Kredi derecelendirme kuruluşlarının güven sorunu
Kredi derecelendirme kuruluşlarının güven sorunu
Kredi derecelendirme kuruluşları bir yandan Türkiye gibi ülkelerde ‘gerçekleşen’ büyüme ve iyileşmeleri görmezden gelirken, başka bir ülkede ise ekonomide bazı göstergelerin iyileşeceğine olan ‘inanç’ not yükseltme sebebi oluyor.
İSTANBUL - ELİF NUROĞLU
Kredi değerlendirme kuruluşları ülke veya şirketlerin aldıkları kredileri geri ödeme yeteneğini (kredibilitesini) ölçerler. Kredibilite ölçülürken ülkenin ekonomik göstergelerinin yanısıra, ekonomiyi doğrudan ya da dolaylı olarak etkileyen siyasi ve hukuki durumu göz önünde bulundurur ve ülke risklerini değerlendirerek son bir not takdir ederler.
Bu piyasayı elinde tutan Standard&Poor’s, Moody’s ve Fitch Ratings’in yaptıkları notlandırma, birbirlerinden bir miktar farklılık gösterse de en yüksek not AAA (veya Aaa) ve en düşük not D’dir. Bu kuruluşlar ülke ve şirketlerin hem kısa vadeli hem de uzun vadeli borçları geri ödeyememe durumunu değerlendirirler. Esasen bir ülkeyi veya şirketi değil o ülkenin tahvillerinin riskini ve ne kadar ‘kredi vermeye/yatırım yapmaya değer’ olduğunu ölçerler. Ayrıca ülkelerin hem kendi parası cinsinden hem de yabancı paralar cinsinden borçlanabilme yeteneğini de değerlendirir ve notlandırırlar. Verilen notların yanında pozitif (+), negatif (-) ve durağan ifadeleri de yer alır, bu ifadeler notlandırması yapılan ülkenin durumu hakkında gelecek dönem için nasıl bir beklenti içinde olduklarını gösterir. Bir not AA+ ise, bu ülkenin bundan sonraki dönem notlandırması konusunda yükselme beklentisi var demektir. Bu not AA- ise o ülke hakkında gelecek dönemde aşağı yönlü bir beklenti söz konusudur.
Kredi derecelendirme piyasasının en büyük üç şirketi Standard&Poor’s, Moody’s ve Fitch Ratings piyasanın yüzde 95’ini oluşturur. Bu üç kurum hariç başka hatırı sayılır şirketler olsa da piyasa genel olarak bu üçlünün elinde bir oligopol görünümü sergiler. Bu kurumlar 1900’lü yılların başlarından itibaren faaliyette, ancak yıldızlarının parlaması 1975 yılında Avrupa ve ABD’de Sermaye Piyasası Kurulları kanunlarıyla referans gösterilmeleri sonrasında olmuştur. Öyle ki büyük emeklilik fonları, bu kuruluşlardan en az ikisi BBB notu verdiği takdirde o ülkenin tahvillerini satın alabilir. Yine kurumsal yatırımcılar da yatırım yaparken bu şirketlerin değerlendirmelerine dikkat etmek zorundadırlar. Bu gibi zorunluluklar dış finansmana ihtiyaç duyan ülke ve şirketleri kredi derecelendirme kuruluşlarına bir şekilde mahkum etmektedir. Tabii ki bu kurumlar kendi öngörü ve hatta bazen önyargılarına göre ülke veya şirketlere not verdikleri için yanılma payları da yok değildir. Kredi derecelendirme kuruluşlarının yanıldığı ve büyük krizlere yol açtığı örnekler tarihte mevcuttur. Bu örneklerin en yakın tarihli olanı 2008 yılında A2 notu verdikleri Lehman Brothers’ın batması ve mortgage krizinin dalga dalga ABD’den dünyaya yayılmasıdır.
Türkiye’nin kredi derecelendirme kuruluşları ile imtihanı
Türkiye’nin kredi derecelendirme kuruluşları ile olan hikayesi 1990 yılında başladı. Ancak küresel sorunlar nedeni ile Standard&Poors’un Türkiye için verdiği ‘yatırım yapılabilir ülke’ notunu açıklaması, 1992 yılını buldu. Aynı yıl Moody’s isimli kuruluş da Türkiye’ye Baa3 yani ‘ortanın altında kredi derecesi’ notu verdi. 1994 yılında ise Fitch B ‘yatırım yapılamaz, aşırı spekülatif’ notu verdi. Türkiye 1994 yılında kaybettiği yatırım yapılabilir statüsünü 2013 yılında tekrar kazandı, ancak bu durum sadece 3 yıl sürdü, Türkiye’deki darbe girişimi sonrası bu not düşürüldü.
