Prof. Dr. Nevzat Tarhan; “Ümitsizlik yok, ümitsiz insanlar var”
Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Üsküdar Üniversitesi, Risale-i Nur Enstitüsü ve Şekercihan Derneği iş birliğinde düzenlenen “İnanç Psikolojisi” başlıklı seminere katıldı. Seminerde konuşan Tarhan, bir şeyin sadece madde boyutuna değil, anlam boyutuna da bakmak gerektiğini kaydetti. Dünya kötüye mi gidiyor sorusuna cevap veren Tarhan, Z kuşağından ümitli olduğunu da sözlerine ekledi. İyi de artacak kötü de artacak ifadelerini kullanan Tarhan, iyiliğin görünmeyen yardımcıları olduğunu dile getirdi. İyi niyet ve gayretin karşılıksız kalmayacağını belirten Tarhan, ‘Ümitsizlik yok ümitsiz insanlar var.’ dedi.
Üsküdar Üniversitesi, Risale-i Nur Enstitüsü ve Şekercihan Derneği’nin düzenlediği “İnanç Psikolojisi” semineri, Çarşı Yerleşke Emir Nebi Konferans Salonunda gerçekleşti.
“Sadece madde boyutuna değil, anlam boyutuna da bakmak…”
Materyalizm yerine maneviyat odaklı anlayışın önemine dikkat çeken Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan; “Eskiden dünya merkezde duruyor, güneş onun etrafında dönüyor sanılıyordu. Daha sonra anlaşıldı ki dünya, güneşin etrafında dönüyor. Bu bilimdeki perspektif değişikliğiydi. Ancak burada bahsedilen değişiklik bundan daha önemli, materyalizm yerine maneviyat. Materyalizm merkezli bir evren anlayışı yerine, maneviyat eksenli, yani anlam eksenli bir bakış açısı. Maneviyat kelimesi, manadan türemiştir. Mana, anlam demektir maneviyat ise anlamcılık veya anlamsallık demektir. Bu da bir şeyin sadece madde boyutuna değil, anlam boyutuna da bakmak demektir. Şu anda materyalizm, manayı ismiyle ele alan bir bilim anlayışını temsil ediyor. Oysa anlam bilimleri, manayı harfiyle ele alır. Gelişmiş ülkelerdeki birçok bilimsel bakış bunun farkına vardı…” ifadelerini kullandı.
“Bu paradigmada bir dönüşüm yaşanıyor”
Maslow’un İhtiyaçlar Piramidinden örnek veren Tarhan; “Klasik yaklaşımda, insanın en yüksek ihtiyacı kendini gerçekleştirme olarak belirlenmiştir. Piramitte en altta, fizyolojik ihtiyaçlar, güvenlik ihtiyacı, ait olma ve sevilme ihtiyaçları bulunur. Ardından zihinsel gelişim, estetik ihtiyaçlar ve kendini gerçekleştirme yer alır. Ancak Maslow hayatının son dönemlerinde 1970'lerde bu piramide yeni bir ihtiyaç eklemiş ve bunu ‘self-transcendence’ yani ‘kendini aşma’ olarak tanımlamıştır. Bu manevi ihtiyaçlar ve başkalarına yardım etme gereksinimini ifade ediyor ve Maslow, bunları insanın psikososyal ihtiyaçlar hiyerarşisinin en tepesine yerleştirmiş. Bu görüş 2017’de bir makalede yayımlandı. Ancak kapitalist sistem, kendini gerçekleştirmeyi küresel rekabet ve narsisizmi teşvik ederek bencilliği ön plana çıkarıyor. Nietzsche de başkalarına yardım etmenin sadaka kültürüyle ilişkilendirildiğini ve bunun işletme maliyetlerini artıracağını söylüyor. Nietzsche, alçakgönüllülüğün gelişmemişlik olduğunu iddia eder. Bu görüş, materyalizmin felsefi temel taşlarından biri olmuştur. Bu paradigmada bir dönüşüm yaşanıyor.” şeklinde konuştu.
Hakikate götüren yollar nelerdir?
