Koronavirüs salgınında güncel durum ve gelecek tahminleri

Koronavirüs salgınında güncel durum ve gelecek tahminleri
Dünya son 30 yılda üçüncü kez koronavirüs salgınıyla karşı karşıya. Koronavirüs salgını başlangıçta Çin’i etkilese de artık bu salgın küresel bir tehdit haline geldi.

İstanbul

Çin’in Hubey eyaletine bağlı Vuhan kentinde tespit edilen 27 zatürre vakasıyla gündemimize giren koronavirüs (Kovid-19) salgını, bugün 6 kıtaya ve 43 ülkeye yayılmış durumda. Dünya son 30 yılda üçüncü kez koronavirüs salgınıyla karşı karşıya. Koronavirüs salgını başlangıçta Çin’i etkilese de artık bu salgın küresel bir tehdit haline geldi.


Salgın ne kadar hızlı artıyorsa, ilgili haberler de o kadar hızla çoğalıyor. Toplum büyük bir bilgi yüküne maruz kalıyor ve “büyük resmi” görememek, mevcut korku ve endişeleri daha da artırıyor. Böyle bir durumda, daha kapsamlı bir bakış açısı kazanmak için, mevcut bilginin doğruluğunun teyit edilmiş kaynaklardan derlenip özetlenmesi ve anlaşılabilir hale getirilmesi önemli bir ihtiyaç haline geliyor. Bu araştırma yazısı da söz konusu ihtiyaca bir nebze cevap verebilmek için kaleme alındı.

Mevcut durum

26 Şubat tarihi itibarıyla Dünya Sağlık Örgütüne (DSÖ) göre, 80 bin 239 kişide enfeksiyon tespit edildi ve 2 bin 700 kişi hayatını kaybetti. Çin’de uygulanan karantinalardan dolayı toplam 760 milyon kişi salgından etkilendi. Salgının sebep olduğu ekonomik kayıplar da giderek artıyor. Uzmanlar, salgının mevcut şekliyle ilerlemesi durumunda, sadece yılın ilk çeyreğinde Çin’in 62 milyar dolar, dünyanın ise 280 milyar dolar zarar edeceğini ifade ediyor. Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ise bu durumu Çin Halk Cumhuriyeti tarihindeki en büyük halk sağlığı mücadelesi olarak niteliyor.

Güney Kore, İran ve İtalya’da artan vaka sayılarının ardından, DSÖ Genel Direktörü Tedros Adhanom Ghebreyesus, hastalıkla etkin mücadele için az bir zamanın kaldığını ifade etti. DSÖ virüsün ve hastalığın ismini de belirledi. Hastalığın adı Kovid-19 (Korona Virüs Hastalığı 19) ve virüsün adı SARS-Cov-2 (Şiddetli Akut Solunum Yetmezliği Koronavirüsü 2) olarak belirlendi.

Salgın sebebiyle uluslararası toplumda korku, gerilim ve panik havası da mevcut. Toplumda gelişen bu durum literatürde “koronafobi” olarak yerini aldı.

Salgının yayılım özellikleri

Koronavirüsü hasta bireylerin solunum yollarından öksürme ya da hapşırma esnasında saçılan damlacıklar aracılığıyla bulaşıyor. Bu bulaşma havadan veya cansız yüzeyler üzerinden gerçekleşebiliyor. Bir hastanın, hastalığı iki ila üç kişiye bulaştırdığı tahmin ediliyor. Virüsün insan dışkısı yoluyla bulaştığıyla ilgili çalışmalar da var; fakat bunlar mevcut vakaların çok az bir bölümünü oluşturuyor. Virüsün kargo yoluyla yahut evcil hayvanlar aracılığıyla bulaştığına dair bir kanıt ise henüz bulunmuyor. Hiçbir belirtisi olmadığı halde hasta olan ve ailesinden beş kişiye bunu bulaştıran bir vaka da literatürde yayımlandı. “Asemptomatik” (belirtisiz) şeklinde tanımlanan bu vakaların virüsü topluma yayma hızları daha yüksek. Fakat asemptomatik vakalar yaygın değil.