Türk kamuoyunda ‘sıfırcı hoca’ olarak bilinen kredi derecelendirme kuruluşlarının (özellikle Moody’s için bu tabir kullanılır) verdikleri notları o ülkede yatırım yapmak isteyen yatırımcılar an be an takip ederek paranın akacağı ülkeye karar verirler. Örneğin 1997 yılındaki Doğu Asya Krizi’nde söz konusu Asya ülkeleri hakkında verilen ve ülkelerin yatırım yapılamaz olduğunu belirten notların hemen akabinde bu ülkelerdeki krizlerin daha da derinleştiği görüldü.
2016 yılında Türkiye’deki darbe girişiminin ardından yaşanan görece hızlı toparlanmaya rağmen kredi derecelendirme kuruluşları not verme takvimlerinden erken bir şekilde Türkiye’nin notunu düşürdüler veya durağana çevirdiler, bu yolla finansal piyasaların darbe girişiminden aldığı yaranın büyümesine katkıda bulundular. Her ne kadar darbe girişiminin hemen ardından Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek küresel yatırımcılara telekonferans yolu ile ülkede her şeyin rayına girdiği ve kontrol altında olduğu mesajını verse de, bu mesajların olumlu etkileri kredi derecelendirme kuruluşlarının negatif notlandırmaları ile azaldı. Standard&Poor’s darbe girişiminden sadece beş gün sonra 20 Temmuz 2016’da takvim dışı bir şekilde Türkiye’nin notunu düşürdü. Aynı kuruluş yine takvimine aykırı olarak Türkiye’nin not görünümünü 27 Ocak 2017’de negatife çevirdi. 27 Ocak 2017’de Fitch de Türkiye’nin kredi notunu bir basamak düşürdü. Moody’s ise 23 Eylül 2016’da Türkiye’nin kredi notunu düşürürken 18 Mart 2017’de kredi görünümünü negatife çevirdi.
Kredi derecelendirme kuruluşları Türkiye hakkında yaptıkları büyüme öngörülerini sık sık yukarı doğru revize etmek zorunda kalır. Örneğin Moody’s Türkiye’nin 2017 yılı büyüme oranını önce yüzde 2,2, sonra 2,6 en son da yüzde 3,7 olarak tahmin etmiş, ancak gerçek büyüme oranı yüzde 7,4 olarak gerçekleşmiştir. Bu da kredi derecelendirme kuruluşlarının Türkiye hakkında oldukça negatif düşündüklerinin önemli bir göstergesidir.
Diğer ülkelerden örnekler
Türkiye konusunda oldukça cimri davranan kredi derecelendirme kuruluşlarının Yunanistan hakkında verdikleri kararlar oldukça ilginçtir. Bu kuruluşların not verirken dikkate aldıkları makroekonomik göstergelere göre bir değerlendirme yaparsak Türkiye’ye yüksek, Yunanistan’a ise düşük not vermeleri gerekiyor. Ancak durum bunun tam tersi seyrediyor. 20 Ocak 2018 tarihinde Standard and Poor’s (S&P) Yunanistan’ın notunu B-’den B’ye yükseltti ve görünümünü pozitif olarak korudu. Krizden kendi ayakları üzerinde durarak çıkamayan Yunanistan’ın görünümü S&P’ye göre ‘pozitif’, ancak OECD içinde ikinci en hızlı büyüyen ülke olan Türkiye’de durum (S&P’nin Mayıs 2018 kararına göre) ‘durağan’ ve kredi notu düşürülüyor.
Genelde kararlarında birbirlerini takip eden bu kuruluşlardan Fitch Ratings de 19 Şubat 2018’de Yunanistan’ın kredi notunu B-’den B seviyesine yükseltti ve kredi notu görünümünü ‘pozitif’ olarak değerlendirdi. Bu not yükseltmenin açıklaması ise ‘Fitch Yunanistan’da devam eden Gayri Safi Yurt içi Hasıladaki büyümenin desteği ile genel kamu borcu sürdürülebilirliğinin iyileşeceğine inanmaktadır’ şeklinde oldu. Yani, kredi derecelendirme kuruluşları bir yandan Türkiye gibi ülkelerde ‘gerçekleşen’ büyüme ve iyileşmelere prim vermez ve bunları görmezden gelirken, diğer yandan başka bir ülkede ekonomide bazı göstergelerin iyileşeceğine olan ‘inanç’ not yükseltme sebebi oluyor.
