Tahir Fatih Andı
100. Yılında Geçmişi, Bugünü, Geleceği Kuşatan Bir Şuur Metni: İstiklâl Marşı
Mehmet Âkif Milli Mücadelemizin tâ en başından beri yerinde oturup kabuğuna çekilmemiş ''Klas Duruş''lu bir şairdir.
-Ben koskoca Mehmet Âkif'im!
-Ben şairim!
-Ben yazarım!
-Ben akademisyenim!
-Ben ne anlarım bu işlerden!
-Benim de çoluğum çocuğum var!
-Biraz da başkaları çalışsın!
-Gençler varken bana iş düşmez!
-Yazılı emir nerede?
-Talimat var mı?
-Benim üzerime vazife değil!
-Devletim yapsın!
-Komutanım yapsın!
demeksizin milleti için, devleti için en riskli zamanlarda bile daima görev yapmıştır, daima ileri atılmıştır.
Görev gelmesini, göreve getirilmesini beklemeksizin ileri atılan Mehmet Âkif bildiği her konuda elinden gelenin fazlasıyla vatanı ve milleti için karşılıksız çalışmıştır. Sebilürreşad Dergisi'nde bu uğurda yazılar yazmıştır. Konferanslar vermiştir, dost meclislerinde Milli Mücadele'nin gerekliliğini vurgulamıştır, yeri geldiğinde de camiilere varıncaya kadar gönüllü olarak gidip vaazlar vererek, cuma hutbelerine çıkarak milletini motive etmiştir. Henüz İstiklâl Marşı'nı yazmadan önce Âkif'in verdiği vaazlar milletini motive etmek adına matbaalarda bastırılarak dağıtılmış ve olması gereken milli bilinci uyandırmıştır.
Âkif inanmış adamdır, büyük şairdir.
Âkif bu toprağın adamıdır, yani yerlidir.
Âkif milletini tanır, yani millidir.
Âkif devletini tanır, medeniyetini tanır, inancını tanır... Hâl böyle olunca da kaçınılmaz olarak İstiklâl Marşı Mehmet Âkif'in yüreğinden çıkar...
Âkif, şairliğin verdiği sanatçı ruhunu savaşçı ruhuyla kendi milletine, medeniyetine bir karşı koyuş, bir aykırı duruş olarak değil de yeri geldiğinde savaşçı ruhuyla rahatını tepip düşmana karşı koyuş ve duruş göstererek milletini motive etmeye kullanan, Milli Mücadelemizin önemli kahramanlarındandır.
O, Milli Mücadelemizin kalem cephesinde yaşadıklarıyla, yazdıklarıyla bir şeyler işaret etmeye çalışıyordu. Özellikle de Sebilürreşad Dergisi etrafındaki çalışmaları tüm milletine örnek teşkil etmekteydi.
Mehmet Âkif'in başında olduğu Sebilürreşad Dergisi'nin yönetim ofisi 1919 yılının sonlarından itibaren Milli Mücadele'ye katılmak için Anadolu'ya geçenlerle İstanbul'daki yakınlarının adeta gizli bir haberleşme merkezi haline gelmişti. Haberleşme mektupları ve yayınlanan gazeteler Sebilürreşad Dergisi aracılığıyla Anadolu'ya gönderilirken, Anadolu'dan da yine Sebilürreşad Dergisi aracılığıyla İstanbul'a ulaşıyordu.
Mehmet Âkif Sebilürreşad Dergisi'nin baş yazarı olarak dergisini milletinin menfaatine katkıda bulunmak üzere ölümü göze alarak böyle bir büyük iş için kullanıma açmıştı. İşte bu noktada Mehmet Âkif menfaatsiz ve çıkarsız; kendisine değil, kendi dar çevresine değil milletine çalışan bir edebiyatçı kimliğiyle karşımızda durmaktadır.
Daha Milli Mücadelemiz en başındayken mücadelenin İstiklâl'e giden yolu Âkif'in Sebilürreşad Dergisi'nin ofisinden geçmekteydi... İstiklâl Marşı'mızın dizeleri Mehmet Âkif'in büyük gayretiyle aslında tâ o zamanda yola çıkmıştı bile...
