İran ekonomisinde kritik dönem

İran ekonomisinde kritik dönem
İran'da giderek derinleşen yapısal sorunların, genelde palyatif tedbirlerle çözümlenmeye çalışılması, bu sorunlara çözüm üretmediği gibi başka sorunların da oluşmasına zemin hazırlıyor.

İran ekonomisinde kritik dönem

İran'da giderek derinleşen yapısal sorunların, genelde palyatif tedbirlerle çözümlenmeye çalışılması, bu sorunlara çözüm üretmediği gibi başka sorunların da oluşmasına zemin hazırlıyor.

 

İSTANBUL - Prof. Dr. Murat Aslan

ABD Başkanı Donald Trump’ın Tahran’la imzalanan nükleer anlaşmadan tek taraflı olarak ayrılma kararının ardından, zaten kırılgan durumda olan İran ekonomisinde işler daha da zorlaşmaya başladı.

İran’da “ekonomik sorunların” varlığı ya da “bu sorunların derinleştiği” şeklinde ifadeler, İran üzerine kafa yoran araştırmacıların tahlillerinde ve bu hususta yapılan haberlerde sık sık karşımıza çıkmaya başladı. Buna mukabil İran resmine, başka bir ülkeden bakıldığında bu tür ifadelerin nispeten soyut bir düzlemde karşılık bulduğu söylenebilir. ABD’deki ya da diğer Batılı ülkelerde İran üzerine yapılan değerlendirme toplantılarında, konunun oldukça mekanik ve postmodern parametreler çerçevesinde inşa edilmiş zihinsel bir örgü ile ele alındığını görüyoruz. Oysa ki İran’da ekonomik sorunlarla yaşamak zorunda kalan ve bu karamsar resmin bizatihi nesneleri durumunda olan insanlar var. Empatiden yoksun, soğuk ve bir bakıma mekanik denebilecek yaklaşımlar üzerine bina edilen analizlerin, İran gerçekliğini tam olarak yansıtmadığı, hatta ıskaladığı bile ifade edilebilir.

Trump yönetiminin İran’ı hedef alan agresif politikalarının, ülke ekonomisinde ciddi bir sarsıntıya yol açtığı bir vaka olsa da bu, İran devletinin mevcut sorunların giderek derinleşmesinde bir payı olmadığı anlamına gelmiyor. Başta ekonomi olmak üzere İran’da çok ciddi sorunlar var ve bu sorunların çözümünde mevcut rejim bir açmaz içinde. Yapısal sorunlara neşter vurma ve bunların çözüme kavuşturulması için gerekli dinamik, proaktif ve reformist bir yol yerine, rejimin ve statükonun muhafazasını önceleyen politikaların tercih edildiğini gözlemliyoruz. Ortaya çıkan ve derinleşen yapısal sorunların, genelde palyatif tedbirler çözümlenmeye çalışılması, bu sorunlara çözüm üretmediği gibi başka sorunların da oluşmasına zemin hazırlıyor. Dolayısıyla Batılı ülkelerde yapılan tahlillerin soğukluğu, rejimin bu sorunların çözümlenmesi bağlamında sorumluluğunu hafifletmiyor.

Irak ile savaş yıllarını bir kenara koyarsak, savaş sonrası dönemde (yaklaşık 30 yıldır) İran rejimi, sahip olunan muazzam insan kaynaklarını ve doğal zenginlikleri yönetme hususunda verdiği sınavda, yukarıda işaret edilen temel alışkanlıklar yüzünden nispeten başarısız oldu.

