Laçiner: Öcalan siyaseten idam edilmeli..
Artan terör saldırılarından sonra Öcalan'ın muhatap alınması konusunu gündeme geldi. Sedat Laçiner ise tam aksini düşünüyor ve İmralı'dan PKK'yı yöneten Öcalan'ın etkinliğini kırmak için önerilerde bulundu.
Nursel Tozkopran'ın röportajı
Gazeteler, internet siteleri, televizyonlar, radyolar? Son bir haftadır hiçbir haberi, hiçbir haber tartışma programını kaçırmıyorum.
Biranda tırmanışa geçen terör olayları beni haber manyağı yaptı.
Her okuduğum ya da izlediğim şehit haberleri ile yıkılıyorum. Ve haber ya da haber tartışma programlarının neticelerine umut bağlıyorum.
Terör olayları bitecek mi, kim bitirecek, çözüm nedir diye o kanaldan bu kanala geçiyorum.
Hangi gazeteci ya da hangi alanında uzman kişi nasıl bir çözüm sunuyor, ne diyor?
Başbakan ne diyor, muhalefet liderlerinin çözüm önerileri nedir?
Çıldırmış durumdayım. Artık şehit haberi duymak istemiyorum. Terörü unutmak huzur, barış içinde yaşamak istiyorum.
Yazılarını da çok yakından takip ettiğim uluslararası ilişkiler, uluslararası güvenlik ve Türk dış politika uzmanı Doç. Dr. Sedat Laçiner?i aradım. Kendisine gündeme dair her şeyi sordum.
-Bazı gazeteciler, ?Şayet akan kanı durduracaksa PKK muhatap alınsın? diye çok gürültü kopartan bir seçeneği dillendirdiler? Siz bu öneriyi şok edici buluyor musunuz?
Akan kan terör örgütü muhatap alınarak durmaz. Bunun dünyada örneği de yok. IRA ve ETA örneklerini bilmeden, okuyup incelemeden konuşanlar çok. Terör örgütü ile müzakere etmek demek bölünme pazarlığını yapmak demektir. Zaten PKK ne istediğini açık ve net bir şekilde ortaya koydu. Sonra karşınızda aklı başında makul insanlar yok ki: PKK?nın bugüne kadar öldürdüğü 16 yaş altı çocuk sayısı 395. Örgüte katılanların ezici bir çoğunluğu 16 yaş altı çocuklar. 12, 13 yaşında pek çok çocuk Kandil?de terörist olarak yetiştiriliyor. Örgütün öldürdüğü sivil sayısı 5 bin 700?den fazla. Yani PKK?ya terörist örgüt diyemiyorsanız dünyada kimseye bu etiketi, yapıştıramazsınız. PKK ile müzakere etmek, onu muhatap almak her şeyden önce ilkesizlik olur, demokratik değerlerle de çelişir. Bu durumda hak aramanın bir yolu olarak şiddet meşrulaşmış olur.
Sorun PKK?nın talepleri mi?
PKK muhatap alınırsa PKK?nın talepleri bellidir: Ayrı bir devlet istiyorlar, Öcalan için Barzani?nin konumuna benzer bir statü, teröristler içinde meşru savunma gücü payesini bekliyorlar. Eğer bunları vermeye hazırlarsa bunu PKK ile oturup konuşmadan da yapabilirler, kimse kimsenin elini tutuyor değil. Fakat bu durumda da terörün biteceğini, bölgenin huzura kavuşacağını sanmıyorum. Nihayetinde PKK terör dışında bir şey yapmayı bilmiyor. Asıl yapılması gereken PKK?yı değil Kürtleri muhatap almak, şiddet ile çözüm olacağı konusundaki ümitleri bitirmektir. Özellikle Öcalan?ın dışarı çıkma ümitleri de sona erdirilmelidir. Öcalan siyaseten idam edilmelidir. Aksi takdirde Öcalan dışarı çıkabilmek için gücünü sık sık ispat etmeye çalışacak ve terörü etkili bir araç olarak görecektir.?
-Siyasilerin mutabık kalması sorunun çözülmesini kolaylaştırır mı?
Elbette kolaylaştırır. Özellikle AK Parti ve CHP?nin bu konuda ortak bir tavır geliştirmesi çözümün yarısı gibidir.
