Kimin ölümü çabuk, ağlayanları ve mîrâsı az olur!

Kimin ölümü çabuk, ağlayanları ve mîrâsı az olur!
İnsan, varlıkların efendisi, mahlûkatın en şereflisidir. Dış yüzüyle her şeyden güzel, iç yüzüyle çok manalı ve engindir. Zerrelerden kürelere...


İnsan, varlıkların efendisi, mahlûkatın en şereflisidir. Dış yüzüyle her şeyden güzel, iç yüzüyle çok manalı ve engindir. Zerrelerden kürelere kadar bütün âlem insanoğlunun istifadesine arz edilmiştir. Çünkü: İnsanın hilkatindeki gaye pek ulvi, yaradılışındaki hikmet çok yücedir. O, Bu âleme başıboş ve manasız bir varlık olarak değil; büyük bir mükellefiyetin ilâhi mesuliyetini hayatı boyunca hakkını vererek en yüksek kemâle ermek için çırpınmaktır.

Rabbi Zülcelâl imiz biz insanları diğer varlıklardan farklı, akıl ve fikir gibi iki büyük nimeti bahşetmiştir. Düşünelim, idrak edelim, her şeyin iyi ve güzelini, doğru ve hakka uygun olanını arayalım? Ve İslami fıtrat üzere dünyaya gelen her insan,  aklıselime sahip her insan;  Ben yoktum, Allah?ım beni var etti; varlığından haberdar etmek ve kendi ilim ve marifeti ile kemâl mertebesine erdirmek için bu âleme getirdi. Netice olarak, ömrüm boyunca ettiğim ameller, yaptığım işlerin mükâfat veya cezasını görmek ve ahret gününde yine kendi yüksek huzurunda hesaba çekilmek üzere bir gün ölüp nezd-i ilahiyyesine döneceğim. Bu fani ve geçici hayattan sonra kabir kapısından ebedi ve bitmeyen bir hayata geçeceğim. Şu halde durmamalıyım, ebedi hayatım için çalışmalıyım, uhrevi saadetim için azık hazırlamalıyım, sahibim ve yaratanımın rızasını tahsil için çırpınmalıyım. Boş geçen vakitlerim, hatta her boş adım ve nefesim benim için bir kayıptır, telafisi mümkün olmayan bir zarardır. Rabbimden gafil ve uzak kaldıkça hüsranım her an biraz daha artmaktadır.


Ebû Ümâme, Nebî (a.s)?in şöyle buyurduğunu nakleder: Aziz ve Celîl olan Allah şöyle buyuruyor: ?Benim nazarımda velîlerimin en imrenilecek durumda olanı, şu vasıflara sahip olan mü?mindir: Malı azdır, namazdan lezzet alır, Rabbine en güzel şekilde kullukta bulunur, gizli ve açık her durumda O?na itâat eder. İnsanların içinde adeta kaybolmuştur, parmakla gösterilemez. Rızkı kendine yetecek kadar olup, buna sabreder.? Sonra (Hz. Peygamber) eliyle vurarak şöyle devam etti: ?Onun ölümü çabuk, ağlayanları ve mîrâsı az olur.? (1)

Demek oluyor ki, İnsan?ın varlığından gaye: Allah?a tam ihlâsla ibadet ve kulluk ile kesb-i kemal etmek ve onun yüce dinine, mübarek kitabına, muhterem kullarına hizmet ederek hakikat yolunda visale ermektir.

Nitekim Allah (c.c.) şöyle buyurmuştur: ?Ben cinleri ve insanları, ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.? *Bundan şunu anlıyoruz: Dünya ve dünyada olanların hepsi insan için; insan da Rabbisine ibadet ve marifeti için halk edilmiştir. Yani cihanın yaradılışından maksat ibadetten başka bir şey değildir.

İbn Abbas (r.a.) bu ayete ?illa li ya?rifun? marifetime ersinler diye de mana vermiştir. Muhyiddin Arabî ise, gayemiz kesb-i kemal seyr-i cemaldir. Yani dünyada kemale erip ahirette cemalullahı müşahe etmektir, buyurmuştur.