Diplomatik çabalar sonuç vermedi

Kampanya döneminden itibaren başkan olması durumunda, nükleer anlaşmadan çekileceği taahhüdünde bulunan Trump’ın başkanlık yemini ettikten sonra bu konuyu ciddi bir şekilde ele alacağı biliniyordu ve bu yüzden Trump’ın göreve başladığı Ocak 2017 tarihinden itibaren bir tür “stresli bekleyiş” süreci başlamıştı. İran ve nükleer anlaşma konularında, Ocak 2018’in başlarından itibaren (göreve başlamasından bir yıl sonra) ABD Başkanı Trump’ın söylemi sertleşmeye başladı. Aslında Ocak 2018’de Trump’ın sert söylemlerinin hedefinde nükleer anlaşmada imzası olan üç AB ülkesi (İngiltere, Almanya ve Fransa) vardı. Trump yönetimi, nükleer anlaşmada yetersiz olarak gördüğü noktaların düzeltilmesi için bu ülkelerin İran’ı ikna etmesini istemişti. Ocak-Mayıs arası dönemde yürütülen diplomatik görüşmelere rağmen tüm tarafların kabul edebileceği bir orta yol bulunamadı. Bu nedenle, ABD Başkanı Trump 9 Mayıs’ta ABD’nin anlaşmadan ayrılacağını açıkladı. Böylece ABD, anlaşmadan kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getirmekten vazgeçtiğini bildirmiş oluyordu. Nükleer anlaşmada ABD’nin imza altına alınan yükümlülükleri (taahhütleri) ağırlıklı olarak İran’a nükleer faaliyetleri nedeniyle uygulanan ikincil yaptırımların kaldırılması hususunu düzenlemekteydi. 9 Mayıs 2018’de Trump tarafından imzalanan başkanlık kararı ile İran’a uygulanan ikincil yaptırımların kademeli olarak (ticari faaliyetin karakteristiğine göre) sırası ile 6 Ağustos ve 4 Kasım’da tekrar yürürlüğe girmesi kararlaştırıldı. Nitekim ABD Başkanı Donald Trump, 6 Ağustos’ta İran'a yönelik ekonomik yaptırımların yeniden yürürlüğe girmesine kısa süre kala, yeni başkanlık kararnamesini imzaladı. ABD'nin İran ile imzalanan nükleer anlaşmadan tek taraflı olarak çekilmesi çerçevesinde uygulamaya geçecek yaptırımların ihlal edilmesini önlemeye yönelik kararnamede, "İran'ın ABD dolarına ve değerli metallere erişimine, enerji sektörüne, ABD'nin kara listesindeki vatandaşlarına, nakliyat ve gemi yapımı ve liman operasyonlarına destek verenlere" yaptırım uygulanması talimatı verildi.

Trump’ın göreve başladığı tarihten itibaren İran’da döviz ve finansal piyasalarda risk algısı giderek artıyor. Bu algının Ocak 2018’de Trump’ın söylemlerinin dozunun sertleşmesi ile artış trendine girdiği ve 9 Mayıs’ta ABD’nin nükleer anlaşmadan çekildiğini deklare etmesi ile de bu trendin ivme kazandığı gözlemlendi. Bu süreçte İran para birimi tümen ABD doları karşısında ocak ayından itibaren değer kaybetti ve bu eğilim özellikle mayıs sonrasında daha da hızlandı. 1 Aralık 2017’de serbest piyasada 1 ABD doları 4 bin 125 tümenden işlem görürken 30 Temmuz 2018’de kur 11 bin 900 tümen ile tarihi rekor kırdı.

İran para biriminin bu şekilde hızla değer kaybetmesinin ikincil ve üçüncül etkileri olacak. Birinci olarak özellikle sabit gelirli ücretli kesimin satın alım gücünde ciddi bir erozyon olduğu söylenebilir. İran’da Mart 2018’den geçerli olmak üzere yürürlüğe giren asgari ücreti dikkate alacak olursak Mart 2018’de 1 milyon 312 bin tümen olan asgari ücret o günkü serbest kur rakamına göre (1 dolar 4 bin 770 tümen) yaklaşık 275 ABD dolarlık bir satın alım gücüne eşitti. Oysa 30 Temmuz 2018 itibarıyla asgari ücretin satın alım gücü 110 dolar seviyesine gerilemiş durumda. İran devletinin döviz piyasalarını ciddi şekilde regüle etmesi ve kontrol altında tutması nedeniyle serbest piyasadaki kurun ürün fiyatlarına yansıması şu an itibarıyla kısmi düzeyde. Ancak başta tüketici fiyatları olmak üzere ara malı ve diğer ürünlerin fiyatlarında yukarı yönlü hareket başlamış durumda.

