İnsanlık onuru doğru bilgi ve doğru eylemle kurtarılabilir?.
Bazı şeylerin onuru, bazılarının ise değeri vardır?
Kendisine az ya da çok paha biçilen şeyler değer kategorisi içinde yer alır. İnsan bütün varlıklardan bütünüyle farklılığını göstermek üzere onun için değer değil, onur terimini kullanırız?
İnsanların onurlarına dayalı dokunulmaz hakları Kur?an da, ?Hudûdullah/Allah?ın sınırları? ifadesini bulmaktadır?Daha açık ifadeyle Hudûdullah(Allah?ın sınırları) ifadesi, insan onurunun korumaya alındığı sınırlardır?.
İnsanın bu onurunu koruyucu ilkelere kaynaklık eden bu otoriteler; yerine göre din, yerine göre ahlak, yerine göre de devlet olarak öne çıkar?
İnsan onuru, ahlaki temelde, insanın bir araç değil amaç olarak görülmesini sağlar?.
Bu amaç insana, evrende yer tutan bütün diğer varlıklardan farklı olduğunu hissettiren, bu metafiziksel köken; haysiyet, şeref, kendine saygı gibi norm ve değerlerin kaynağıdır. İnsan onuru dediğimiz şeyin kendini hissettirmesi için anılan bu normların, mücadeleyi hak eden birer değere dönüştürülmesi gerekir. Nebîleri ve nebevî değerlerle donananları, etkin tarih yapıcıları olarak farklılaştıran, insana onurlu bir varlık olduğunu hissettirecek bu değerler için verdikleri mücadelelerdir?
Yahudi-Hristiyan gelenek içerisinde insan onurunun dini temeli olarak kabul edilir ve (insan onuru) yerine yaratılmış olanın onuru ifadesi kullanılmaktadır? Kur?an?ın, insanın diğer varlıklar içindeki seçkin yerini göstermek üzere kullandığı terimler çok daha fazladır. İnsanın halifeliği, emaneti yüklenmiş olması, akli yetilerinin (lûbb, fuâd, sadr, kalb, nühâ, hicr) yanı sıra sürekli vahiyle desteklenmiş olması (lütuf ve fadl) (Nisa, 4/83) bu yerin farklılığını göstermektedir?
İnsanoğlu, ?onurlu/saygın? ilahi korumaya alınmış bir varlık olarak yaratılmıştır.
?Biz insanı onurlu/saygın bir varlık olarak yarattık?? (İsra, 17/70)
İnsanoğlu, ?onurlu/saygın? kılınmıştır, bu doğru; ama saygın varlığın saygınlığını kaybettiği anların olduğu da bir o kadar gerçektir. Bu durumda onur, doğrudan kazanımlarla ve eylemlerle ilişkilendirilmekte ve insan onurunun kaynağı ?ahlak?a gömülü hale gelmektedir?
Dinin insan onuruna yaptığı ek, özgür iradesi, özgür iradesiyle seçtiği eylemler ve bütün bunların onun Allah?la olan ilişkisine verdiği renktir?
Bu durumda insan onuru bir potansiyel olarak ortaya çıkmakta; bunun aktüel hale gelmesi ise iman ve eylemlerle olmaktadır?
?Bazen melekler temizliğimizi kıskanır,
Bazen şeytanlar kötülüğümüzden sakınır.? (Divan-ı Kebirden Seçmeler, IV, nr.38-39)
İnsan benliğin gelişmesinde düşünce kadar eylemde önemlidir?
Benlik, hem düşünmek (Descartes, cogito) hem de ?eylemek? (Kant, categoric imparative) şeklinde tezahür eder?
Düşünce eyleme dönüştüğü zaman ancak gerçek kudretini göstermiş olur?
Dünya sadece kavramlar aracılığıyla görülen, tanınan bir idealler alanı değil, aksine sürekli faaliyetle tekrar tekrar inşa edilmesi gereken bir eylem alanıdır?
Bunun içinde doğru düşünce kadar doğru eyleme ihtiyaç vardır?
Allah(c.c) tek taraflı yaratmaz, içerindeki önem duygusu, amacına uygun davranışlarla sürekliliği ve doğallığı sürecin zorunlu bir parçasıdır; dışarıdan anlık müdahalelerle gerçekleşmez?.