KAN TERÖR ÖRGÜTLERİNİN GIDASIDIR
-MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli?nin ?Olağanüstü hal? talebi oldu, bu öneri neredeyse hiçbir kesimden kabul görmedi ama bildiğim kadarıyla MHP hala bu talebin arkasında duruyor. MHP?nin bu talebi için ne diyeceksiniz?
Terör sıkıyönetim ve OHAL dönemlerinde serpildi, güçlendi ve bugünkü sorun halini aldı. Türkiye?de demokrasi çok fazlaydı da terör böyle bir ortamda büyüdü değil ki. Türkiye sertlik anlamında bu sorunu çözebilmek için her türlü önlemi denedi. Denenmiş ve başarısız olmuş yöntemlerde ısrar etmek doğru olmaz. Bu arada ?OHAL gelsin, çare budur? diye bir reçete olmaz. Bunu kahvelerde konuşurlar, fakat bir siyasi partiye birkaç cümlelik reçeteler yakışmaz. Tüm siyasi partilerin karşımıza çok boyutlu, çok kapsamlı rapor ve analizlerle gelmesi lazım. OHAL önerisine dönecek olursak OHAL, tam da PKK?nın istediği haldir. Çünkü terörist daha fazla çatışmadan korkmaz. Aksine davasını sürdürebilmek ve daha çok adam devşirebilmek için çatışma artsın ister. Kan terör örgütlerinin gıdasıdır, daha fazla hak ve özgürlük ise terörü zayıflatır.
HALA ŞEHİT CENAZELERİNDEN RANT UMAN SİYASİLER VAR
- Medya?da bu terör olaylarını veriş konusunda çok ciddi eleştirilere muhatap oldu. Özellikle şehit cenazelerinin dramatize edilmesi nedeniyle? İçişleri bakanı Beşir Atalay da ?terör olayları ne kadar etkili ve acıları derinleştirici verilirse, örgütün o kadar propagandası yapılmış olur? dedi. Yine Bakan Atalay?ın deyimiyle medya gerçekten terörün ekmeğine yağ sürüyor mu?
Medyanın rolü konusunda medyanın yönetim tarafından iyi yönlendirilemediğini düşünüyorum. Terörle mücadelede ülkelerin enformasyon merkezleri olur. Çünkü terörle mücadele bir propaganda savaşıdır. Savaş imgeler üzerinden verilir. Örgüt eyleminin abartılı bir şekilde haberleşmesini isterken devletler kendi başarılarını abartıp, örgütün başarısını minimum göstermeye çalışır. Bu nedenle Batı?daki cenazeler uzun törenlere dönüşmez, acılı insanlar çok fazla görüntülenmemeye çalışılır. Aynı şekilde bayraklara sarılmış birçok tabutu yan yana göstermek bir devlet için iyi değildir. Bu tür törenlerde generaller, siyasiler vs. ağlamamalı, acizlik gibi algılanabilecek işaretleri vermemelidirler. Medyanın bunlara dikkat etmesi gerekir, ancak medya açısından asıl hatayı siyasiler ve bürokratlar yapmaktadırlar. Bizde hala şehit cenazelerinden rant uman siyasiler vardır. Oysaki şehit cenazelerinde slogan atılmaz, bağırılıp çağrılmaz. Bu ayıptır, her şeyden önce bu durum medeni değildir. Cenazede sessiz kalınır, o sessizlik pek çok şey söyler. Fakat burada asıl hataların devlet eliyle yapıldığını görüyoruz. Hal böyle olunca sadece medyayı suçlamak doğru olmaz.
Medyadan kaynaklanan hatalara gelince, ilk sorun reyting kaygısı ile ham görüntülerin dahi yayına sürülmesi. İkinci olarak medya kanlı canlı, kavga eden tartışan konukları tercih ediyor. Bu tür kişiler ise terör saldırılarının arttığı dönemlerde ortamı rahatlatıcı değil, ortamı daha da gerici açıklamalar yapmaktadırlar. Hatta eğer konuklar kavga etmiyorsa moderatör kavga çıksın diye konukları tahrik etmektedir. Medyada bir diğer sorun ise kalitesizliktir ki bu burada detayına giremeyeceğimiz kadar karmaşık bir konudur.