Virüs bulaşan kişilerde belirtilerin ortaya çıkma süresi ise ortalama 5-6 gün. Öte yandan bu sürenin bir vakada 19 gün, diğer bir vakada ise 24 güne kadar uzayabildiği de çalışmalarla gösterildi. Yani ülkemizde de uygulanan 14 günlük gözlem süresi, hastalık belirtilerini gözlemek için yeterli olmayabilir.

Virüsün bulaşma ve yayılma hızı daha önceki SARS ve MERS salgınlarından daha yüksek olsa da, öldürücülük (mortalite) oranının (yüzde 2,3) daha düşük olduğunu ve Kovid-19 virüsünün bulaştığı hastaların ekseriyetinin (yüzde 81) hastalığı hafif düzeyde geçirdiğini belirtmekte fayda var. Hastalık yüzde 98 gibi büyük bir oranla yetişkin bireyleri etkiliyor ve yaşlılarda ve (diyabet, koah, tansiyon gibi) ek hastalığı olan kişilerde daha ağır seyrediyor. Şimdiye kadar hayatını kaybeden insanların yüzde 80’i 60 yaşın üzerindeydi. Yüzde 75’inin ise ek sağlık sorunları bulunuyordu.

Salgın kaynağı

Şimdiye kadar virüsün (yüzde 96 oranında) yarasalardaki virüslere benzediği, bu sebeple yarasalardan yayıldığı düşünülüyordu. Fakat yapılan bir çalışmada, pangolin (pullu karıncayiyen) adlı bir yabani hayvan türündeki virüslerin mevcut koronavirüse yüzde 99 oranında benzediği keşfedildi. Pangolin Vuhan’daki yabani hayvan pazarında satılan bir tür değil; fakat yasadışı ticareti yapılıyor. Şu an için virüsün kaynağı olduğu düşünülen en şüpheli hayvan pangolin.

Tarama, aşı, tanı ve tedavilerde son durum

Havalimanlarında uygulanan termal taramanın ne kadar etkin olduğu da literatürde incelenen konular arasında yer alıyor. Yapılan bir çalışmada, termal taramanın yüzde 54 etkili olduğu, yani her 100 hastadan sadece 54’ünün termal taramayla tespit edilebildiği, geri kalanların ise taramayla tespit edilemediği ifade ediliyor.

Koronavirüse yönelik aşılama çalışmalarında ise an itibariyle 4 molekül üzerinde duruluyor. Fakat bu çalışmaların en erken 12 ila 18 ayda sonuç vermesi bekleniyor. Bu nedenle kısa vadede bir aşının ortaya çıkması pek mümkün görünmüyor.

Hastaların tanısı için alınan örnekler RT-PCR adı verilen laboratuvar yöntemiyle inceleniyor. Ancak yapılan çalışmalar akciğer tomografisinin de RT-PCR kadar etkili olabileceğini gösteriyor. Tek başına RT-PCR’nin negatif sonuç verdiği durumlarda, şüpheli kişilerin akciğer tomografisinden geçmesi gerektiği de ifade ediliyor.

Hastalığın hâlâ net bir tedavisi olmamakla birlikte, bazı çalışmalar umut vadediyor. Çin’de ilaç geliştirmek için 80’den fazla klinik deney devam ediyor. Yapay zekâ ve artırılmış zekâ uygulamaları da ilaç molekülü geliştirmek ve salgının yayılımını tahmin etmek için kullanılıyor. Örneğin bir yapay zekâ uygulamasında, Baricitinib isimli ilacın mevcut moleküller arasında bu virüse karşı en etkili ilaç olabileceği ortaya konuldu. Şubat ayı başında 760 hasta üzerinde yapılan diğer bir çalışmada ise remdesivir adlı molekülün virüse karşı etkili olduğu ve Mayıs ayında Çin’de kullanıma girebileceği ifade ediliyor. DSÖ remdesivir, lopinavir ve ritonavir gibi ilaçlar üzerinde yapılan çalışmaları yakından takip ediyor. Çinli bilim insanları bu ilaçları hastalar üzerinde denemeye başlamış durumda. Remdesivir adlı ilaç şu anda en umut vadeden seçenek.