Hakikate giden yollardan bahseden Tarhan; “İnanç türleri çok çeşitlidir. Herkesin bir inancı vardır ve hakikate giden yollardan biri de inançtır. Ancak inançlar arasında mitolojik olanlar da vardır. Bu inançlar gerçekte var olup olmamasına bakılmaksızın insanların kabul ettiği inançlardır. Bir diğer tür ise somut inançlardır; bu tür inançlar, beş duyumuzla ilişkilidir ve örneğin bir kişi ‘bilime inanıyorum’ dediğinde, bu somut bir inançtır. Çünkü bilim, ispatlama ve kanıtlama ile ilgilidir. Ahlaki inançlar ise ahlâken doğru olduğuna inanılan, fakat gerçekliği sorgulanmayan inançlardır. Bu tür inançlar, insanın ahlaki olma ihtiyacından doğar ve gerekçesi genellikle aranmaz. Geleneksel öğretilerde de yer alır. Bir de rasyonel inançlar vardır, bunlar soyut bir varlığın ve deneysel gerçekliğin var olduğuna inanmak için mantık, muhakeme ve akıl yürütme kurallarına dayanır. Tevhid inancı buna örnektir. Yani evrende bir yaratıcı varsa, akıl yürütme ile bulunabilecek en uygun inançtır. Diğer inançlar akla daha az uygundur. Örneğin doğa panteizmi akla uygun değildir. Özellikle kuantumdan sonra hiç mümkün değil. Peki, hakikate götüren yollar nelerdir? Bunlar arasında deney ve gözlem, akıl yürütme yöntemleri ve bilimsel metodoloji bulunur. Deney ve gözlem, bilimsel bir yaklaşımın temelidir ancak sadece bir yoludur. Diğer yöntemler arasında dedüksiyon, indüksiyon, analoji ve abdüksiyon gibi akıl yürütme yöntemleri de vardır. Mesela, teorik fizik bu yöntemlerle ortaya çıkmıştır.” dedi.
“Rasyonel inançla Allah’ın varlığını ve ahiretin olduğunu bulabiliyoruz”
Rasyonel inanca sahip olanların Allah’ı bulabildiğini söyleyen Tarhan; “Rasyonel sezgi kiplik mantığıyla ilgili bir olasılık mantığıdır, buna modalite mantığı diyorlar. Yani bir şeyin nasıl olduğu ile ilgili üç farklı evren var; vaki evren, mümkün evren ve muhtemel evren. Vaki evren şu anda yaşadığımız evren. Mümkün evren mesela burada deprem olma ihtimali var mı? Evet, mümkün ama muhtemel değil. Çünkü birkaç gün önce bir deprem olmuş olsaydı, şimdi burada duramazdık, dışarıda çadırda olurduk. Bu kiplik mantığına göre vaki evren, mümkün evren ve muhtemel evren diye üç farklı evren kategorisi var. Meteoroloji de bu kiplik mantığına dayanarak tahminlerde bulunur ve hesaplamalar yapar. Bu mantık matematiksel olarak hesaplanabilir. Rasyonel mantıkta ise Fuzzy mantığı var, bu da yapay zekanın kullandığı mantık. Fuzzy mantığı, kiplik mantığının hesaplanmış halidir yani buna bulanık mantık diyorlar. Yapay zekâ da bu mantıkla çalışıyor. Klasik Newton fiziği siyah-beyaz, evet ya da hayır derken, fuzzy mantığıyla çalışan kuantum fiziği ‘soğuk’ ve ‘sıcak’ demiyor az sıcak, az soğuk gibi dereceli şeyler var diyor ve bu hesaplamaları yapıyor. Aynı şekilde biz de rasyonel inançla Allah’ın varlığını ve ahiretin olduğunu bulabiliyoruz. Risale-i Nur eserlerine baktığınızda, evrim gibi konularda, ‘Evrim yanlıştır, bilim budur.’ demiyorlar. Onlar akıl yürütme yöntemlerini kullanarak diyorlar ki, ‘Allah’ın var olması gerekir, ahiret olmalı.’ Risale-i Nur, fuzzy mantığı ve kiplik mantığını kullanarak bu sonuçlara varıyor.” ifadelerini kullandı.
İnsan hem bilinçli hem de bilinçli olduğunun farkında…
Metakognitif genler hakkında konuşan Tarhan; “İnsanı diğer canlılardan ayıran bir gen var, metakognitif genler. Bu genler insanda var ama diğer canlılarda yok. Bunlar anlam arayışıyla ilgili şeyler, her şeyi bilmek, ‘Neden buradayım? Nereye gidiyorum? Neden mutlak ve sınırsız bir özgürlük arıyorum?’ gibi soruların peşinden koşmamızı sağlıyor. İşte bu insanda var diğer canlılarda yok. Diğer canlılar bilinçli değil. Hatta bilinçsiz olduklarının bilincinde bile değiller ama insan hem bilinçli hem de bilinçli olduğunun farkında. Peki neden? DNA cansız bir şey. Cansız DNA’dan nasıl canlı bir bilinç ortaya çıkıyor? Nasıl oluyor da atomları bir araya getirip bir vücut yapıyorsun ve bilinç oluşuyor? Üstelik bu bilinç değişmiyor. Mesela vücudumuzdaki atomlar 20 günde cildimizde, 5-6 ayda ise tüm vücudumuzda değişiyor. Tamamen yeni oluyoruz maddesel olarak ama bilincimiz aynı kalıyor. Bilgisayardaki veriyi başka bir bilgisayara taşıyabiliyorsun ama insanın ‘ben bilinci’ başka bir yere taşınmıyor. Ölünceye kadar aynı kalıyor.” şeklinde konuştu.