İnsanın en mukaddes ve mübarek vazifesi Allah?a kulluk olduğunu bilmesidir? Kendi ve ehli, vatan ve milleti için yılmadan ve usanmadan çalışmak, didinmek nasıl bir vazife ise, yeri geldikçe ve vakti oldukça Rabbi ve ahreti için çalışmak da boynunun borcudur.

Aziz ve Celîl olan Allah şöyle buyuruyor: ?Ey Âdemoğlu, mâdem ki Benim saltanatım devam edecektir, sen her hangi bir saltanat sâhibinden korkma! Zîrâ Benim saltanatım devamlıdır ve ebediyen tükenmez.? ** (2)

 

"Hiç ölmeyeceğini zanneden kişi gibi (dünya için) çalış, yarın öleceğinden korkan kimse gibi de (dünyaya bağlanmaktan) kaçın." (3)

Aynı hakikate işaretle Üstad Bediüzzaman şöyle der:

?Âhiret ve dünya dengesini korumak ve her vakit ümitle korku arasında bulunmak maslahatı gerektirir ki; her dakika hem ölmek, hem yaşamak mümkün olsun.?  (4)


?Yaşamamız için nasıl muntazam yememiz, içmemiz, dinlenmemiz gerekiyorsa, ruhumuzun hayat-ı maneviyyesi de ancak Cenabı Hakka ibadet, onun emirlerini tutmak ismini anmak, kitabını okumak ve Rasûlü Ekremi Hz. Muhammed (s.a.)in yolundan gitmekle vücut bulacaktır. Gıdasız insanın ölümüme mahkum olduğu gibi; ibadetsiz bir insanda Ruhan ölmüş demektir. Zira ibadet, ruhun gıdası, kalbin cilası, canın Cenabı Hakka rabıtasıdır. İbadet zevkinden uzak kimseler, Allah?la arasındaki rabıtaları kesilir, ibadet nurundan çıkan cahilin sonu elimdir.?***


Evet, Düşünelim: Devenin sahibine, köpeğin çobana, merkebin çiftçiye itaat ve inkıyadının hikmeti ne? Bu hayvanların sahiplerinden gördükleri nimetlerin mukabilinde hizmet duygusu değil midir? Şu halde hayvanlar kadar duygulu, mahlûklar kadar saygılı olmayalım mı? Her adım ve her nefesimizde bizlere yüz binlerce nimetlerini esirgemeden veren;  iman ve İslam?a mazhar kılan; sıhhat, afiyet, aile, evlat ve servetler ihsan eyleyen Ulu Rabbimize şükran duygusuyla zevk ve neş?e ile ibadet ve taatde bulunmayalım mı? Bunu yapmadığımız takdirde durumumuz yukarıda adı geçen mahlûklardan daha aşağı ve bayağı olmaz mı? Hâlbuki biz, insanlık faziletinden başka, âlemlerin seyyid ve efendisi, ahir zaman peygamberi ve bütün peygamberlerin serveri Hz. Muhammed (s.a.)?e de ümmet olmak şerefine nailiz. O ki Allah?ın en sevgili kulu idi, en üstün zevki ayakları şişinceye kadar Rabbine ibadette bulunmaktı. Bu haliyle dahi Cenabı Hak ona:

?Habibim, sana ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet et.? (5) emrini vermişti. Peygamber efendimiz hayatının son nefesine kadar bir an bile Rabbine ibadet ve insanlık âlemine hizmetten geri kalmamıştır. Ömrünün her gelen günü, geçen gününden ileri ve daha nurlu, daha çok hayırlı olmuştur. Bizlere nasihat eder de: ?Kimin iki günü bir birine müsavi olursa, ziyandadır.? (6)der. Demek oluyor ki, biz Müslümanların her gelen günümüzün geçen günümüzden ibadette, ahlakta, fazilette, sözde ve amelde, sanatta ve her şeyde daha ileri, daha hayırlı ve daha üstün olması lazımdır. Kamil mü?min, her gün biraz daha ilerleyen, hayra koşan, Rabbine manen yaklaşan insandır. Efendimizin tavsiyesi üzere Müslüman?ın ruhu, Allah aşkı ve muhabbeti olan insan nasıl çırpınmadan yerinde sayar, nasıl zillete ve meskenete düşer. Kalbindeki imanı bir volkan, gönlündeki aşkı bir yanardağdır.  O hep ibadetin zevkiyle yanar, hizmetin şevkiyle yakılır durur, ta ki matlubuna erişe?


