Lidere Bağlı Partilerin Sonu Yok
Lidere Bağlı Partilerin Sonu Yok
Bizde partiler hep liderlere bağlı olarak kuruldu ve devam etti.
Lider partinin başından ayrılınca da, parti yok olup gitti.
Bunun nedeni aslında çok basit: Türkiye’de tek partili yönetimden sözde çok partili sisteme geçiş bir aldatmacayla başlamıştı. Demokrat Parti’nin kuruluşu bir danışıklı döğüştü.
Fakat halk CHP’den öylesine bıkmış ve nefret etmişti ki, onun içinden ayrılarak, görünüşte farklı, özde aynı olan ama çok partili sisteme geçtik demek için kurulan bir parti bile umulmadık bir başarı gösterdi. Demokrat Parti, halkın kendisine yüklediği misyonu benimsemedi; Türkçe okunan ezanı asli şekliyle okunmasını sağlamanın ötesinde bir reform yapamadı..
Totaliter yönetim geçmişine sahip CHP’ye göre, sistem korunmakla birlikte DP’nin halka denetimli serbestlik sağlaması hazmedilir bir şey değildi. 1960 İhtilâli ile DP ortadan kaldırıldı; lideri Celal Bayar, siyaseten ölü haline getirildi, alanın dışına atıldı ve ileri gelenlerden üç kişi bu oyuna katılmanın faturasını canlarıyla ödedi.
Ancak bu siyasal deneyim önemli bir gerçeği gösterdi: Başında kim bulunursa bulunsun, bu millet, din düşmanlığı yapan hiçbir partiye geçit vermeyecektir.
Dünya güçlerinin bu gerçekten yola çıkarak ulaştığı formül şu oldu: Türkiye’de solun iktidar olması mümkün olmadığına göre, mutemet bir sağ parti iktidarda olmalıydı.
Dünya güçleri açısından Türkiye’de bir partinin itimata şayan olması, partinin belirleyecekleri bir mutemet lidere teslim olması sayesinde iradesizleşmesi anlamına gelmektedir.
Ülkeyi denetimli serbestlik içinde tutabilmek için mutemet bir liderin iradesiz partisi iktidara getiriliyor ve başedilmez olunca da bir şekilde parti kapatılıyor; yeni lider, yeni parti arenaya alınıyor. Böylece ülkeyi sürekli kendilerine bağlı yönetimlerle iradesizleştirdiler. Bu yüzden bir mutemet lidere bağlı felç parti ve kontrollü iktidar formülü, bugün ülkemizin değişmez kaderi olarak sürüp gidiyor.
Yeni liderle seçime giren yeni bir parti, büyük oy yüzdeleriyle iktidar oluyor; ama belirli bir süre sonra, hem de liderini ülkenin zirvesine oturtacak derecede başarılı olduğu bir dönemde, birdenbire yok oluyor. Yani lider gidince, partiden de eser kalmıyor. Süleyman Demirel, Turgut Özal ve Necmettin Erbakan üzerine titreyerek büyüttükleri partilerin can verişini izleme işkencesi yaşadılar. Cumhuriyet döneminin bütün iktidarlarının sonu, liderle birlikte partinin de sahneden çekilmesi oldu.
AK Parti de işe böyle başladı.. AK Parti uzun sayılabilecek iktidar döneminin sonunda liderini Cumhurbaşkanlığına taşıdı. Erdoğan’ın karizmatik liderliği, Anayasa gereği tarafsız olması gereken bir mevkide olmasına rağmen aktif politikayı sürdürerek partisinin denetimini elinde tutma mücadelesi veriyor. Erdoğan’ın çabası, Cumhurbaşkanlığı süresinde AK Parti’nin zayıflatılmasını ya da kapanmasını önlemek..
Tam da bu aşamada Cumhurbaşkanı Erdoğan, Ahmet Davutoğlu gibi önemli bir ismi AK Parti’nin liderliğine ve Başbakanlığa getirince, liderlik, partiyi devam ettirecek yeni birisine devredildi diye bir umut belirdi. Bu, Türkiye için bir şans olabilirdi.
Daha sonra Ahmet Davutoğlu’nun yerini Binali Yıldırım’a bırakması, bu şansı ortadan kaldırdı. Artık partinin ömrü Erdoğan’ın ömrü kadar uzatılabilecek. AK Parti’nin de Erdoğan’la başlayıp onunla biten bir hikayeden başka bir tarihi olmayacak.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.