PKK ÖCALANI KULLANIYOR, ÖCALAN DA PKK?YI
-Şimdi yeniden en başa dönmek istiyorum. Terör çok kanlı yüzüyle son iki haftadır tekrar gündemimize girdi. Neden şimdi?
2000?li yıllardaki terörü öncesinden ayıran en önemli özellik örgütün sokaktan gelen fiili desteği önemli oranda kaybetmiş olmasıdır. Sokakta Kürtçülük artsa da, azalsa da şiddet ile bu işlerin çözüme kavuşacağı yönündeki inanç Kürtler arasında dip yapmıştır. Bunun en önemli nedeni ise Kürt sorununda ve genel olarak demokratikleşmede yaşanan iyileşmelerdir. Örgüt o zamana kadar Kürtçenin yasak olmasından ve ağır insan hakları ihlallerinden beslenmiştir. Türkiye Kürtçenin önündeki yasakları kaldırıp, bir de 24 saat Kürtçe yayın yapmaya başlayınca, bunlara ek olarak insan hakları alanında kaydadeğer gelişmeler ardı ardına yaşanınca PKK?nın davası çökmüştür. Geriye neredeyse bir tek ayrı bir devlet hayali kalmıştır. Ayrı bir devlet dışında PKK?nın mücadelesini üzerine oturtabileceği bir sebep kalmamıştır. Özerklik için dahi yöntemin silahlı mücadele olmayacağını artık hemen herkes kabul ediyor. Aslına bakarsanız bu değişimin en çok da PKK farkında? Fakat yeni koşullara uyum sağlamakta zorlanıyor. Özellikle yaşlılar kendilerine ne olacağının hesabı içinde. Öcalan ise kısa vadede dışarı çıkmak dışında bir şey düşünmüyor. Ardından yeni bir Barzani olmak istiyor. Fiili bir başbakan gibi davranabilen bir adam olmanın hesabı içinde. PKK Öcalan?ı kullanıyor, Öcalan PKK?yı. En çok kullanılan ise elbette BDP.
PKK demokratikleşmenin kendisini önemsiz ve işlevsiz bıraktığını da biliyor, Kürt sorununda yeni bir döneme girildiğinin de farkında. Eğer el çabukluğu gösterip yeni bir forma girmezse PKK ile birlikte örgütün Öcalan, Karayılan gibi isimleri de tarih olacak. Sorun ise PKK terör dışında bir yöntem bilmiyor. Aynı zamanda uzun vadede terörün işe yaramayacağını da biliyorlar. Bu nedenle kısa döneme sıkıştırılmış yoğunlaştırılmış terör ile demokratikleşmenin açığını yakalayıp muhatap haline gelmeye çalışıyorlar. Eğer bunu başarırlarsa Kürt sorununun bundan sonraki kısmının da önemli bir aktörü olabileceklerini düşünüyorlar. Fakat dikkat edilirse terör eylemlerine Türkiye?den katılım sayısı geçmişle kıyaslandığında oldukça az. Çünkü taleplerin önemli bir kısmı karşılandı. PKK terörü bir hafiflese devletin Kürtleri ve Kürt kimliğini kucaklaması, hatta dışarıda dahi Kürtlüğün en önemli temsilcisi olması işten bile değil. Zaten içeride biriken nefret ve kin tohumlarının boşalması da böyle olacak, yani içerideki gerilim dışarı atılarak, dışarıda ortak çıkarlar oluşturularak sorun zaman içinde çözülecek.
Burada en önemli sorun devletin demokratik açılımda, yani siyasi açılımda muhatap bulamamasıdır. PKK, BDP?nin (DTP) muhatap olmasına engel oldu. Muhatap adresi olarak İmralı, yani terör örgütünün başı gösterildi. Oysa ki böyle bir örnek yok. Dünyanın hiçbir yerinde Öcalan kadar kanın içinde olan bir kişi ile müzakere yapılamaz. Eğer BDP kendisini reddetmeye devam eder ise ya açılım suya düşecek, ya da devlet ve toplum PKK ve uzantıları dışında muhataplar ortaya çıkaracak. Aslına bakılırsa Türkler kendilerine düşen kısmını yerine getiriyorlar. Türk aydınları Ergenekon?a da, diğer devlet içi çeteleşmelere de cesurca karşı çıktı. Güneydoğu?daki insan hakları ihlallerini ortaya çıkaranlar daha çok Türkler oldu. Türkiye aynısını Kürtlerden de bekliyor. Kürt aydınlarının, halkın, esnafın, aklı yeten herkesin bu meselede muhatap boşluğunu doldurması, Kürtler ne istiyor bunu ortaya koyması lazım. Böylece PKK dışında gerçek muhataplar ortaya çıkar. Anlayabiliyorum, PKK bu insanları tehdit ediyordur, fakat hepimizin iyiliği için bu cesareti göstermemiz gerekiyor. Kim bilir belki de böyle bir gelişme karşısında PKK da değişir ve sürece olumlu katkı yapmaya başlar.