Cennet ehline hitab ederek Aziz ve Celîl olan Allah şöyle buyuracak: ?Ben, sizin görmediğiniz halde ibadet ettiğiniz Rabbinizim. Benden yardım istemiş, Beni sevmiş ve Benden korkmuştunuz. İzzetim, Celâlim, ulviyetim ve büyüklüğüm, güzelliğim ve yüceliğim üzerine yemin olsun ki, Ben sizden razıyım, sizi seviyorum, sizin sevdiğiniz şeyi seviyorum. Sizin için benim nezdimde canınızın istediği ve gözünüzün hoşlanacağı şeyler vardır. Arzû ettiğiniz ve dilediğiniz şeyi Benim nezdimde bulabilirsiniz. Sizin dilediğiniz her şeyi Ben dilerim, Benden isteyiniz, utanıp sıkılmayınız!? (7)


Dün geçti!...  Dün bitti!... Düne bakmak yok!... Günü yaşayacaksın günü!... Gün bugün, dem bu dem!... ?Amel-i salih? : Büyük insanlık ailesinin iki cihan azizliğini sağlayacak kültür ve medeniyete katkısı bulunan her şeydir. Nitekim Müslüman kendi hesabını kendi verir, bugünün vazifesini yarına bırakmaz. Zira yarınında bir ayrı hizmet ve vazifesi vardır. Bugün namazını kılmayanın yarın borcu iki günlük namaz olur. Bu sene Ramazan orucunu tutmayan bir kimsenin gelecek senesinde bir ramazanı olacağını bilmeli, bu yılın zekât borcunu vermeyen bir zatın, gelecek sene vereceği yekun daha da taşacaktır?


Şu halde samimi ve ihlâslı bir Müslüman bugünün vazifesini yarına bırakmayandır. Ama bu vazife ister dünyalık, ister ahretlik olsun, onu vaktinde yapmak gerekir. Efendimiz bir hadisi şerifinde: ?Bu günün vazifesini yarına bırakanlar, helâk oldular.?buyurmuşlardır.


Bir de bu mevzuda Muhyiddin Arabi (k.s.) diyor ki:

?Kiramen kâtibine davranışın, onlara iyi şeyler yazdırmak olsun.?

Ve bir de bu mevzuyu Mevlana Hazretlerinden dinleyelim:

?Ey mü?min! Sakın yarın deme, ne yarınlar geçti. İşini ve vazifeni vaktinde yap ki külliyen ekim vakti geçip gitmesin?,?Allah aşkına ey yolcu yürü, hak yolunda gayret göster; vakit geçmek üzeredir. Ömür güneşi, ölüm kuyusuna batmaya yaklaşmıştır.?


Bu mübarek sözler bize söylenmiştir, bizi terakki ve teâliye, nur ve feyze koşmaya, Allah için amel ve ibadete, ahiret hazırlığına çağırıyor. Yirmi birinci asrın idrakli insanları; şarkın ve garbın, önünde dize geldiği Mevlana?nın şu sözleri karşısında hemen insafa gelerek günah ve ma?siyetleri bırakıp Hakka taat ve halka hayr için hizmete koşmalı. Tek çıkar yol, İslamiyet ve Kur?an-ı Hakim yolu olduğuna göre: bunlara sıkı sıkı sarılıp bu yolda olmalı ve bu nurlu yolda ölmeliyiz. Aksi halde emin olalım boşa gideceğiz. Bizden sonra gelenlere güzel miras bırakmayacağız. Dünyamız manen viran, ahretimiz tamamen hüsran olacaktır.