Bunu Cenab-ı Allah şöyle buyuruyor:
?Allah her şeyi yaratmış ve yarattığı her şeyi de kendi amacına uygun olarak belirlemiştir.? (Furkan, 25/2)
?Allah, her şeye gerçek doğasını veren ve kendi amaçlarına yönlendirendir?? (Tâ-Hâ, 20/50)
İnsan, tarih içinde öğrenebilir. Bu da önceden belirlenmişliği (determinizmi) değil, bilim de, ahlakta, sanatta ve dinde ifadesini bulduğu şekli ile insanın yaratıcılığını gösterir. Burada insan tabiatının gelişmekte ve genişlemekte olduğuna işaret eden bir antropoloji söz konusu edilmektedir. (Ludwing Biswanger, New Yok, 1963)
İnsan olmuş bitmiş bir varlık değildir, aksine hür olduğu için, nasıl olması gerektiğine kendisi karar verebilen sonsuz esnek bir varlıktır. İnsanın sahip olduğu bu esneklik ve potansiyel durum, bir süreç dâhilinde kendini açığa vuran bir oluş durumudur.
Bu oluş durumu Hegelci-Marx?cı diyalektiği andıran ve insanı tarihin bir kuklası haline getiren ?oluş? tan farklıdır. İnsan, ne olması gerektiğine kendisi karar verir ve bu karar aynı zamanda tarihi oluşturur. Diyalektik, tersten işler; insan, tarihi evirip çevirir ve tarih salt tarih olmanın ötesinde insan (ın) tarihi de oluverir. Böylece insan, kaçınılmaz (iyi ya da kötü) bir sona giden sürece eşlik eden edilgen bir varlık değil, aksine, bu sürecin gidişini sağlama sorumluluğunu omuzlayan özgür bir varlıktır.
Sonuç olarak insanlık, evreni keşfederek, dünyada daha iyi yaşamanın imkânlarını araştırarak daha güvenli ve müreffeh bir yaşam sürmek için elinden geleni yaptı. Maddi dünya ile olan bağlantımızdaki bu hassasiyetimiz ve orayı kendimiz için güvenli bir alana çevirme gayretimiz, maddi dünya da yaşayan diğer dinler, ırklar, mezhepler hülasa başka ?ben?ler söz konusu olunca tam bir başarısızlık hikâyesidir. Savaşların, etnik temizliklerin, haçlı seferlerinin, sömürge dönemlerinin inkâr ve imha politikalarının tamamı, insanın başka insanlarla dünyada bir arada yaşamadaki beceriksizliğinin teknik ifadesiyle ?insanlığa karşı işlenen suçlar?ın sicil kayıtları durumundadır. Geldiğimiz noktada ?nefret suçları? adı altında insanları birbirine karşı korumak için yasa çıkarmak zorunda oluşumuz bile insanlığımızın sınıfta kaldığının resmidir.
?Bir arap atasözü ?sevginin olmadığı yerde adalet onun vekilidir? der. İnsanlığın sınıfta kaldığı yerde artık işimiz yasalara ve kanunlara kalmış görünüyor. Sırf belli bir dine yahut ırka ait olduğu için bir insandan nefret etmeyi veya ayrım yapmayı artık ?nefret suçu? kapsamında yasalaştırmaya başladık. İnsanı insandan korumaya çalışan bütün bu çabaların ortak paydası, ?insan onuru? kavramsallaştırması ile önümüze gelmektedir. Unutulmaması gereken şudur; mesele insan olunca konuyu sadece hukuki düzenlemelerle çözmek mümkün değildir. Özellikle mücadele edilerek elde edilen hakların sadece yasa ile korunması mümkün değildir. Bu tür meseleler çok katmanlıdır ve bunlarda insanın derununa hitap eden din ve ahlak mekanizmasının etkin bir şekilde işletilmesi zorunludur.? (Prof. Dr. Şaban Ali Düzgün, DİP, Hz. Peygamber ve İnsan Onuru)
İslam dünyasında insanlık onurunu inciten görüntülerin ve resmin arka planına gidildiğinde, birden çok âmilin devrede olduğu, sorumluluğu ötekine yüklemenin de, öz eleştiri yaparak tek başına üslenmenin de yeterli olmayacağı anlaşılmaktadır?
Şu anda küreselleşen bir dünyada Müslümanlar, 21.yüz yılın gerçekleriyle karşılaşmış durumdalar; içinde bulundukları imkân ve mahrumiyetleri geçte olsa fark etmeye başladılar?
Müslümanlar, İslam milletlerinde İslami düşüncenin, ahlakın, dindarlık bilincinin (ihsan) ayrılmaz parçası kılma, İslami ilimleri yeniden inşa etme, hak ve adaleti ikame eden hak ve hukuki, idari ve siyasi yapıyı tesis etme, merhamet ve sosyal adalet toplumu olma gibi çok yönlü ve ağır bir mesuliyetle baş başadır?
Bu, Kur?an?ın ifadesiyle ?hayırlı ve örnek ümmet? olma sorumluluğudur.
İslam milletinin onurunu korumanın yolu da herhalde budur?
Mehmet Yürekli, adanapost
02.06.13, Adana.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.