Hicret-Tebliğ İlişkisi...

Hicret-Tebliğ İlişkisi...
1432.yılını idrak ettiğimiz hicretin, Hz. Peygamber?in aslî ve vazgeçilmez görevi ve temelmisyonu tebliğ ile nasıl bir alâka ve irtibata sahip bulunduğunu...
1432.yılını idrak ettiğimiz hicretin, Hz. Peygamber?in aslî ve vazgeçilmez görevi ve temel
misyonu tebliğ ile nasıl bir alâka ve irtibata sahip bulunduğunu kavramaya
çalışmak, günümüz tebliğ faaliyetlerine derinlik ve dinamizm kazandıracaktır.
Bu sebeple biz bu yazıda yeni hicrî yıl dolayısıyla konuya ait düşüncelerimizi
okuyucularla paylaşmak istedik.




Tarihî anlamı dikkate alınınca hicret, Mekke?den Medine?ye uzanan tebliğe imkân
arama yolculuğu, davaya hizmet yürüyüşüdür. Tebliğ ise, en özlü ve en kapsamlı
anlamıyla -eylem olarak- İslâm?ı insana ulaştırmak demektir.  Mâhiyet
olarak tebliğ, peygamberlerin en temel görevi ve söylemi; hicret Allah
elçilerinin, tebliğ önderlerinin ortak kaderi ve eylemidir. Tebliğ; tevhid ve
iyilik çağrısı, hicret; söz konusu çağrıya ?duyduk ve uyduk? (Bakara, 285)
diyeceklere, destek vereceklere kavuşma yolculuğudur.




Yapısal olarak, hicrette terk; tebliğde duyurma esastır. Hicrette vuslat,
tebliğde muhatabın kabulü ikinci aşamadır ve ?sıhhat? şartı değildir. Nitekim;
?Kim evinden, Allah?a ve O?nun Peygamberine hicret niyetiyle çıkıp da sonra
kendisine ölüm yetişirse, onun mükâfatını vermek Allah?a aittir? (Nisa, 100) ve
?Eğer yüz çevirirlerse, bilesin ki biz seni onların üzerine bekçi göndermedik.
Sana düşen sadece tebliğdir? (fiûra, 48. Ayrıca bk. Âl-i İmrân, 20; Mâide, 99;
Ra?d, 40) ayetleri bu durumu açıkça ortaya koymaktadır.




Tebliğ ve hicret, ilim ve irfan, mektep ve mabet gibi ayrılmaz ikililerdendir.
?Ey inanmış kullarım! Benim (yarattığım) yeryüzü geniştir. O hâlde güven içinde
olacağınız yere gidip yalnız bana kulluk ediniz? (Ankebut, 56) emri, hem
tebliğin vazgeçilmezliğini hem de hicretin gerekliliğini hatırlatıp ikisinin de
ihmal edilemezliği bilincini pekiştirmekte, tebliğ için hicretin göze alınması
gerekli yol ve yöntemlerden olduğunu bildirmektedir.




Tebliğ, tevhid işçiliği ise, hicret bu imkânı yakalayabilme eylemi ve
hareketidir. Hareket bereket demektir. Hicret, tebliğ bereketinin fiilî
dilekçesi olup söylem ile eylemi birleştirmektir. Tebliğ ve hicret arasında
sebep-sonuç bağlantısı açıktır. Birini diğerine sebep, ötekini berikine sonuç
yapmak mümkündür.




Tebliğ, hicreti doğurmuş; hicret, tebliği yoğurmuştur. Mekke, Hz. Peygamber?in
yürüttüğü tebliğe rıza gösterip tahammül edebilseydi, Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem Mekke?yi terk etmeyecekti. O bu durumu hicret esnasında
Hazvere mevkiinde Mekke?ye dönerek söylediği şu hicran ve özlem dolu sözleriyle
dile getirmiştir: ?Sen, Allah katında beldelerin en sevimlisisin. Çıkarılmamış
olsaydım. senden ayrılmaz, senden başka bir yeri yurt tutmaz, yuva kurmazdım!?
(Bk. Tirmizî, Menâkıp 69) Bu beyân-ı peygamberî göstermektedir ki hicret,
tebliğin mecburî/zorunlu sonucu olmuştur.


Hz.
Peygamber?in Medine?yi teşrifleri, yani hicreti sonrasında ise tebliğ, daha
özgür ve serbest bir ortamda ve yönetim düzeyinde resmen gerçekleştirilebilir
hâle gelmiştir.




