Kovid-19 salgınının Afrika kıtasına muhtemel etkileri

Kovid-19 salgınının Afrika kıtasına muhtemel etkileri
Afrika'nın Kovid-19 salgınıyla ilgili nasıl bir akıbetle karşılaşacağı hususu şimdilik belirsiz. İklim koşulları, genç nüfus yapısı, bağışıklık geçmişi ve benzeri hususlar ümidi besliyorsa da, aksi durumda kıta büyük tehlikeyle yüz yüze kalacak.

Istanbul

Yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgını, dünyanın en gelişmiş ekonomilerine ve en ileri sağlık sistemlerine sahip oldukları söylenen ABD, Çin, İngiltere, İtalya, İspanya gibi ülkeleri büyük bir sağlık kriziyle karşı karşıya bıraktı. Bu ülkeler sahip oldukları tüm ekonomik ve teknolojik imkanlara rağmen bu virüsü durdurmakta zorlanıyorlar. Ortaya konulan tüm çabalara rağmen, bu ülkelerde salgının önüne henüz geçilememiş durumda ve on binlerce insan hayatını kaybetmeye devam ediyor.

Bilim insanları bu hastalığın tedavisi ve aşısı için yoğun bir çaba sarf ederken herkesin gözü, ekonomisi ve sağlık sektörü oldukça zayıf durumda bulunan Afrika kıtasına yönelmiş durumda. Burada yaşanabilecek gelişmeler tüm dünyada endişeyle takip ediliyor. Zira kıta ülkelerinin, gerek zayıf ekonomileri gerekse yetersiz sağlık sektörleri sebebiyle, bu denli etkili bir salgınla baş edememelerinden endişe duyuluyor. Virüsün geniş kesimlere yayılması halinde ortaya çıkabilecek sonuçların korkunç boyutlara ulaşmasından korkuluyor. Nitekim Birleşmiş Milletler Afrika Ekonomik Komisyonu (UNECA), salgının ekonomi ve sosyal hayat üzerindeki etkilerine ilişkin yayınladığı raporda, Afrika kıtasında yeterli önlemler alınmadığı takdirde, Kovid-19 salgını nedeniyle 300 bin ila 3,3 milyon arasında kişinin hayatını kaybedebileceğini duyurdu. Raporda, virüsün yayılması kontrol altına alınsa bile, olumsuz ekonomik etkilerinin kıtayı sarsacağı da ayrıca vurgulandı.

kovid-19-001.jpg

Salgının ekonomi ve sosyal hayat üzerindeki etkilerine ilişkin yayımlanan bir raporda, Afrika kıtasında yeterli önlemler alınmadığı takdirde, Kovid-19 salgını nedeniyle 300 bin ila 3,3 milyon arasında kişinin ölebileceği tahmini yapıldı

Ancak bu ürkütücü öngörülere rağmen, şu ana kadar yayınlanan rakamlara bakıldığında, Afrika ülkelerinde vaka ve ölüm sayılarının diğer ülkelere kıyasla epey düşük seyretmekte olduğu görülüyor. Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) açıklamasına göre, 17 Nisan tarihi itibarıyla, kıtanın tamamında bu virüsün bulaştığı kişi sayısı 19 bin 895’e ulaşmış, ölü sayısı ise bini geçmiş bulunuyor. Rakamlar toplamda düşük olsa da, vaka ve ölüm sayısı oranlarında diğer ülkelere göre önemli bir farklılık görülüyor. Kıtadaki ölüm oranları diğer ülkelerin birçoğuna göre epey yüksek seviyede. Sözgelimi Türkiye’de ölüm sayısı vaka sayısına oranla yüzde 2,5 civarlarındayken Afrika’da bu oran yüzde 4,3 olarak gerçekleşmiş. Bu durumun kıtadaki sağlık hizmetlerinin yetersizliğinden kaynaklandığı düşünülüyor.

Gelişmiş ülkelerin Afrika ülkelerini bu mücadelede yalnız bırakmamaları, bu mücadelenin küresel başarısı için de önemlidir. 

Sayıların düşük düzeyde seyretmesinin yetersiz test imkanlarından mı, yoksa hastalığın gerçekten bölge insanını az etkilemesinden mi kaynaklandığı henüz bilinmiyor. Bu konuda elimizde somut bir bilgi yok. Bu durum eğer yeterli test yapılmamasından dolayı tanı konulamamasından kaynaklanıyorsa endişe verici olarak görülmeli. Zira bunun sonuçları yakın zamanda etkisini gösterecek ve salgının boyutu ortaya çıkacaktır.