AllahTaâlâ Mûsa (a.s)?a buyurdu: ?Sana dinin direği olan beş söz öğretiyorum. Benim hâkikatimin zâil olduğunu bilmediğin müddetçe, bana itâat etmeyi bırakma! Benim hazînelerimin muhakkak tükendiğini bilmedikçe rızkın için üzülme! Düşmanın mutlaka ölmüş olduğunu öğrenmedikçe, onun ânî bir saldırısından emîn olma ve onunla savaşmayı bırakma! Seni mutlaka bağışladığımı bilmedikçe günahkârları ayıplama! Cennetime gimedikçe, hîlemden emîn olma!? (8)


Evet, Günümüz şartlarında Hakka kul olmak,  gönül rahatlığıyla bu meşgale içinde ibadet etmek; Rahmet, zahmet mukabilinde olduğu gibi, hizmetin en makbulü de meşakkatli olanıdır. Hz. Peygamberimiz şöyle buyurdu: ?Sizden sonra sabır günleri gelecek, o günlerde dininde sabru sebat göstermek, ateşi avuçlamak gibidir. O günün bir salihine elli salih mü?min ecri verilir.?

Yani, her külfetin karşılığı fazlasıyla ecir ve lûtuf olacaktır. Nitekim Efendimiz bir hadisi şerifinde: ? Fitnelerin vücuduyla beraber Allah?a ibadet, bana hicret gibidir.?buyurmuştur. Peygamber efendimize komşu olamadım, diye yanıp yakınan Müslümanlar bu hadisi şeriften kuvvet alarak diye biliriz ki: Allah?a yerinizde ihlâslı kul olmak, Rasûlullahın sünnet ve edeplerine uymak kâfidir.


Daha doğarken insanlarla beraber dünyaya gelen ve hiç ayrılmayan din duygusu, milletlerin ve fertlerin en büyük varlığı din ve dinden aldıkları gönül zevkidir. Dinsiz ne millet ve nede fertler refahla yaşayamaz, akıbeti ise yeryüzünden silinmeğe ve yok olmağa mahkûm olurlar. Bir ferdi ve bir milleti ebediyete ve bekaya ileten mukaddesat ve maneviyata bağlılık, din ve o dinin geleneklerine samimiyet ve sadakattir. Ve ancak felah yolu da budur. Bizler Muhammed ümmeti olmakla bu gönül zevkinin en mükemmeline, din neş?esinin zirvesine nail olmuş durumdayız. Çünkü İslamiyet, Allah Teâlâ hazretlerinin razı olduğu tek dindir. Bütün dinler onunla sona ve kemale erer. Çünkü İslamiyet: En yüksek ahlak, en büyük adalet, içtimai edep ve insani muaşeretin en mükemmeli, yardımlaşma ve merhametin tam mana ve ehemmiyet tecellisi, büyüklere hürmet ve saygı, küçüklere şefkat ve sevgi hissi, vatan ve millet için fedakârlık ve vefakârlıktır. Ve nihayet insanlığa layık olan ve yakışan bilcümle fazilet ve nezaket, taharet ve nezafet, sahavet ve lütufkârlık İslamiyet?in ana prensiplerindendir. Bir din ulusu bu saydıklarımızı iki cümle ile hülasa etmiştir:

?Bilcümle umur-i diniye iki umde üzerindedir: Biri Halik?a ta?zim, diğeri mahlûka hizmettir.?


Aziz ve Celîl olan Allah şöyle buyuruyor: ?Ey âdemoğlu, muhakkak ki Ben şânımdan olarak seni severim. Sen de üzerindeki hakkım sebebiyle Beni sev!? (9)

Burada şunu önemle belirtmeliyim ki, nefsine uyarak cehaletin kurbanı olmuş bir takım günahkârların işledikleri fena hareketleri İslamiyet?e yüklemeye ve kusuru dinde aramaya kimsenin had ve salâhiyeti olamaz. Kusur ancak kulundur. Noksanlık ve hata Müslüman?ın kendi anlayış ve hareketindedir. Cehalet ve bilgisizlikle, ulu orta söz ve amellerin vebali sahibine aiddir. Gerçek olan İslamiyet, İnsaniyetin en yüksek mertebesi ve en son kemal payesidir. Beşeriyetin bugünkü keşmekeşten kurtulup reha bulmasının tek çaresi de bugün veya yarın İslam?a sarılmakla mümkün olacaktır.