Yaşantısı İstiklâl'in ilk harfi, hatta bütün harfleri, hatta ta kendisi olan Mehmet Âkif, yazacak olduğu İstiklal Marşı'nın millî-manevî dünyasını böylece gönlüne ve adımlarına kazımaya başlamıştı bile... Çünkü bu bir meydan muharebesiydi ve kimsenin tribünden seyretmeye hakkı yoktu!
Önemli edebiyat akademisyenlerimizden Mehmet Kaplan Şiir Tahlilleri 1 isimli eserinde Mehmet Âkif için:
''Türk edebiyatında onun kadar içinde yaşadığı devri bütün teferruatıyla gören ve gösteren başka bir şair yoktur. Âkif şiirin hududunu nesir kadar, edebiyat kadar genişletir; hatta edebiyatı da aşar, onu hayatın ta kendisi yapar''
demiştir.
Mehmet Âkif'in yaşantısına bakacak olursak bu tespit çok da yerindedir. O Âkif ki yaşantısı başlı başına en büyük eseridir.
Aslında Mehmet Âkif tâ Balkan Savaşları sırasında da vatan ve millet için koşturmuş, milletinin haline ağıt yakmak yerine milleti için bir şeyler yapmayı tercih etmiştir.
Mehmet Âkif dar bir kitleye ''Çay sohbetlerinde ve edebiyat kürsülerinde kahramanlık satmak'' yerine bizzat sahada yer alarak daha 1913 yılının Şubat ayında, İstanbul'da Beyazıd Camii'nde bir ikindi namazı sonrası, Fatih ve Süleymaniye camilerinde ise Cuma namazlarından sonra kalabalık cemaatlere vaaz kürsülerinden hitap etmiştir. Bu vaazlarında ''Namaz kılın! Oruç tutun! Yoksullara yardım edin! Allah'a aykırı davranmayın yoksa cehennemi boylarsınız!'' demeyen Âkif, ''Müjdeleyin, nefret ettirmeyin; kolaylaştırın, zorlaştırmayın!'' diyen peygamberinin izinden giderek milletini birliğe, vatan için düşmana karşı savaşmaya ve orduya yardıma çağırmıştır. Bu çağrısını kimseden emir beklemeden, vatanı için bir şeyler yapabilmek adına gerçekleştiren Mehmet Âkif, bu konuşmalarını, o sırada orduya destek vermek için kurulmuş olan "Milli Müdafaa Cemiyeti"nin İrşad Heyeti üyesi olarak yapmıştır. Bu konuşmaların yazılı metinleri de günlük gazetelerde ve Sebilürreşad Dergisi'nde yayınlanmıştır.
Tam da bu noktada şunu demek gerekiyor: Mehmet Âkif İstiklâl Marşı' daha yazılmadan evvel milletinin mutabık olduğu metinleri, milletinin yolunda attığı adımlarla zaten yazmıştır.
Mehmet Âkif'in yürümesini gerektiren sebepler şahsi çıkarlarına, geçim kaygısına bağlı sebepler değil; milletinin çıkarlarına, milletinin istiklâl ve istikbâl kaygısına bağlı sebepler olmuştur. Vatanımızın, milletimizin acı ve ızdırapları, onun feryat eden şiirleriyle milletimizin ortak vicdanına ve tarihimize yazılmıştır.
Âkif'in ve başında bulunduğu Sebilürreşad Dergisi'nin bütün yayını, daima din, vatan ve millet duyguları ile yapılmıştır. İşte Mehmet Âkif aslında daha Balkan Savaşları yıllarındayken, 1919'dan itibaren milletçe yol aldığımız Milli Mücadele'nin de tohumlarını atmıştır diyebiliriz.
Vatanın ve milletin en dara düştüğü zamanlarda Mehmet Âkif kendi kalem ordusuyla her zaman göreve gelmiştir.
Mehmet Âkif'in kullandığı her bir kelime hatta bu kelimelerin her bir harfi kalem ordusunun birer neferidir. Layıkıyla görevini yapan Âkif bunun karşılığında ne yöneticilerinden ne de milletinden zerre kadar karşılık beklememiştir ve üstelik teklif edileni de almamıştır.