Hicret yolculuğunun Medine ucunda, bitime yaklaşıldığı noktada yaygın ve resmî
tebliğ derhal başlamış, bu andan itibaren âdeta İslâm tebliği dünyaya
açılmıştır. Çünkü Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem daha Medine?ye
varmadan, Ranûna vâdisinde ilk cuma namazını kıldırmış ve ilk kez resmî
tebliğini, ilk hutbesini irâd buyurmuştur. Daha sonraki yıllarda çevredeki kabilelere
ve o günün güç odakları olan İran ve Bizans gibi büyük devletlere elçiler ve
davet mektuplarıyla ?İslâm ol, kurtul?  (Buharî, Bed?ul-vahy 6; Cihad 102;
Müslim, Cihad, 74) çağrısı ulaştırılmıştır. Bu tarihî olgudan hareketle
hicreti, İslâm tebliğinin ve medeniyetinin toplum ve yönetim zeminini oluşturan
zorlu ve fakat kutlu yolculuktur diye tanımlamak mümkündür.




Mekke?den Medine?ye yönelik olarak gerçekleşen 1432. yıldönümünü idrak
ettiğimiz tarihî olgunun bittiğini ilân eden Lâ hicrete ba?de?l-feth =Mekke?nin
fethinden sonra hicret sona ermiştir. Fakat cihad ve cihad niyeti vardır?
(Buharî, Sayd 10, Cihad, 1, 27, 194; Meğâzî 53; Müslim, İmâre 86; Tirmizî,
Siyer 33; Nesâî, Bey?at 15) hadisi, asla tebliğ-hicret ilişkisini sonlandıran
bir beyan değildir. Sadece, hicretin temel amacı olan, İslâm tebliğinin
fethettiği Mekke?yi bundan böyle müminlerin terketmesine gerek kalmadığını ilân
etmektir. Yoksa tebliğin bir anlamda doruk noktası olan cihad ve cihad
niyetiyle yapılacak hicret, doğası gereği kıyamete dek geçerliliğini
koruyacaktır. Çünkü cihad, esasen tebliğin uygulama yol ve yöntemlerinden
sadece biridir. Tebliğ ise, başlı başına bir cihaddır. Hicret?e gelince o,
bütün birimleriye tebliği içeren bir eylemdir. (Geniş değerlendirme için bk.
Çakan, Olay ve Ölçü Olarak Hicret, İstanbul, 2004, Rağbet yayınları)




Büyüğü-küçüğü, silâhlısı-silâhsızı, sıcağı ve soğuğuyla her çeşit cihad farklı
boyutlarda da olsa, seferî yani yolculuğu gerektirir ve yurttan yuvadan
ayrılığı gündeme getirir. Bunun adı tam anlamıyla hicrettir. Çünkü hicret,
şirki ve müşrikleri terketme anlamıyla mekânda, haramları terk mânâsıyla da
zamanda gerçekleşen kutlu bir eylemdir. ?Ben müşriklerin arasında ikâmete devam
eden Müslümanlardan uzağım.?  (Ebû Davud, Cihad 95; Nesâî, Kasâme 27)
?Gerçek muhâcir, Allah?ın yasakladıklarından uzak duran, haramları terk
edendir? hadisleri bu iki tür hicreti anlatmaktadır. O halde bu haliyle
hicreti, temel niteliği tevhid çağrısı olan tebliğden ayrı görmek ve düşünmek
imkânı yoktur Tebliğ, silâhlı mücâdele anlamındaki cihad için yapılan
hicretlerin yanında daha başka hicretleri de gündeme getirmiştir. İslâm tarihi
tetkik edildiğinde her tebliğin yakın veya uzak bir hicreti, her hicretin de
gizli veya açık bir tebliğ hizmetini doğurduğu görülür.




Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem?in Vedâ hutbesi?nde ?Burada bulunanlar,
bulunmayanlara (duyduklarını, gördüklerini, olup-biteni) ulaştırsın? uyarısı
yeni ufukları, ufuklar ise yeni hicretleri/yolculukları Müslümanların gündemine
taşımıştır. Bunun tabiî ve mutlu bir sonucu olarak Hz. Peygamber?in vefatından
sonra sahâbiler tarafından başlatılan ve daha sonraları ?olmazsa olmaz? bir
gerek hâline gelen er-rihle fî talebi?l-hadîs diye bilinen ilim yolculukları,
bilim eksenli hicretler başlamıştır. Böylece İslâm dünyasında bir taraftan ilmî
gelişme ve birikim hızlanmış bir taraftan da tebliğ faaliyetleri
yaygınlaşmıştır.