“İnanmanın verdiği iç huzur işte burada devreye giriyor”
Anlam arayışı genlerinin Allah’ı bulmaya yönlendirdiğine dikkat çeken Tarhan; “İnsanoğlu bir gaflet içinde yaşıyor, enteresan bir şekilde ölümü düşünmüyor. Bu bir hastalık aslında, dünyacılık hastalığı, Vehn hastalığı. Ölümden korkma, ölümün farkındalığı insanda var ama bütün ağzının tadını da kaçırıyor. Bu yüzden, ölümden sonrasına hazırlık yapmayan bir insanın bu hayatı yaşaması çok zor. Ancak gaflet içinde yaşayabiliyor. Düşünsene, öleceksin ve ölümden sonra yerin altında solucanlar seni yiyecek. Ne kadar acı bir gerçek. Hepimizin sonu vücudumuzun solucanlara yem olması. Bu kaçınılmaz. Eğer ruha inanmıyorsan bu gerçeği ihmal edersin ama ruha inandığında, bedenin zaten bir emanet olduğunu anlarsın ve esas olan ruh olduğu için teslim olursun. İnanmanın verdiği iç huzur işte burada devreye giriyor. Bir gen daha var, bu konuda araştırmalar yapılmış ama henüz kanıtlanmamış. İnsanın mükemmeli, güzeli ve güçlüyü sevmesi, soyut şeylere değer vermesi bu genlerle ilgili olabilir. Mesela insan mükemmeli seviyor, kemal. Güzeli seviyor, cemal. Güçlüyü seviyor, celal. Hatta sonsuz olanı seviyor, beka. Bunlar Allah’ın Esma-ül Hüsna’sında var. Kemal, Cemal, Celal ve Beka. Allah, insana bu isimlerin genetik bir karşılığını vermiş. Bu genler aslında bizi Allah’ı bulmaya yönlendiriyor. Anlama arayışı genleri dediğimiz şeyler bunlar. Biz sadece yemek, içmek ve üremek için yaratılmadık. Bizde daha yüksek özellikler var, akıl ve bilinç. Bu genlerimizi harekete geçirmek bizim için çok önemli.” dedi.
“Müslümanlarda işletme körlüğü gibi bir körlük var”
Kur’an-ı Kerim’e doğru perspektiften bakılması gerektiğini söyleyen Tarhan; “Şimdi birine sorsanız, ‘Allah’ı bize tanıtan nedir?’ diye, genelde iki şey söylerler, Kur'an-ı Kerim ve hadis-i şerifler, yani Resulullah’ın hayatı. Doğru, Allah’ı bize anlatan bu ikisi ama üçüncü bir şey daha var; kâinat kitabı. Kâinat kitabını okumuyoruz. Kur'an-ı Kerim böyle değil ama biz ona bu gözle bakmıyoruz. Müslümanlarda, tıpkı bir şirkette uzun süre çalışanlarda oluşan işletme körlüğü gibi bir körlük var. Yani Kur'an-ı Kerim’i olduğu gibi göremiyorlar, kâinat kitabı gözüyle bakamıyorlar. Halbuki kâinat kitabı gözüyle baktıklarında Allah’ı bulmaları çok daha kolay olur. Burada asıl mesele kâinatın nasıl yaratıldığı ve kâinat kitabına bu perspektifle bakmaktır. İşte Risale-i Nur’un geliştirdiği paradigma da tam olarak bu. Bu bakış açısını bilime taşıdığınızda özellikle pozitif bilimlerle uğraşanlar Bediüzzaman Hazretleri’ni çok daha iyi anlıyor.” ifadelerini kullandı.
“Bediüzzaman'a göre üç kritik değişken…”
Narsizmin küresel olarak artışına dikkat çeken Tarhan; “Bediüzzaman'a göre üç kritik değişken ve iki dehşetli hal vardır. Birincisi sekülerizm, yaşam biçimi olarak sekülerizm yani dünyacılık. İkincisi narsizm, bu aslında kişinin kibir duygusunun yükselmesi ile alakalı. Üçüncüsü de materyalizm. Sosyal ve manevi hayatı tehdit eden cehalet. Bunun karşılığı eskiden cehaletten geliyordu şimdi bilimden geliyor. Narsisizm küresel olarak artıyor. Bediüzzaman buna dünyacılık hastalığı, narsisizm hastalığı, bencillik hastalığı demiş. Bu da nedir? Medeniyet fantezilerine düşkünlük diyor. Sekülarizm, narsizm ve materyalizm. Bu üç hastalığa da çare bulmamız lazım. İki dehşetli hal ise birincisi hissiyat-ı insaniyenin akla ve fikre galebe etmesi, ikinci ise dinî hayata tehdit cehaletten değil ilimden geliyor olmasıdır.” şeklinde konuştu.
