Korkut Daban:  İstanbul Sözleşmesi Garabeti

Korkut Daban:  İstanbul Sözleşmesi Garabeti
Kültür dediğimiz kavramın temeli ise inanç zeminleri üzerinde inşa olmaktadır. Daha açık konuşmak gerekirse Namus ve Ahlak kavramlarını oluşturan yazılı olmayan anayasaların temelinde Din ve İnanç Felsefesi yer almaktadır.

Siyaset Bilimci Korkut Daban, Takvimler 11 Mayıs 2011’i gösterdiğinde İstanbul’da imzaya açılan sözde “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadele” hakkındaki Avrupa Konseyinin bir tür dayatması olduğu kısa adıyla İstanbul Sözleşmesi 1 Ağustos 2014 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Korkut Daban: "Maalesef Türkiye, bu Sözleşmeyi imzaya açıldığı 11 Mayıs 2011’de imzalamış, 14 Mart 2012 tarihinde ise sözleşme onaylanmıştır. Neden maalesef dediğimi birazdan detayları ile sizlere takdim edeceğim.

Her toplumun geçmişten bu yana gelen bir medeniyet ve kültürel geçmişi vardır. Toplumların inançları başta başta olmak üzere sosyokültürel zeminlerini bu kadim miras şekillendirmektedir. Yoksa yeryüzünde toplumları birbirlerinden ayırt edici özellik sadece konuştukları dilleri veya ten renkleri değildir.

Kültür dediğimiz kavramın temeli ise inanç zeminleri üzerinde inşa olmaktadır. Daha açık konuşmak gerekirse Namus ve Ahlak kavramlarını oluşturan yazılı olmayan anayasaların temelinde Din ve İnanç Felsefesi yer almaktadır.

Bu nedenle bir toplum ile ilgili hem de Aile denilen temel yapının kolonları olan Kadın ve Erkek konulu bir sözleşmeyi imzalamadan önce kamuoyu önünde ciddi manada tartışılması gereken bir husustur. Hatta bir adım ileri gidecek olursak Referandum yapılacak kadar önemli olduğunu söylemek meselenin önem derecesini daha net bir şekilde ortaya koyacaktır. 

Bu nedenle böylesi inanç felsefemize ve kültürümüze uzak bir sözleşmeye imza atmanın ne denli büyük bir yanlış olduğunu da vurgulamak isterim. Buradan hareketle birçoğumuzun iç dünyalarında Garabet olarak nitelediği bu sözleşmeye kaç ülkenin imza attığının da kıymeti harbiyesi yoktur.

Ülkelerin uluslararası arenada yaptığı stratejk hatalar genellikle bu tür geçiş dönemlerinde yaşanmaktadır. Avrupa Birliğine üyelik sürecinde dayatılan birçok müzakare başlığında olduğu gibi bu hususta da bir oldubitti ile karşı karşıya kalınmıştır. Bırakın kamuoyu nezdinde tartışmaya açmak, adam akıllı okunup anlaşılmadan imzalandığı şimdilerde pekala anlaşılıyor.

Öyle ki bu sözleşmeye başlangıçta Türkiye gibi imza atıp ancak henüz onaylamayan 12 ülke var. Yine Avrupa Konseyi üyesi olmasına rağmen Rusya ve Azerbaycan sözleşmeye imza dahi atmayan ülkeler.

Toplumu oluşturan kutsal aile yapısını temelden sarsacak bu denli tehlikeli bir anlaşmaya imza atmadan evvel konu ile ilgili alanlardaki alimlerin mutlak surette fikrine başvurulması gerekmez miydi?

Çok ama çok basit konularda daha dahi en az üç farklı branştan uzman onayı talep edilirken. Böylesi önemli bir hususta Hukukçuların, Diyanetin, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının, İlahiyatçıların ve Sosyal Psikologlardan oluşan bir komisyonun fikrine başvurulabilirdi. En azından sözleşmenin getirileri ve götürüleri hesap edilmek suretiyle daha sağlıklı bir karara varılabilirdi.”

Oysa üzerinde hiç düşünülmeden ve tartışmaya mahal vermeden, hem de bu sözleşmeyi ilk imzalayan ülke ünvanı taşımamız dahi ne denli acele ile hatalı bir karar alındığının ispatını oluşturmaktadır diyebiliriz.

Atalarımız “Zararın neresinden dönülürse kardır” demiştir. Ne kadar anlamlı bir atasözü değil mi? İmzalandığı tarihten bu yana bırakın kadına yönelik şiddetin azalmasına tam aksine artmasına sebep veren bir sözleşme özelliği taşımaktadır.

Bu ülkede yıllardır Kadın kutsal bir varlık olarak kabul edilirken son dönemde aynı evde yaşayan kadın ve erkeği birbirine düşman eden bir noktaya getirdiler.

Artan aile içi şiddetin, boşanmaların ve cinayetlerin en büyük müsebbibi İstanbul Sözleşmesi’dir. Özellikle bu sözleşme ile beraber hayata geçirilen 6284 sayılı yasa ile “Kadının beyanını esastır” uygulaması beraberinde çok büyük aile facialarının yaşanmasına sebep olmuştur.

Ben bir yazar olarak değil vatandaş olarak sosyal yaşamda gerek İstanbul Sözleşmesi’nin gerekse 6284 sayılı yasanın topluma vermiş olduğu zararı çıplak gözlerim ile görebiliyorum. Sayın Cumhurbaşkanımızın da konu ile ilgili hassasiyetinin çok farklı olmadığını biliyorum.

Keza yakın zamanda Sayın Cumhurbaşkanımızın konu ile ilgili olarak meselenin kamuoyunda tartışılıp gerekirse Türkiye olarak sözleşmeden imzanın geri çekilebileceğini dile getirmişti.

Bizlerin halkın sesi olarak yazılı ve görsel basında sık sık dile getirdiğimiz konu ile ilgili son olarak kısa adı ASİM olan Adana Sivil İnisiyatif Meclisi bir basın açıklaması ile gündeme getirdi. Açıklamada İstanbul Sözleşmesinin Türkiye’de ve tüm dünyada aileyi yok etmeye yönelik küresel bir mücadelenin eseri olduğunu dile getirdiler.

Temennimiz tüm Türkiye’de sivil toplum kuruluşlarının benzer açıklamalar ile kamuoyunu bilgilendirmek suretiyle ön ayak olmalarıdır.

Söz konusu Aile ise gerisi teferruattır diyoruz. Kez Aile demek gelecek demek. Aile demek nesil demektir.

Selam ve dua ile…"dedi.

 

Kaynak:

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
3 Yorum