DSÖ’nün tavsiyeleri ve rehberler doğrultusunda, mevcut hastaların tedavileri, destek tedavisi ve ek hastalıkların kontrol altında tutulması şeklinde sürdürülüyor. Çin Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi’nin verdiği bilgilere göre, şimdiye kadar 29 bin 745 hasta tedavi olmuş ve taburcu edilmiş durumda.

Sağlık hizmetlerinin etkili şekilde organize edilmesi için, sağlık hizmetine ilk temas yeri olan aile hekimlerinin merkezi bir rolü olduğu, bu sebeple aile hekimliklerinde erken tanıya yönelik önlemler alınması gerektiği de dikkat çekilen konular arasında.

Ruh sağlığı çalışmaları

Çin’deki salgın, sağlık çalışanlarının ruh sağlığını da etkilemiş durumda. Enfeksiyon riski, yüksek sorumluluk, uzun çalışma süreleri, ayrımcılık, izolasyon, aile bireylerinden ayrı kalma, çok fazla hastaya ve ölüme maruz kalma gibi durumlar sağlık personellerinin ruhsal olarak tükenmesine sebep oluyor. Bu nedenle Vuhan’da sağlık çalışanlarına destek olacak psiko-sosyal destek ekipleri ve bu konuda izlenecek yolları belirten bir rehber oluşturuldu. Benzer şekilde, sürekli hastalık ve ölüm haberlerine maruz kalan toplumda da korku, stres, depresyon, anksiyete gibi ruh sağlığı sorunları oluşabiliyor. Toplum ruh sağlığı çalışmalarının da salgınla mücadelede önemli bir yere sahip olduğunu vurgulamak gerekiyor.

Gelecek tahminleri

Mevcut koronavirüs salgınıyla ilgili olarak, en çok “bundan sonra ne olacağı” merak ediliyor: Salgın azalıyor mu, artıyor mu, duracak mı, daha da şiddetlenecek mi, tüm dünyaya yayılması ihtimali var mı? Benzer birçok soru cevaplanmayı bekliyor. Biz de bu soruların cevaplarını güncel bilimsel yayınlarda aradık. Bulgularımızdan bir kısmı şu şekilde:

Yapılan çalışmalar, Çin’de devam eden karantina ve izolasyon uygulamalarının etkili olduğunu ve virüsün yayılımını azalttığını gösteriyor. Öte yandan bazı bilim insanları, Çin dışındaki ülkelerde vaka sayılarının hızlı artışından dolayı, salgının artık durdurulamaz olduğunu ve pandemi (küresel salgın) düzeyine eriştiğini ifade ediyor. Harvard Halk Sağlığı Okulu’ndan uzmanlar, mevcut durumun pandemi kriterini karşıladığını ifade ediyorlar. Pandemi, bir salgının karantina önlemlerini aşarak tüm dünyaya yayılmasını ifade eden bir kavram. Pandemilerde sosyal hayatın kısıtlanması, okul, sinema, ibadethane, AVM gibi kamusal alanların geçici olarak kapatılması gibi önlemler söz konusu olabilir. Fakat sosyal hayatı kısıtlayıcı önlemleri hayata geçirebilmek için, mevcut bilgimizin yeterli olmadığı da belirtiliyor. DSÖ ise salgının pandemi yapabileceğini, ama henüz o seviyede olmadığımızı, salgındaki günlük vaka sayısının 23 Ocak ile 2 Şubat arasında bir zirve yapıp sonra tekrar azalmaya başladığını ifade ediyor. Salgının seyrini doğru tahmin etmek için birçok bilim insanı modelleme çalışması yapıyor, fakat salgının etkilediği kişi sayısındaki aşırı dalgalanma modellerin tahmin gücünü azaltıyor. Bu durum ise uzun vadede neler olacağını tahmin etmeyi zorlaştırıyor. İlk zamanlarda yapılan tahminler, salgının Şubat sonunda zirve yapacağına işaret ediyordu. Fakat son bilgilerle güncellenen tahminlere göre, Mart ayının sonu ile Mayıs ayının sonu arasındaki dönemde salgının zirve yapması bekleniyor.