İran tümeninin yabancı paralara göre aşırı değer kaybını önlemek amacıyla nisan ayında yürürlüğe konulan sabit kur mekanizması da tam olarak işe yaramadı. İran Merkez Bankası nisan ayında ithalatçı firmalara 1 ABD doları 4 bin 200 tümen seviyesinde kuru sabitlediğini duyurdu. Ancak serbest piyasa kuru ile sabit kur arasındaki makasın açılması nedeniyle bazı yolsuzluklar ortaya çıktı. Bu yolsuzlukların ortaya çıkmasından sonra (haziran ayında) Tahran esnafı kepenklerini kapattı, protesto gösterileri düzenledi. Tahran’daki “bazar” esnafı, muhafazakar karakteri ağır basan bir baskı grubu ve İran siyasetinde her zaman önemli bir aktör. Rejim ile uyumlu bir siyasi tavra sahip esnafın kepenkleri indirmek suretiyle eleştirel tavrı ciddi ses getirdi. Nitekim Dini Lider Ali Hamaney yaptığı açıklamada, zorlu günlerden geçen ülkede toplumsal bütünlüğe ve ulusal birlikteliğe halel getirecek bu tür yolsuzluklara müsaade edilmemesini ve yolsuzluklara bulaşanların en sert şekilde cezalandırılmasını istedi. Bunun yanında döviz ve finansal piyasalarda gözlemlenen istikrarsızlığın faturası Merkez Bankası başkanına kesildi. 25 Temmuz’da Veliyullah Seyf görevinden alındı ve Bakanlar Kurulunun onayı ile İran Merkezi Bankasının başına Abdunnasır Himmeti getirildi.

Değişim talepleri

İran’da işsizlik, yolsuzluk, yoksulluk ve diğer sosyoekonomik nedenlerle yaklaşık iki yıldır aralıklarla sokak gösterileri düzenleniyor. Muhtevası, şiddeti ve yoğunluğu farklı karakterlerde olsa da bu tür protestoların önümüzdeki dönemde devam edeceği hatta artacağı öngörülebilir. Bu tür gösterilerin büyük ölçekli olaylara dönüşme riski, Arap Baharında deneyimlendi. Bu yüzden İran devleti bu konuda son derece hassas.

6 Ağustos’ta devreye giren yaptırımlar, Tahran üzerinde ilave bir baskıya yol açarken, 4 Kasım 2018’de yaptırımların ikinci ayağının devreye girmesi İran’ı ekonomisini ciddi anlamda sıkıştıracak. Bu tarih yaklaştıkça türbülansın şiddeti artacak. 4 Kasım’da devreye girecek yaptırımlar İran’ın hidrokarbon ihracatının sıfırlanmasını amaçlıyor. İran’ın ihracatının ve ekonomisinin can damarı olan petrol ihracatının azalması bekleniyor. Bunun İran ekonomisine olumsuz etkisi şimdiden başladı ve yılın sonuna doğru şiddeti daha da artacak.

Türkiye’nin önemi bir ticaret partneri ve enerji tedarikçisi olan İran’ın ekonomik anlamda durumun kötüleşmesi doğal olarak Türkiye’yi de endişelendiriyor. İran makamlarının döviz miktarını denetim altında tutmak için aldığı ve yurt dışına çıkışları zorlayıcı tedbirler, sınırdaki illere gelen turist sayısında da azalmaya neden olabilir. ABD’nin attığı adımların kendi çıkarları perspektifinde bir anlamı olsa da bu adımların gerek İran halkına ve gerekse de Türkiye’ye yükleyeceği ciddi maliyetler var. Öte yandan ABD’nin tek taraflı adımlarının, Çin ve Rusya gibi küresel aktörler nezdinde kabul görmemesi, nükleer anlaşmanın ardından geniş İran pazarından pay almak için dev yatırım projelerine başlayan ve iktisadi çıkarlarını korumak isteyen AB tarafından da tepkiyle karşılanması, bölgede yeni arayışların habercisi de olabilir.

[Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi öğretim üyesi olan Prof. Dr. Murat Aslan aynı zamanda İran Araştırmaları Merkezi (İRAM) Ekonomi Koordinatörüdür]

 

Kaynak:

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.