-PKK yeniden şehir hedeflerine yönelirken neyi amaçlıyor?
PKK işlevsiz kaldığının farkında? Bu nedenle format değiştirmeye ve silahlı gücünü yok olmamak için elinde tutmaya çalışıyor. Kırsalda sonuç alınamayınca şehir örgütü haline gelmeye çalışıyorlar. Fakat silahı ellerinde asla bırakmıyorlar. Önce belediyeleri aldılar, şimdi bu belediyelerin etrafında paralel bir devlet kurmaya çalışıyorlar. Gerek KCK, gerekse diğer şehir terör eylemleri hep aynı hedefe dönük, fiili bir devlet gücü yaratabilmek. Şehir eylemlerinin, özellikle batıdaki eylemlerinin bir diğer hedefi de toplumun sinir uçlarıyla oynayarak onu bir an önce örgütün istekleri doğrultusunda pes ettirebilmek. PKK bir yandan zamanının kalmadığını düşünüyor, diğer taraftan da Irak?taki gelişmeler ve Türkiye ile ABD ve İsrail arasındaki gerilim nedeniyle büyük fırsatların her an doğabileceğini düşünüyor. Yani bir oldubittiye hazırlık yapıyor.
PKK?nın önemli bir hedefi şehir örgütü haline gelmek. Eğer başarabilirse eylemleri büyük şehirlerin sokaklarına da taşımak istiyor. Terörü silahlı bir sivil direnişe çevirebilirse meseleyi iç savaşa kadar götürebilir. En azından hayalleri bu yönde.
ÖCALAN, ÇİMENTO GİBİ BİRLEŞTİRİCİ BİR FAKTÖR
-Tüm bu olup bitenlerde Öcalan ne kadar etkili, rolü nedir?
Öcalan birleştirici bir faktör. Çimento gibi. Aslında PKK?da doğrudan bir gücü yok. Fakat efsane haline geldiği için onun dışında bir kişinin PKK?yı bir arada tutamayacağını herkes bildiğinden alternatifsiz lider konumunda. Sokağı da, dağı da bir arada tutuyor. O da bunun farkında. Ancak zaman zaman hakim olamadığı olaylar olduğunu da görüyor. Ancak bunu dışarıyla fazla paylaşmıyor ki gücü sorgulanmasın.
Diğer taraftan Öcalan kendisini hapse sokan gücün Türkiye olmadığını düşünüyor. ?Beni buraya ABD, İngiltere ve İsrail koydu? diyor. Böyle olunca onu oradan çıkaracak güçler de yine bunlar olacaktır sanıyor. O yüzden doğru zamanı bekliyor. Devlet kendisiyle temasa geçince seviniyor. Uzun süre aranıp sorulmadığında ise unutulduğunu sanıp eylem işaretini veriyor. Bugün Öcalan rahatlıkla hapisten mesajlarını örgüte ve sempatizanlarına yollayabiliyor. Bu da Türkiye?nin ayıbı.
Bazıları Öcalan ile anlaşılarak terörün durdurulabileceğini sanıyor. Oysa ki terörün önemli bir nedeni de Öcalan?ın hala dışarı çıkabileceğini sanması. Onun bu ümidinin beslenmemesi, aksine kırılması şart. Yani Öcalan ve PKK artık dışarı çıkmayacağını bilmeli ve terör yaparak bir sonuç alamayacaklarını anlamalı. Ancak devlette bazıları bir yandan Öcalan?ın bu umutlarını besleyecek mesajlar veriyorlar, diğer taraftan da artan terör olaylarından şikâyet ediyorlar. Açılımı hala Öcalan?la yapabileceğini sananlar var. Belki KCK operasyonlarının açılım ile birlikte durmasının bir nedeni de bu oldu. Öcalan?ı kızdırmamak için bu tür önlemler alınmış olabilir. Fakat bu çok yanlış bir bakış açısıdır.