Dünyanın önde gelen bilim dergilerinden Nature’da yayınlanan bulgulara göre, bilim insanları tarafından salgına yönelik sunulan en iyi senaryoda, salgın zirveye ulaştığında Çin’de 1 milyon kişinin hasta olacağı ifade ediliyor. En kötü senaryoda ise Çin genelinde (nüfusun yaklaşık yüzde 40'ını oluşturan) 550 ila 650 milyon insanın hasta olabileceği ifade ediliyor.

İran'daki mevcut durum

İran nüfusunun büyük çoğunluğunun uluslararası seyahat etmediği biliniyor. Buna rağmen İran’da ortaya çıkan ölüm sayıları endişe verici düzeyde. İran’dan 61 hasta ve 18 ölüm bildirildi. DSÖ salgının belirli bir zamandaki ölüm/vaka oranının yüzde 2,3 olduğunu ifade ediyor. Bu hesaplamaya göre İran’da bildirilen 18 ölüm, beklenen vaka sayısının 782 olduğunu gösteriyor. İran’ın bildirdiği vaka sayısı ise bu beklenen rakamın çok altında. Bu durum yüzlerce hastanın İran’da serbest şekilde dolaştığı ve vakaların bildirilmediği iddialarını kuvvetlendiriyor. Bu nedenle İran’la irtibatın en aza indirilmesi gerekiyor.

DSÖ Genel Direktörü Ghebreyesus da İran, Kore ve İtalya başta olmak üzere, Çin’den bağımsız vaka sayılarında artış olan ülkelerle ilgili endişeli olduklarını ve bu ülkelerin salgın yönetim kapasitelerine farklı yollarla destek olduklarını belirtmişti. Bazı bilim insanları da İran’da ortaya çıkan ilk vakaların ölümcül vakalar olması durumunda, virüsün bölgeye birkaç hafta içinde yayılabileceğini ifade ediyor.

Risk altındaki ülkeler

Toplumsal düzeyde yeterli önlem alınmadığı takdirde, Çin ile yakın irtibat halinde olan ülkelerin salgının yeniden yayılma merkezlerine dönüşebileceği ifade ediliyor. Salgının tüm dünyaya yayılması durumunda, en fazla risk altında olan ülkelerin, sağlık sistemi en zayıf ülkeler olan Afrika ülkeleri olduğu söyleniyor. Özellikle Çin ile yakın irtibatta olan Nijerya’nın yüksek risk altında olduğu, birçok Afrika ülkesinde Çinli işçilerin çalıştığı hatırlatılıyor. Nijerya, Etiyopya, Sudan, Angola, Tanzanya, Gana ve Kenya zayıf sağlık sistemleri sebebiyle risk altındaki diğer ülkeler. Çin’den yapılan uçuşlarla geliştirilen bir tahmin modeline göre Mısır, Cezayir ve Güney Afrika da yüksek riskli ülkeler arasında.

Türkiye neler yapıyor?

Ülkemizde henüz Kovid-19 tanısı alan bir hasta olmadı, fakat salgın bölgelerinden gelen ve gözlem altında tutulan kişiler var. Bu kişilerin uluslararası standartlara uygun testleri Ankara’daki Ulusal Viroloji Referans Laboratuvarı’nda yapılıyor. Tahran’dan gelen uçakta bulunan 142 kişinin ilk testleri negatif sonuçlandı ve testler bir hafta sonra tekrarlanacak. Uçakta, evde ya da hastanede herhangi bir vaka tespiti hâlinde uygulanacak prosedürler (karantina, tedavi ve benzeri) Sağlık Bakanlığı’nın salgın rehberlerinde mevcut. Sağlık personeli de düzenli olarak bu konuda bilgilendirilmeye devam ediliyor. Okullar, yurtlar ve yükseköğretim kurumları da bu konuda bilgilendirilmiş durumda. Öte yandan Sağlık Bakanı Fahrettin Koca 23 Şubat’ta yaptığı basın açıklamasında, yeteri kadar anti-viral ilaç, maske ve medikal malzemenin bulunduğunu, tedarik zincirlerinin de sağlam olduğunu ifade etmişti. Kovid-19 için oluşturulan bilim kurulu, ilgili diğer bakanlıklar ve 7/24 çalışan acil operasyon merkeziyle de DSÖ'nün önerilerine paralel önlemler alınmaya devam ediyor. Bu bağlamda, sınır kapılarındaki taramalar, Çin ve İran başta olmak üzere uluslararası seyahat kısıtlamaları, DSÖ ve ilgili ülkelerin sağlık bakanlıklarıyla bilgi alışverişi sürdürülüyor. Sağlık Bakanı Koca 26 Şubat itibariyle sınıra sahra hastaneleri kurulacağı bilgisini de kamuoyuyla paylaştı.