Kıtada yaşayan insanların önemli bir bölümü maske ve benzeri koruyucu malzemeye, bağışıklığı güçlendirici sebze, meyve ve gıda ürünlerine ulaşma imkanına sahip değil

Kıta ülkelerinin böyle bir durumla karşı karşıya kalması gerçekten de endişe verici. Özellikle Sahra Altı Afrika ülkelerinde bu türden bir hastalıkla mücadele edebilecek yeterli imkanlar ve sağlık sektörü bulunmuyor. Afrika ülkelerinin pek çoğu bu tehlikeyle karşı karşıya. Virüsün yaygın bir hal alması korkunç sonuçlar doğurabilecektir. Bunun sebeplerini şöyle sıralamamız mümkün:

1. Bu hastalığın hızla yayılmasının başlıca sebebi olarak virüsün insandan insana kolayca bulaşması gösteriliyor. Temastan kaçınmak, mümkün olduğu kadar sosyal mesafeye dikkat etmek ve benzeri tedbirler bu virüsle mücadelede önem kazanan unsurlar. DSÖ’nün raporuna göre, Afrika nüfusunun yüzde 56’sı kalabalık yerleşim birimlerinde yaşıyor. Bu da kıtada sosyal mesafenin korunmasını, temastan kaçınılmasını zorlaştıran önemli bir faktör.

2. Afrika ülkelerinin bu salgınla mücadelede yetersiz kalmalarının diğer önemli sebebi ise kıta yönetimlerinin yeterli mali imkanlara sahip olmamaları. Bu ülkelerin çoğunun bu salgınla mücadelede kullanılacak tıbbi maske, elbise, solunum cihazı ve benzeri tıbbi ekipmana, tedavi ilaçlarına yeterli miktarda sahip olmadıkları biliniyor.

3. Bu hastalığın tedavisi için her ne kadar belli bir yöntem söz konusu değilse de hastaneler virüse yakalananların hastalığa direncini arttırıcı çeşitli tedaviler uygulamakta, solunum desteği sağlamaktadır. Afrika’nın birçok ülkesinde hastanelerin bu imkanlara sahip olmadığı biliniyor. Hastanelerin, özellikle yoğun bakım ünitelerinin yetersizliği, hastane ortamlarının hijyen açısından uygunsuzluğu ve benzeri eksiklikler, bu hastalıkla mücadelede Afrika ülkelerinin önemli dezavantajları olarak zikredilebilir.

4. Uzmanlar bu hastalığın önlenmesinde hijyenin, el yıkamanın son derece önemli olduğunu ifade etmekteler. Kıta insanlarının önemli bir bölümünün -özellikle kamplarda yaşayanların- hijyenik ortamlardan mahrum oldukları göz önüne alındığında, bu anlamda da önemli bir tehlikenin varlığından söz edilebilir. Nitekim yukarıda işaret ettiğimiz DSÖ’nün raporunda, Afrika nüfusunun yüzde 36’sının el yıkama imkanına sahip olmadığı belirtilmiş.

5. Kıtada halkın önemli bir bölümünün yaşamını sürdürmekte olduğu mekanlar, bu hastalıktan korunmayı zorlaştıran imkansızlıklara sahip. Pek çok evde lavabo, sabun, temizlik malzemesi ve benzeri ürünler yeterli miktarda bulunmuyor. Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu’nun (UNICEF), dünya genelinde 3 milyar insanın evinde ellerini su ve sabunla yıkayacağı lavabosunun bulunmadığını, okulların üçte birinde çocukların ellerini yıkayabileceği lavaboların olmadığını ve sağlık merkezlerinin yüzde 16’sında ise işlevsel tuvalet ve lavaboların bulunmadığını bildiren açıklaması göz önünde bulundurulduğunda, bu hususun arz ettiği tehlikenin boyutu daha iyi anlaşılacaktır.

6. Kıtada yaşayan insanların önemli bir bölümü maske ve benzeri koruyucu malzemeye, bağışıklığı güçlendirici sebze, meyve ve gıda ürünlerine ulaşma imkanına sahip değil. Yaşanması muhtemel bir geniş salgında en önemli faktörlerden biri de bu durum olacaktır.

7. Bütün bunlardan daha fazla tehlike arz eden husus ise kıta halklarının henüz bu salgının meydana getirdiği tehlikenin ciddiyeti konusunda yeterli bilince sahip olmamasıdır. Pek çok ülkede halk tüm uyarılara rağmen hâlâ kalabalık yerlerden, çarşı pazarlardan uzak durmuyor veya sokağa çıktığında koruma tedbirlerine riayet etmiyor. Afrika’nın bazı ülkelerinde güvenlik güçleri silah, kırbaç, göz yaşartıcı gaz gibi araçlar kullanarak halkı bu tedbirlere uymaya zorluyor. Bu tedbirler sırasında ölüm vakaları bile yaşandı. Kıtada en yüksek sayıda Kovid-19 hastasının görüldüğü ülke olan Güney Afrika'da polisin, 26 Mart’ta yürürlüğe giren sokağa çıkma kısıtlaması kapsamında, kısıtlamaya uymayanlara yaptığı müdahalelerde 8 kişi hayatını kaybetti.