Mehmet Âkif'teki istiklâl ve istikbâl sadece bir kavram olarak durmaz. Sadece bir düşünce tarzı olarak da bulunmaz. Âkif'teki istiklâl ve istikbâl, inancıyla var olan medeniyetinin yaşam tarzıdır.
Âkif'in yolu istiklâle giden yoldur.
Âkif'in yolu direnişle birlikte dirilişin de nasıl olacağını gösteren yoldur.
Çünkü Âkif hanımının dizi dibinde oturamayan, ona ilan-ı aşk dizeleriyle romantik sözler fısıldayan bir şair olmamıştır. O, vatanına, milletine, devletine, bayrağına gayreti haykıran şairdir. Bu sebeple evine sığamayan Âkif yola çıkar ve Anadolu'yu karış karış gezerek halkını motive eder. (Bkz: Direnişten Dirilişe İstiklâl Marşı Yolculuğu, Tahir Fatih Andı, Hat Yayınevi, 2021)
Mehmet Âkif'in Ankara'ya olan yolculuğunu yanında beraberce giden ve o yıllarda 12 yaşında olan oğlu Emin Ersoy yıllar sonra 1948 tarihli bir röportajda (“Safahat Şairini Oğlundan Dinleyiniz” Millet Mecmuası, 12 Şubat 1948, sayı: 106) şöyle anlatmaktadır:
Emin Âkif Ersoy (Tam adı Mehmet Emin Ersoy), 1920 yılının Nisan ayında bir sabah babasının kendisini çok erkenden uyandırdığını, ev halkıyla yaptıkları vedalaşmadan sonra gün doğmadan Üsküdar’a doğru yola çıktıklarını belirtmektedir. Mehmet Âkif ve oğlu Çengelköy ile Karacaahmet arasındaki mesafeyi hızlı bir şekilde katederek güneşin ilk ışıklarıyla beraber Karacaahmet mezarlığına gelmişler ve orada bir faytonla kendilerini beklemekte olan Ali Şükrü Bey’le buluşmuşlardı. Bilahare yola koyulmuşlar ve Kısıklı üzerinden Alemdağı arkalarındaki bir çiftlik evine gelmişlerdi.
Geldikleri bu çiftlik Emin Âkif Ersoy’a göre Kuvayı Milliyecilerin bir karargahıydı. Emin Ersoy gözlemlerini şöyle anlatmaktadır:
“Çiftlikte silahlı ve heybetli insanlar dikkatimi çekti. Bunların bazıları göğüslerine çapraz fişeklikler asmışlar, başlarına da İzmir zeybeklerinkine benzeyen başlıklar dolamışlar idi. İşte bu kahramanlar o muazzam savaşın ilk günlerinde düşmanlara karşı cephe tutan Kuvayı Milliye'nin serhad fedaileri oluyorlardı.”
Geldikleri bu çiftlikte bir süre istirahat eden Mehmet Âkif ve beraberindekiler, bilahare tekrar yola koyulmuşlar ve bir süvarinin yol göstericiliğinde atlarla o civardaki bir köye gelmişler ve köyün muhtarının misafiri olarak geceyi orada geçirmişlerdi. Ertesi günü sabah erken saatlerde yola koyulan kafile bütün gün boyunca yol alarak İzmit ile Adapazarı arasındaki bir köye ulaşmışlardı. Bu köy Kuvayı Milliye çetelerinin kontrolü altındaydı. Mehmet Âkif ve beraberindekiler burada Kuvayı Milliye'ye cephane götüren kalabalık bir kafileyle karşılaşmışlar ve onlara katılmışlardı. Sonra bu kafile Geyve boğazı yakınlarındaki bir köye konaklamak amacıyla gelmişti.
Yine Emin Âkif Ersoy’un anlattığına göre Mehmet Âkif bu köyde Kuşçubaşı Eşref ile buluşmuştu. Birinci Dünya Harbi yıllarında birlikte Necid çöllerine yapılan seyahat esnasında Mehmet Âkif, Kuşçubaşı Eşref ile iyi ve samimi bir dostluk kurmuştu.