Asılsız haberlerle mücadele

Bir taraftan Kovid-19 ile mücadele devam ederken, diğer taraftan asılsız haberler de bir salgın şeklinde artıyor. DSÖ sadece koronavirüs salgınıyla değil, bilgi salgınlarıyla da mücadele ettiğini söylüyor. Küreselleşen bir dünyada koronavirüs salgınını engellemek pek mümkün olmasa da, bilgi salgınlarını engellemek için, asılsız haberleri paylaşmadan önce teyit etmek etkili bir yol.

Asılsız haberlerin sebep olduğu sorunların başında, toplumun paniğe kapılması ve hastanelere gereksiz ve aşırı başvuru yapılması geliyor. Gereksiz başvurular hem sağlık hizmetini bloke ediyor hem de kişilerin birbirine virüs bulaştırma riskini artırıyor. Asılsız haberlerin sonuçlarına bir başka örnek de maske stoklarının hızla tükenmesi ve sağlık hizmetlerinin bloke olması. Asılsız haberler sebebiyle Çinlilere yönelik giderek artan ayrımcılık da diğer bir sorun.

Bu konuda Çin’in sert önlemleri mevcut. Örneğin Çin’de biri doktor sekiz kişi topluma asılsız haberler yaydığı için tutuklandı.

Asılsız haberler en çok sosyal medyada yayılıyor. Sosyal medya kullanımı toplumda korku ve gerginlik oluşturuyor. Ancak yapılan çalışmalar, sosyal medyanın kullanıcılarda hastalığı önleyici davranışlar kazandırmada da etkili olabileceğini gösteriyor.

Londra Üniversitesi’nden halk sağlığı araştırmacısı Adam Kucharski yayılan yanlış bilgilerin salgının kendisinden daha tehlikeli olduğunu söylüyor. DSÖ Genel Direktörü Ghebreyesus “infodemi” adı verilen aşırı ve asılsız bilgi veya haber salgınının, toplumda korku ve paniğe yol açarak, esas salgının yönetimini zorlaştırdığını ifade ediyor. Dünya genelinde 30 teyit kuruluşu şu an bu sahte haberlerle mücadele ediyor. Bu asılsız bilgilerin yayılmasında, bilgiyi üretenler kadar, paylaşanların da sorumluluğu var. Asılsız bilgilerle mücadele için şu öneriler sunuluyor: 1. Haberin kaynağını sorgulayın, araştırın. 2. Haberin tarihine, haberdeki içeriklerin tarihine dikkat edin. İçeriği dikkatli okuyun. 3. Resmî kurumların açıklamalarını dikkate alın. 4. Haber teyidi yapan yerli ve yabancı siteleri takip edin. 5. Haberi kendiniz teyit etmek istiyorsanız Çin arama motorlarını, sosyal medya platformlarını, çeviri uygulamalarını ve tersine görsel arama sitelerini kullanın. 6. Kaynaksız, şüpheli, emin olmadığınız ve teyit etmediğiniz hiçbir haberi paylaşmayın.