Unutulmamalıdır ki, hemen hemen her arayış bir hicretle gerçekleşir. İmam
Nevevî (ö.676/1277) arayış /taleb amaçlı hicretleri ibret gezileri, hac, cihad,
geçim temini, ticaret, ilim yolculukları, kutsal yerleri ziyaret, hudutlarda
gözcülük ve Allah rızası için din kardeşini ziyaret yolculuğu olmak üzere dokuz
maddede sıralar. Bütün bu hicret çeşitleri Müslüman aktivitesinin ve temelde
tebliğ görevinin ne denli canlı ve kuşatıcı olduğunu ortaya koymaktadır. Esasen
tebliğ de tam bir arayış ve oluş çağrısıdır. O hâlde tebliğin arayış anlamında
hicret ile kopmaz bir bağı olduğu inkâr edilemez bir gerçektir.




Hz. Peygamber?den sonra tebliğ misyonunu üstlenmiş olan sahâbe neslinin büyük
çoğunluğu çevre ülke ve yörelere dağılmış, farklı sebep, amaç ve yöntemlerle
gittikleri, yani hicret ettikleri her yer, her yörede birer tebliğ merkezi
konumunda Peygamber mirası ve misyonu ile çevrelerini aydınlatmışlardır.
Onların önde gelenlerinden Ebû Eyyûb el-Ensârî (ö. 52/672) radıye anhü?l-Bârî,
?İlminin artmasını, anlayışının derinleşmesini arzu eden, kendi kavim ve
kabilesinden uzaklaşıp yabancılarla beraberliğe katlansın? (Kaynağı ve geniş
açıklaması için bk. Çakan, Eyüp Sultan Hazretlerinden Kırk Hadis, s.143-145,
İstanbul, 2004) sözüyle ilme dayalı tebliğ için hicret ve gurbetin gereğini
açıkça ifade etmiş bulunmaktadır.




Bilgiye ulaşmak da bilgiyi ulaştırmak da hicretle mümkündür. Bilgi tebliğdir. O
hâlde bu anlamıyla da hicret, tebliğ yolculuğudur. Şurası da bir gerçektir ki,
İslâm dini ve medeniyeti; kaynak olarak vahy?e (Kur?an), önderlik olarak
risâlete; uygulama olarak sünnete, inanç olarak tevhide; eylem ve yöntem olarak
tebliğ, hicret ve cihada; beşerî tavır ve ilişki olarak uhuvvete/kardeşliğe
dayanır. Bütün bunlar fonksiyonel Müslüman?ın da tanımını ortaya koyar. Tarihî
anlamdaki hicret de, İslâm sosyal gerçekliğinin inşâ yürüyüşü olmaktadır.




Netice olarak hicret, başlı başına bir tebliğdir. Çünkü tebliğin esası, şirki
terk edip tevhide, kötülükten vazgeçip iyiliğe, haramı bırakıp helâle, güzele
en güzele yönelmek demektir. Bu da bize tebliğin özü ve hedefi, yani neticesi
bakımından tam bir hicret olduğunu göstermektedir.




Bu ilişkinin farkında olmak, her iki esası temel İslâm misyonu olarak kavramak
demektir. Bu da her Müslüman?ın bilinç dünyasının en temel özelliği ve
güzelliği niteliğindedir. Bu gün, bu anlayış ve kavrayıştan doğacak dinamizm,
özelde din hizmetlerinin daha verimli ve kaliteli yürütülmesi; genelde
dünyamızın daha güzel ve yaşanabilir bir dünya olması için gerekli olan fikrî
ve fiilî güvence anlamındadır.




Hicret-tebliğ ilişkisinin bu boyutlarıyla düşünülüp kavranması ve gereğinin
yerine getirilmesi, hiç kuşkusuz, yarınların beklediği hizmetler arasında
ayrıcalıklı bir yere sahip bulunmaktadır. Bu şeref ve hizmetin, ülkenin
yöneldiği yeni ufuklarda daha derinlikli bir anlamı olacağı ise açıktır.


Prof.
Dr. İsmail Lütfi Çakan


Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi 




HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.