12 EYLÜL KÜRTLERİN ANA DİLİNİ YASAKLADI
-Halkalı?daki son saldırıda şehit edilen uzman Jandarma Çavuş Çağlar Bölük?ün eşi ?Ben de Kürdüm size mi kaldı hakkımızı savunmak? diyerek PKK?ya sitem etti. Siz bu cümleyi nasıl okudunuz?
Kürdün hakkını savunmak ne yazık ki bir dönem en azından görünüşte PKK?ya kaldı. Bunu inkâr etmek mümkün değil. Bu da Türkiye devletinin büyük ayıbıdır. 12 Eylül rejimi Türklüğe yakışmayacak şekilde Kürt kökenli vatandaşlarımızın ana dillerini yasaklamıştır. Oysaki Türkler başka milletlerin dinine, diline ve kültürüne duydukları saygı ile ün yapmışlardır. Osmanlı yıkılırken hiçbir etnik grubun dili yasak değildi. Bu anlamda 12 Eylül?ün ve elbette 27 Mayıs?ın Kürt politikaları Türklük için bir utanç kaynağıdır. Kürt ve Kürtçe eşkıyanın kucağına atılmıştır. Zaman bazı yetkililer tarafından Kürtlerin gözünün içine baka baka ?siz Kürt değilsiniz? denmiştir. Elbette Kürdü savunmak PKK?ya kalmaz ama, Kürdün yalnız bırakıldığı, dışlandığı, eziyetlerden geçirildiği de açıktır. Bu dönemde tüm Türkiye?de büyük sıkıntılar yaşanmıştır. Devlet ile vatandaşları arasındaki ilişkiler çok yara almış ve aslına bakarsanız sadece Kürtler değil, Türkler de hakkı savunulacak hale gelmiştir. Hal böyle olunca Avrupa Birliği?nden, ABD?ye, terör örgütlerinden uluslar arası sivil toplum kuruluşlarına kadar pek çok sözde savunucu Türkü ve Kürdü devletine karşı korumaya kalkmıştır. Bunun temel sorumlusu ise ne yazık ki devletin bizzat kendisidir. PKK?ya Kürdün hakkını koruma cüretini veren hatalara iyi bakmak ve istismar edilen sahaları kapatmak gerekir. Sevindirici olan ise PKK gibi sahte savunucuların Kürtler arasında bekledikleri iltifatı bulamamasıdır. Demokratikleşme devam ettikçe PKK?nın asıl yüzü de herkes tarafından daha açık bir şekilde anlaşılmaktadır. Bugün Türkün de, Kürdün de haklarını savunan bir devlete doğru ilerlemekteyiz.
-Kanlı saldırıları göz önüne alırsak, PKK ile Kürt sorunu ne kadar yan yana koyabiliriz veya birbirinden ayırabiliriz?
Kürt sorunu, terör ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi kalkınma sorunları birbirlerini ile iç içe sorunlardır. Birbirlerini beslerler, zaman zaman neden-sonuç ilişkisine dönüşebilirler. Fakat birbirinden ayrılan çok önemli yönleri de vardır. Burada işleri en çok kötüleştireni terördür. Eğer terör kabul edilebilir bir seviyeye indirilebilirse kalkınma sorunu, ardından da Kürt sorunu kabul edilebilir düzeylere gerileyebilir. Fakat şunu unutmamak gerekir bu 3 sorunun birbirinden bağımsız nedenleri de var ve ayrı ayrı çözüm paketlerinin geliştirilmesine de ihtiyaç var.?
BDP, PKK'NIN TBMM ŞUBESİ GİBİ ÇALIŞAN SÖZDE PARTİ
-BDP?nin tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz?