Rasûlüllah (a.s) şöyle buyurur: Allah Tebâreke ve Taâla buyurdu ki: ?Benim için birbirini sevenler, Benim yolumda birbirleriyle oturup kalkanlar, Benim uğrumda birbirlerine ikramda bulunanlar ve Benim için ziyâretleşenlere Benim sevgim kesindir.? (10)


Evet, şunu da iyi bilmeliyiz ki, İslamiyet sözden ibaret olamaz. Ben müslümanım, deyivermekle kişi İslam şerefine sahip olamaz. İslam şerefine tam nail olabilmesi için kişi bu kutsi ve ilahi dinin emirlerini tam ve kemalince yerine getirmesi şarttır. Efendimiz (s.a.) bir hadis-i şerifinde şöyle buyurdu:  ?İslam, beş şey üzerine bina kılınmıştır: Kelime-i şahadet, namaz kılmak, zekât vermek, ramazan orucunu tutmak, kudreti yetenin Kâbe?yi haccetmesi.?  (11)


Bir insanın İslam şerefine tam nail olabilmesi için bu beş şartı titizlikle sarılıp, dikkat ve rikkatle riayete çalışmalıyız. İslam?ın bir iddia, bir davadan ibaret olamadığını şahitleriyle ispat etmeliyiz. Bu konuyu birde Mevlana?dan dinleyelim:

?Bu namaz, oruç, hac ve Allah yolunda cihad; İslam itikadından şahit getirmektir.?


Yani, ben Müslüman?ım demek bir davadır. Her davanın ispatında şahitlere ihtiyaç vardır. Yarın kıyamet gününde senden bu İslam davasına şahit istediklerinde, bu ameller şahitlik edecektir. Hal böle olunca, bu alemi, ibadet duygusundan mahrum ve Allah?tan uzak olarak gafletle geçirip, bu ömrünü nefis ve şehvetine peşinde koşanlar kıyamet gününde şahit ve kudretleri olmayacaktır.


Efendimiz (s.a.) şöyle buyurur: Melekler Allah?ın huzurunda duracak ve kulun, amelini Yüce Allah için yaptığına dâir şâhitlik edecekler. Allah onlara şöyle buyuracak: ?Siz kulumun amelinin bekçilerisiniz; Ben ise onun kalbinde olanı kontrol ediciyim. Muhakkak ki o bu amelle Beni talep etmedi, Benden başkasını talep etti. Öyleyse lânetim onun üzerine olsun.? (12)

 

Utanalım, sa?y edelim, Allah?a ibadet edelim ki cennet ve cemalini bizlere göstersin.

 

Mehmet Yürekli, 18.09.12, Adana.

 

 

1-   Tirmizî, Zühd,35; İbn Mâce, Zühd, 4. Nebevî Hadis

2-   Er-Rabaî, Cüz, 375-985. Nebevî Hadis

3-   Suyûtî'nin Câmiu's-Sağîr'de

4-   Sözler, 24. Söz

5-   Hicr, 15/99

6-   Aclûnî, Hadis-i Şerif

7-   Nakkâş, Mevakıf. Nebevî Hadis

8-   Yunus b. Yahya el-Hâşimi. Nebevî Hadis

9-   Kâ?bü?l-Ahbar, Nebevî Hadis

10- Mâlik, Muvatta, eş-Şa?r, 16; Ahmed b. Hanbel, V,229. Nebevî Hadis

11- Buharî, 1:11; Müslim, 1:45; Tirmizî, 5:5.

12- Muaz b. Cebel. Nebevî Hadis

*Zâriyât , 56

**İbn Arâbi?nin Mişkâtü?l-Envar?ın dan da Nebevî Hadis?ler alınmıştır.

***Tahir Büyükkörükçü, Mübarek Ramazan ve Oruç


HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.