İstediğiniz kokuyu alın hiçbiri Reyhân’ın mâsumiyetine ve doğallığına ulaşamaz.

Bir zamanlar bu milletin içinde Reyhân’ın kokusunda şükrü hatırlayan ve hatırlatan güzel insanlarımız vardı.

Bir diğer çiçek ise sümbül.

Ama öylesine sümbül değil

Osmanlı sümbülü.

Eskiden Osmanlı sümbülleri de vardı.

Şimdi de Sümbül var.

Tıpkı modern insan gibi kokusuz ve köksüz…

Oysa Osmanlı sümbülleri çok güzel kokarmış ve her bahar tekrar tekrar alınıp saksıya dikilmezmiş. Zîrâ evin hanımefendisi sümbül soğanını bir kez alıp saksıya diktikten sonra, ertesi yıl tekrar almasına gerek kalmazmış. Yâni şimdikiler gibi kısırlaştırılmış soğanlardan yetiştirilmezmiş.

Osmanlı’nın Sümbül’ü aynı soğandan yetişirdi. Ömrü kısa sümbül 20 gün sonra ölürdü. Evin hanımı o Sümbül’ü alıp evin bir köşesinde muhafaza eder ve ertesi bahar sulamaya başlayınca yeniden Sümbül verirdi.

Her tavrı bir ders olan, Sümbül’e bakan tefekkür sâhibi Osmanlı, kör gözlere:

“Çürümüş kemikleri yeniden nasıl diriltecek mi diyorsun, bak ben bu sümbülü geçen sene öldüğü andan itibâren hiç sulamadım. Tıpkı toprağın içindeki ölü beden gibi idi ölü Sümbül soğanı. Ama bak işte vakti saati gelince yeniden topraktan çıkıverdi. İşte seni de o Sümbül’ü dirilttiği gibi diriltecek.” dermiş.

Gelelim Gül’e…

Necâti Beg’in güzel bir sözü var diyor ki üstad:

Yılda bir kerre menâr-i sâhdan dîdâr gül,

Gösterir nite ki nûr-i Ahmed-i Muhtâr gül.

Bizim kültürümüz sembolcü kültürdür. Atalarımız daha Orta Asya’dayken belirli eşyâları, cisimleri ve şekilleri belirli mânâlara sembol yapmışlardır. Meselâ “ok” Allah’a bağlılığın, “yay” da bu bağlılığın cihâna yayılmasının sembolüydü. Kezâ davulun, tuğun devlet bâbında değişik anlamları vardı.

 

 İslâm’ı kabûlden sonra da devâm eden bu sembolcü gelenek, Peygamber Efendimiz’e (sav) de bir sembol bulmakta gecikmemiş ve O’na (sav) GÜL sembolünü lâyık görmüştür. Kültürümüzde gül, Peygamberimiz’in (sav), Peygamberimiz’e (sav) duyulan muhabbetin sembolüdür.

Resûlullâh’ın hoş kokusunu Gül kokusuna benzetmek sanırım ilk olarak Mevlânâ’nın, sonraki yüzyıllarda da Süleyman Çelebi’nin işi.

Aslında ashâb Resûlullâh’ın bu hoş kokusunu Gül’e benzetmedi. Zîrâ Hz. Ömer ‘misk gibi’ koktuğunu, Hz. Âişe ve Hz. Ali ‘miskten daha hoş bir koku’ olduğunu, Muaz bin Cebel ‘misk veya anber’, Enes bin Mâlik ise özellikle İsrâ Gecesi’nden sonra ‘dâmat kokusu hattâ ondan da hoş bir koku’ olduğunu ifâde etmiştir.

Osmanlı aslında şunu söylüyordu, verilen mesaj doğru algılanmalıdır: “Bak! Senin duyabildiğin en güzel koku bu gülün kokusu ya… İşte bil ki Resûlullâh ondan da güzel kokardı. Bu koku seni mest etmesin. Resûlullâh’ı hatırla, O’na Salevât getir.” İşte bu yüzden Gül’ü koklarken Salavât getirmeyene, yâni Resûlullâh’ı yâd etmeyene ‘kaba – ham adam’ nazarı ile bakılırdı.

Evvel demiştik ya bahçedeki çiçeklerin bakımı konaktaki beyefendiye âitti diye. Gül mevsimi gelince beyefendi ve hanımefendi seher vaktinde namazdan hemen sonra bahçeye inerler, Gül koklayıp Salavât getirirlermiş.

Metnin başından beri vurgulamaya çalıştığım şey Osmanlı’nın sisteminin büyük bir çark gibi durmadan işletilmesidir. Bahçeden koparılan Gül’ün bile koklanmasının bir usûlü vardır Osmanlı’da.

Gül kokusu en çok seher vaktinde zirveye çıkar. Seher vakti eğer bahçenizde Gül var ise, bahçeye indiğinizde önce Gül dalının üzerindeki çiğ damlalarını hafifçe silkelermişsiniz. Bu kokunun daha yoğun çıkmasını sağlarmış. Eğer gül dalını kopardı iseniz, o zaman Gül’ü baş aşağı tutar, hafifçe sallar sonra burnunuza yaklaştırır o güzel kokuyu içinize çektikten sonra mest halde iken Salavât getirirmişsiniz.

Nihat Sâmi Banarlı, Türkçe’nin Sırları isimli kitâbında Gül ismine özellikle dikkat çekiyor ve diyor ki: “Bir köye gitmiştim, kızların adı hep Gül ile başlıyordu. Kızı çağırdım ve dedim ki kızım senin adın nedir? Güldane dedi. Yaşı yirmi civarında olan bu genç kıza Gül isminin neden köydeki tüm kızların isminin önünde olduğunu sordum. Verdiği cevap çok mânidardı: Gül Peygamberimiz’in (sav) remzidir. Gül ile başlamamız O’nu her dâim hatırlamamızı sağlıyor.”

Gül’ü eline aldığında salavât getirenler;değil adının anıldığı yerde Salavât getirmeyi, adının anılması ihtimâli olmayan bir çiçeğin yanında Salavât’ı hatırlatanlar sizler ne eli öpülesi insanlarmışsınız.

Recep Babacan(Aralık 2016)

 

Not: Bu yazı Yenidünya Dergisinin Aralık-2016 sayısından alıntıdır.  

 

Kaynak:

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.