Kredi derecelendirme kuruluşlarının bahsettiğimiz objektif olmaktan uzak kararlarıyla ilgili olarak tepki gösteren tek ülke Türkiye değil. İtalya 2014 yılında Standard&Poor’s ve Fitch Ratings’i 2011 ve 2012 yıllarında İtalya’nın notlarını kırarak piyasaları olumsuz etkilediğini gerekçe göstererek mahkemeye vermişti. Yine 2014 yılında AB içinde de bu kuruluşların güvenilirlikleri masaya yatırıldı ve çalışmalarına yönelik üç teknik standardizasyon yönetmeliği onaylandı. Bu yönetmeliğe göre kredi derecelendirme kuruluşlarının kararlarında daha şeffaf olmalarını sağlayacak ve denetimlerini kolaylaştıracak adımlar atıldı. Diğer yandan yatırımcıların kredi derecelendirme kuruluşlarının kredi notlarına bağımlılığını azaltacak ve bu kuruluşlar arasında rekabeti teşvik edecek bir yapı kurulması için çalışma başlatıldı. Avrupa Menkul Kıymetler ve Piyasalar Otoritesi ESMA, kredi derecelendirme kuruluşlarının ayırımcılık ve kayırmacılık yapıp yapmadığı konusunda da bir denetim mekanizması kurdu.
Avantaj ve dezavantajları ile kredi derecelendirme kuruluşları
Kredi derecelendirme sistemi objektif işlediği ve rant meydana getirme çabasında olmadığı durumda oldukça faydalı bir işleyiş sağlar. Riski büyük olan ülke veya şirketlerin risk primi ve tahvillerinin faiz oranları yüksek tutulur ki risk alan yatırımcı korunsun. Diğer yandan tahvilleri ve görünümü olumlu ve riski düşük ülkeler, düşük faizle borçlanabilir. Yatırımcı da getirisi garanti olduğu için o ülke veya şirketin tahvillerini güvenle alır. Ancak kredi derecelendirme sisteminde arıza olur da riskli ülkeler az riskli gösterilir veya riski düşük ülkeler yüksek riskli gösterilerek cezalandırılırsa, bu durum krizlere ve haksızlığa yol açar. Bu kuruluşların en büyük dezavantajı değerlendirmelerin bir noktaya kadar rakamlara dayanarak, bir noktadan sonra ise öngörü ile yapılmasıdır. Hata payları vardır ve bunun tarihte pek çok örneği vardır. Yanlış veya güdümlü değerlendirmeler, piyasalarda moral bozukluğu ve işlerin bozulması sonucunu doğurur.
2007-2009 krizinde üç büyük kredi derecelendirme kuruluşunun yaptığı notlandırmalar ve batan şirketlerin yüksek kredi notlarına sahip olması, bu kuruluşlara olan güveni dünya çapında azaltmış ve AB ile ABD’de hem alternatif kuruluşlar arayışına gidilmiş, hem de kredi derecelendirme kuruluşlarını kontrol edecek mekanizmalar geliştirilmeye başlanmıştır.
Dış finansmana ihtiyaç duyan ve küresel finans sistemine entegre olan ülkelerin şu anki konjonktürde bu kuruluşlarla çalışmaktan başka çaresi yoktur. Ancak Türkiye örneğinde olduğu gibi sürekli bir not düşürülmesi tehdidi altında bu kuruluşlarla çalışmak da oldukça yıpratıcı ve piyasaları bozucu etki yapmaktadır. Uzun vadede dış finansmana olan ihtiyacı azaltacak şekilde yapısal reformlara gidilmesi kredi derecelendirme kuruluşları ile baş etmenin en kestirme ama çok çetin bir yoludur.
[Türk-Alman Üniversitesi’nde İktisat Bölümü'nde öğretim üyesi olan Doç. Dr. Elif Nuroğlu, uluslararası iktisat, yerçekimi modeli, ampirik uluslararası ticaret, ekonometrik modellemeler, ampirik makroekonomi, yapay sinir ağları ve fuzzy yaklaşımlar alanlarında çalışmaktadır]
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.