BDP, DTP olarak ilk meclise geldiğinde şahin ve güvercinleri olan bir parti idi. Bugün ise güvercinlerinin kanatları yolunmuş, şahinlerin insafında, PKK?nın TBMM şubesi gibi çalışan bir sözde parti durumunda. Süreci kolaylaştırmak yerine kraldan çok kralcı davranıyor, bazı milletvekilleriyle terörü kınamak bir yana onu kutsuyorlar dahi. Burada fikri namus konusunda ciddi sorunlar görüyorum. BDP-PKK çizgisi dışında Kürt siyasetinde ve Kürtçü siyasette çoğulculuğa ihtiyaç var. Bu çizgi aslında Kürtleri temsil ediyor değil. Kürtler genelde dindar insanlardır, oysa BDP tavanına bakarsanız neredeyse din karşıtı insanlardan oluşuyor. Taban ile tavan arasındaki farklar bundan daha fazla. Bu da gösteriyor ki Kürt kökenli insanlar ya mecbur kaldıkları için BDP?ye oy veriyorlar, ya da Ankara?ya protest mesajlar gönderebilmek için.
AÇILIMIN ADI DAHİ PKK?YI PANİKLETMEYE YETTİ
-Açılımın tam olarak uygulanmamasının kanlı saldırıların artmasına neden olduğu söyleniyor. Sizce de böyle mi?
Açılımın uygulanamaması tamamen DTP?nin ve PKK?nın tavrına bağlıdır. Önce DTP kendisinin muhatap alınamayacağını açıkladı ve PKK?yı gösterdi. Ağustos 2009?da ise PKK açılıma karşı olduğunu, bunun kendisini tasfiye süreci olduğunu davul zurna ile ilan etti. Bir de bunun şerefine 30 Ağustos?ta silahlı saldırıda bulundu. Ne yazık ki Hükümet bunu doğru okuyamadı. Ortada muhatabı kalmadığı halde Hükümet sanki hiçbir şey değişmemiş gibi yola devam etti ve Habur faciasını yaşadık. Habur?un savunulabilecek hiçbir tarafı yok. Açılımın en sonunda, belki 2, belki 5 yıl sonra yaşanması gereken bir manzarayı en başta yaşatırsanız kendi kendinize zarar vermiş olursunuz. Öyle de oldu. Gelenler terörist kıyafeti ile Türkiye?ye girdiler. Ardından pişman olmadıkları halde yasalar zorlanarak salıverildiler. Oysaki böyle bir hesap yapılmışsa buna uygun yasal düzenlemeler de yapılmalı, hâkim ve savcılar zor durumda bırakılmamalıydı. Alınabilecek pek çok önlem vardı. Belli ki açılım süreci iyi yönetilemedi, hatta çok kötü yönetildi. Fakat açılımın adı dahi PKK?yı panikletmeye yetti. PKK açılımın başından bu yana açılımı boğmak için canla başla çalışıyor. Her türlü manevrayı yapıyorlar. Bazen sokağı karıştırıyorlar, bazense dağı. Böylece açılımın içinin dolmasını engelleyip, kendileri doldurmanın peşindeler. Ne yazık ki açılım sürecindeki yönetim yanlışları terör örgütünün açılımı baltalama ve istismar etme çabalarına zemin hazırlıyor.
-Hükümetin dış politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Kimilerin eleştirdiği gibi izlenen yanlış dış politika mı tüm bunlara neden oldu?
Hükümet dış politikada pek çok başarıya imza attı. Ancak dış politikada 99 başarı 1 başarısızlık ile biranda ortadan kaybolabilir. Dış politikada gücünüzü abartır, yaptığınız eylemlerin hiçbir maliyeti olmadığını düşünürseniz bunu fena halde ödersiniz. Türkiye?nin gücünü hesaplamada abartılı davrandığı kanaatindeyim. 2001 yılında deprem ve ekonomik krizle beli bükülmüş Türkiye?nin 2002 seçimlerinden sonra geçen 7-8 yılda büyük devlet haline dönüştüğünü söylemek garip olur. Türkiye hala orta büyüklükte bir devlettir. Belki daha güçlüdür, fakat içeride bu kadar çok açığı olan bir devletin küresel sorunlarda bu kadar belirgin bir şekilde taraf olarak algılanabilecek hamlelere girişmesini riskli buluyorum. İçeri düzeltilmeden dışarıya hamle yaparsanız açığınızı birileri anında kapatır.
Buna ek olarak Türkiye enerjisini çok geniş bir alana yayıyor. Türkiye?nin tüm bunlara yetecek kadar enerjisi olduğunu sanmıyorum. (Sürecek)
(Fotoğraflar: Emrullah Bayrak / CİHAN)
Haber 7
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.