Maske kullanımı

DSÖ ve ABD Hastalık Kontrol Merkezi (CDC) hasta olmayan ve hasta bakımıyla meşgul olmayanlar için, kültürel sebepler dışında maske kullanımının gerekli olmadığını belirtiyor. Solunum yolu rahatsızlığı belirtileri gösteren kişiler veya bu kişilerle yakın temasta bulunan yahut bakımlarını üstlenen kişiler ise tıbbi (cerrahi) maske kullanabilirler. N95-ffp2 maskeler ise yalnızca entübasyon, bronkoskopi gibi aerosol salınımına sebep olacak tıbbi girişimlerde bulunan sağlık personeline öneriliyor. Bu rehberlerde n99-ffp3 maskelerin önerildiği bir durum ise bulunmuyor.

Bulaşın önlenmesi

Hastalığın henüz etkin bir tedavisi bulunmaması nedeniyle, korunma önlemleri bu aşamada önem arz ediyor. Ellerimizi düzenli olarak yıkamak, kalabalık ortamlardan uzak durmak, soğuk algınlığı belirtisi gösteren kişilerle mesafemizi korumak, öksürür veya hapşırırken ağzımızı kapatmak, kirli ellerimizi ağzımıza, yüzümüze veya burnumuza götürmemek, sık temas edilen yüzeyleri temiz tutmak, DSÖ’nün tavsiye ettiği basit ama etkili önlemler. Salgının yayıldığı bölgelere (Çin, Singapur, Tayland, Japonya, Hong Kong, Güney Kore, İran, Irak, İtalya ve diğerleri) seyahat edenlerin ve sağlık çalışanlarının ise ilgili kurumların (Sağlık Bakanlığı, DSÖ, Dışişleri Bakanlığı) internet sitelerinde yer alan ek tavsiyeleri mutlaka okumaları ve gerekli önlemleri almaları gerekiyor.

Salgın sebebiyle aile hekimliklerine, hastanelere ve acil servise yapılan yoğun başvurular hem sağlık hizmetini bloke ediyor hem de virüsün yayılma riskini artırabiliyor. Şu an 13 koronavirüs vakası olan İngiltere’de bu soruna yönelik evde tanı birimleri oluşturuldu. Şüpheli vaka tanımına uyan kişilerden numune almak için kişinin evine giden ekipler, evde numune alıp numune sonuçlarını da telefonla bildiriyorlar. Bu sayede, şüpheli kişilerin kalabalık hastane ortamlarına gelip diğer kişilere virüsü bulaştırma riski azalıyor. Hastalık tespit edilenlerin yakın çevresindeki şüpheliler de kolaylıkla belirlenebiliyor. Buna ek olarak, İngiltere’de merkezi randevu sisteminin kapatılması bile gündemde.

Sinofobi ve ayrımcılık

Koronavirüs salgınının ortaya çıkardığı diğer bir sorun da “sinofobi” olarak ifade edilen Çinli karşıtlığı. Bazı çalışmalar bu sorunu yabancı düşmanlığı anlamına gelen “zenofobi” kavramıyla tanımlıyor. Bilimsel literatür de dahil olmak üzere, virüsün sürekli Çin ve Vuhan'la birlikte anılması, Çinlilere karşı dünya genelinde bir tepkinin ve negatif ayrımcılığın ortaya çıkmasına da sebep oluyor. Çin karşıtlığının en fazla olduğu ülkelerden biri Japonya. Japonya’da trend olan sosyal medya paylaşımlarında Çinliler için “biyoterörist” ifadesi dahi kullanılıyor. Çinlilere yönelik tepkilerin artışının küresel turizmi de kötü etkileyeceği söyleniyor. Bu sebeplerle DSÖ hastalığın adını Kovid-19 olarak tanımladı ve salgının bir ülke ismiyle ilişkilendirilmemesi gerektiği bildirildi. Aynı sebeple, birçok bilimsel yayın ve medya kuruluşu, koronavirüs ile Çin ifadelerini bir arada kullanmamaya başladı.

[Tıp doktoru olan M. Yusuf Özdemir Londra Üniversitesi Halk Sağlığı ve Küresel Sağlık Politikaları Programı yüksek lisans öğrencisidir]

[Tıp doktoru ve aile hekimi olan Abdullah Uçar aynı zamanda İstanbul Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı’nda doktora öğrencisidir]

 

Kaynak:

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.