İnsanın dört temel anksiyetesi
Yalom'a göre varoluş korkularından bahseden Tarhan; “Yalom, dört tane varoluş korkusundan bahsediyor. Bunlar hepsi de insan zihin teorisiyle ilgili. Özgürlük arayışı, anlam arayışı, ölüm korkusu ve yalnızlık korkusu. Bu dördü insanı depresif yapıyor. İnsanın dört temel anksiyetesi bunlardır. İnsan bunlara cevap bulamazsa mutlu olamaz. Burada modernizm medeniyet krizi yaşıyor. Hazcılık, narsisizm, empati yoksunluğu, yalnızlık, gözü yükseklik, mutsuzluk, depresyon, intihar. Şu anda Batı’nın yaşadığı en büyük kriz bu krizdir.” dedi.
“Ümitsizlik yok, ümitsiz insanlar var…”
Tarhan, gençlerin gittikçe daha da kötüleştiğine dair gelen bir soruyu şöyle cevapladı; “Z kuşağı ben merkezli diye eleştiriliyor ama ben ümitliyim, onların sevimli, masum ve adaletli duruşlarına güveniyorum. Gençler adalet duygusunu çok önemsiyorlar. İyi de artacak kötü de artacak ama iyiliğin görünmeyen yardımcıları var, iyi niyetiniz ve gayretiniz varsa karşılıksız kalmayacaktır bunun adı da ihlastır. Karamsar olmayın, yok yapay zekâ, dijital iktidarlık oluyor, kötülük artıyor diye bakmayın. Bu tarz şeylerde sayılar önemli değil. Ümitsizlik yok ümitsiz insanlar var. Z kuşağının adaletli duruşuna güveniyorum, onlardan ümitliyim…” şeklinde konuştu.
Tarhan, dindarlık çeşitlerinden bahsetti…
Konuyu dindarlık tasavvurlarına getirip belirli değerlendirmelerde bulunan Tarhan, üç dindarlık çeşidine dikkat çekti. Tarhan; “Bunlardan ilki kapitalist dindarlık profilidir. Namazını kıldığı halde rahatça yalan söyleyebilir, sadaka verdiği halde zekât vermez, yemeği sağ eli yediği halde haram da yer, oruç tuttuğu halde sözünü tutmaz, camiye gittiği halde rüşvet ve kul hakkını önemsemez. İkincisi gardırop dindarlığı profili ise evde eşine eziyet ediyorsa veya kocasının her tarafta aleyhinde konuşuyorsa, başkalarına, eşine, çocuklarına merhametsiz davranıyorsa, dedikodu ve gıybetten rahatsız olmuyorsa, yalan, haram, kul hakkı olduğunda ‘dünyevi ayrı uhrevi ayrı’ diyorsa gardrop dindarlık profilidir. Kıyafeti ile şekilsel olarak dindardır. Üçüncüsü gafil dindarlık profilidir. İyi niyetlidir ama beyaz yalan söyler, Allah’tan çok dünyayı sevdiğinin farkında değildir, gizli putlarının para, mal, mülk, şöhret, evlat, meslek ve sebepler olduğunun farkında değildir, kalbinin kime bağlı olduğunu göremez ve hayatını ilahi hedefe uygun yaşamaz.” dedi.
“Altı manevi hastalık vardır”
Altı manevi hastalığın altını çizen Tarhan; “Altı manevi hastalık vardır. Bunlar ümitsizlik, çeşit çeşit narsizim, savaşcıl akıl, cemaatçilik, mesiyanik kültür ve yalanın normalleşmesidir. Bu hastalıkların çaresi Allah’ı sıfatları ile bilmek yani marifetullah eksikliğinin giderilmesi, gerçek imanın verdiği iç huzurun gençlere hissettirilmesi, sahte dindarlığa tavır almak, ihlas ahlâkının kazanımı, imanın verdiği iç huzuru yaşayabilmek ve Allah’a bağlanmanın güvenini yaşamaktır. Bediüzzaman, ‘İman tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü tevekkül saadet-i dareyni iktiza eder.’ demiştir.” ifadelerini kullandı.
Kaynak:Adanapost
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.