8. Bu bağlamda işaret etmek istediğimiz diğer bir husus da şudur: Afrika’nın iş gücünün yüzde 71’i kayıt dışıdır. Alınacak tedbirler kayıt dışı çalışmakta olan bu insanların çoğunun işini kaybetmesine sebep olacaktır. Evden çalışma imkânı bulunmayan bu insanların çoğu, ciddi maddi zorluklarla yüz yüze kalacaktır. Kıta ülkelerinin çoğunun ekonomileri bu insanlara destek sağlayabilecek imkanlara sahip değil. Dolayısıyla alınacak izolasyon tedbirlerinin uygulanmasının önünde büyük zorluklar olacaktır.

Afrika’da bu virüse karşı verilecek mücadelede karşımıza çıkan bu olumsuz faktörlerin yanında ümitvar olmamızı sağlayan bazı hususlar da söz konusudur. Bu hususları ise şöyle sıralamamız mümkün:

1. Kıta ülkeleri genellikle sıcak bir iklime sahip. Özellikle kıtanın orta bölgeleri bu dönemde en sıcak iklimi yaşıyor. Her ne kadar sağlık uzmanları bu virüs ile hava sıcaklığı arasında bir etkileşimin varlığından net olarak bahsetmeseler de, hava sıcaklığının bu salgında engelleyici bir rol oynayabileceğini da ihtimal dışı bırakmıyorlar. Bazı araştırmalarda bu virüsün güneşten ve yüksek sıcaklıktan hoşlanmadığı ifade ediliyor. Afrika kıtasında bu mevsimde sıcaklığın genel olarak çok yüksek değerlerde seyretmesinden dolayı bu virüsün kıtada fazla yayılmaması ihtimali umut veren bir durum. Kıta sağlık sektörlerinin ve koruyucu önlemlerinin yetersizliği dikkate alındığında bu faktörün öne çıkması makul görünmektedir.

2. Bölge insanının genetik yapısının veya bağışıklık sisteminin bu hastalığın fazlaca yayılmamasında etkili olması da ihtimal dahilindedir. Zira bölge insanlarının bir bölümünün daha önceki yıllarda vuku bulan ve aynı aileden sayılan Ebola, domuz gribi, SARS ve MERS gibi salgınlara maruz kaldığı ve insanların önemli oranda bağışıklık kazandığı düşünülebilir. Özellikle sıtma hastalığı kıtada çok yaygın ve hemen herkes hayatında bir kere de olsa bu hastalığa yakalanıyor. Pek çok insan bu hastalıklar için üretilen aşı ve ilaçları kullanmıştır. Bu durumun bölge insanında bu tür virüslere karşı bir bağışıklık yaratmış olması da muhtemel. Bazı ülkelerde sıtma ilaçlarının da bu virüsün tedavisinde kullanıldığı bilgisi, bu ihtimali de güçlendiriyor.

3. Kıtanın bu mücadeledeki avantajlarından biri de nüfusunun önemli oranda genç olması. Kıta nüfusunun yaklaşık yüzde 60’ı gençlerden oluşuyor. Uzmanlar bu hastalığa yakalananlar arasında gençlerin daha düşük oranlarda bulunduğunu, yakalansalar bile çoğunun herhangi bir semptom göstermeden hastalığı atlattığını, ölümlerin daha çok yaşlı hastalarda gerçekleştiğini ifade etmekteler. Kıtanın genç nüfus yapısı bu salgını az hasarla atlatmasına katkı sağlayabilir.

Sonuç olarak, Afrika kıtasının bu salgınla ilgili nasıl bir akıbetle karşılaşacağı hususu henüz gizemini koruyor. İklim koşulları, genç nüfus yapısı, bağışıklık geçmişi ve benzeri hususlar ümidi besliyorsa da, aksi bir durumda kıtanın büyük bir tehlikeyle yüz yüze kalacağı da aşikâr. Dünyanın bu krizi atlatması, ülkelerin tek başına veya sadece kendilerine yönelik ortaya koyacakları tedbirlerle mümkün olmayacaktır. Salgından dolayı kendi problemlerine odaklanan gelişmiş ülkelerin Afrika’yı ihmal etmeleri önemli bir handikap oluşturuyor. Kıtaya destek sağlayan DSÖ’nün yüz yüze kaldığı imkansızlıklar sebebiyle bu desteği azaltması önemli bir sıkıntıyı beraberinde getirecektir. ABD Başkanı Donald Trump’ın DSÖ’ye sağladığı fonu keseceğini ilan etmesi, bu kurumun operasyonel gücünü önemli oranda etkileyecektir. Oysa bu hastalıkla mücadele küresel ölçekte bir mücadeledir ve dayanışmayı zorunlu kılmaktadır. Gelişmiş ülkelerin Afrika ülkelerini bu mücadelede yalnız bırakmamaları, bu mücadelenin küresel başarısı için de önemlidir. Aksi halde ülkeler kendi topraklarında bu virüsün önüne geçmiş olsalar da, bu salgının önüne geçilmesi ve tüm dünyada yok edilmesi kolay olmayacaktır.

[Prof. Dr. Enver Arpa Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi Doğu ve Afrika Araştırmaları Enstitüsü (DOAF) müdürüdür]

 

Kaynak:

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.