Nitekim Emin Âkif Ersoy anlatımlarında Kuşçubaşı Eşref için:
“Bu zat babam Mehmet Âkif’in dostlarından ve sevdiği arkadaşlarındandır”
diyerek bu dostluğa ve arkadaşlığa işaret etmiştir.
Kuşçubaşı Eşref’in yanında bir zamanlar Enver Paşa’nın yaveri Binbaşı Yenibahçeli Şükrü Bey de vardı. Türk ordusunda nişancılığı ile meşhur olan Yenibahçeli Şükrü Bey’de Mehmet Âkif’in sevgisini kazananlardan birisiydi.
Aralarında Mehmet Âkif ve Kuşçubaşı Eşref’in de bulunduğu ve Kuvayı Milliye’ye cephane taşıyan bu kafileye karşı o bölgede bulunan ve başlattığı isyan hareketi ile Millî Mücadele’ye büyük zararları dokunmuş olan Aznavur Ahmet kuvvetlerinin saldırıda bulunacağı beklenmişse de, bilahare isyancılar buna cesaret edememişlerdi. Bir süre sonra aralarında Mehmet Âkif, Kuşçubaşı Eşref ve Binbaşı Yenibahçeli Şükrü ile Mehmet Âkif’in oğlunun da bulunduğu grup, Kuvayı Milliye’ye silah sevk eden kafileden ayrılmışlardı. Bu ekip, tren yolu üzerinde bulunan bir dekovil denilen ve insan gücüyle yürütülen tren yolu aracına binmişler ve böylece daha hızlı ve kısa sürede Eskişehir’e ulaşmışlardı. Buradan da yine Tren ile Nisan ayının son haftası içinde Ankara’ya gelmişlerdi.
Mehmet Âkif’in oğlu Emin Âkif Ankara’ya girişlerini ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin önünde Mustafa Kemal Paşa ile Mehmet Âkif’in karşılaşmalarını şöyle anlatır:
“Tren öğleye doğru Ankara’ya vasıl oldu (ulaştı). Ali Şükrü Bey, peder ve ben yaylı bir arabadan Millet Meclisinin önünde indik. Babam bana sen burada otur diyerek, Meclisin bahçesini gösteriyordu. İşte o sırada Gazi Mustafa Kemal Paşa başındaki siyah kalpağı ile gözüktü. Yanında Erzurum mebusu (Milletvekili) Gözübüyükzade Ziya Hoca var idi. Yanında daha tanımadığım iki üç kişi var idi. Evvela Ali Şükrü Bey’in elini sıkarak:
-Hoş geldiniz.
diyen Gazi Mustafa Kemal Paşa oldu ve bilahare şair Mehmet Âkif'e iltifat etti:
-Sizi bekliyordum efendim. Tam zamanında geldiniz. Şimdi görüşme kabil olmayacak ben size gelirim.
dedi.
Oğlu Emin Ersoy'un aklında kalanları anlattığı 1948 yılındaki röportajdan Âkif'in yolculuğunu ancak bu kadarını biliyoruz. Ancak şunu bilmek gerekir:
Şair Mehmet Âkif'in, yanına çocuklarından biri olan Emin'i de alarak 1920 yılının şartlarında hele hele İstanbul başta olmak üzere vatan düşman işgaline uğramışken yaya olarak yola çıkması, düşman baskını ve ölüm riski de dahil olmak üzere iki haftaya yakın zorlu bir yolculukla Ankara'ya ulaşması hakkı ödenemeyecek bir gayrettir. Bu gayret ancak ve ancak kıblesi Hakk olan bir insanın gayretidir. Hiç sapmadan ve şaşmadan Hakk'ı bilen, tanıyan, onu muhafaza ve müdafaa eden, ona katkıda bulunan adamın gayretidir. Bu gayret ''İstiklâl''in ve ''İstikbâl''in gayretidir. Korkmayan, korkmayacak olan ve hayatıyla yazdığı İstiklâl Marşı'mıza ''Korkma!'' diyerek milletine seslenerek başlayan Âkif'in ve Âkif'in şahsında milletinin Milli Mücadele gayretidir...
Tahir Fatih ANDI
Yazar/SADED Sanat Düşünce Eğitim Derneği Başkanı
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.