Hayri Bostan: Günümüzde İslam'ı Anlamak

Hayri Bostan: Günümüzde İslam'ı Anlamak
“Namuslular da namussuzlar kadar cesur olmadıkça…” Şarlatanlar, Allah ile aldatanlar, dini diyaneti ranta, çıkara tahvil edenler hep olmuştur ve olacaktır.

Hayri Bostan: Günümüzde İslam'ı Anlamak

“Namuslular da namussuzlar kadar cesur olmadıkça…” Şarlatanlar, Allah ile aldatanlar, dini diyaneti ranta, çıkara tahvil edenler hep olmuştur ve olacaktır.

“GÜNÜMÜZDE İSLAM’I ANLAMAK”[1]

İmam hatip lisesine başladığımız 1974’lü yıllardan beri süren dostluklarımız vardır. İmam hatip lisesinden sonra o zamanki adıyla Yüksek İslam Enstitüsü, şimdiki adıyla ilahiyat fakültelerinde öğrenciliklerimiz ve mahalle komşuluklarımızla, birlikte aynı binalarda, aynı evlerde kalmalarla devam etmiş eskimez dostluklardır bunlar.


Daha öğrencilik yıllarından beri aramızda hep bir ağır ağabey, ciddi, vakur olabilmiş ve kalabilmiş arkadaşlarımızdır bunlar. Bizler de onlara hem arkadaş olmuş, hem de adeta onların denetimlerinde ve gözetimlerinde yetiştik. Kimimiz öğretmen olduk, kimimiz ticarete atıldı, bazıları üniversitelerde akademisyenlik yolunu seçti.


Prof. Dr. Recep Cici bu ağır arkadaşlarımızın başında gelir.


Recep Hoca bana, “Değerli kardeşim, muhterem hocam Hayri Bostan’a sağlık, sıhhat ve afiyet diler, dareyn saadeti duasıyla…” notuyla ve 28.04.2019 tarihiyle imzalayarak iki tane kitap gönderdi.


Ben öyle başkaları gibi hızlı kitap okuyamam değil, okumam. Sindire sindire, önemli yerlerin altını çize çize, bazı satırları yeniden okuyarak okurum. Öyle hızlı kitap okuma teknikleri ve saire hiç ilgimi çekmemiştir. Çünkü bir kitabı okumak doyumsuz ve sürprizlerle dolu bir seyahate çıkmak gibidir. Böyle bir zevkin, mutluluğun çabuk bitmesini asla istemem. Aksine tadını çıkarırım. Benim için kitap okumak yolda olmaktır. Bir menzile varma kaygısı böyle güzel seyahatleri hem riskli hale sokar, hem de tadını kaçırır.


Kitabı okumaya başlamadan önce içeriğini anlamaya çalıştım. Bu kitap 29 Mayıs 2016’da Bursa’da, değerli üstadımız Prof. Dr. Yunus Vehbi Yavuz’un öncülüğünde kurulmuş olan KURAV’da gerçekleştirilmiş olan Panel-Sempozyum’un, Dr. Öğretim üyesi Süleyman Sayar ve Prof. Dr. Recep Cici’nin editörlüğünde kitap haline getirilmiş haliydi.


Kitap, Dr. Süleyman Sayar’ın ve Prof. Dr. Yunus Vehbi Yavuz hocanın sunumuyla başlıyor.

 
Otuz beş yıllık öğretmenlik hayatımın özellikle son yıllarında bazı bencil ruhlu insanların ve değişen öğrenci profilinin bende yarattığı bıkkınlık, yılgınlık ve ümitsizliği adeta yerle bir etti. Birbirinden değerli tebliğler yer alıyordu kitapta. Ne kadar özlemişim Yüksek İslam Enstitüsü yıllarını. Tıpkı oradaki mütevazı sınıflarımızda, zaman zaman da kaldığımız evlerde hocalarımızı davet ederek gerçekleştirdiğimiz sohbetleri anımsadım.


“خُذِ الْعَفْوَ وَأْمُرْ بِالْعُرْفِ وَاَعْرِضْ عَنِ الْجَاهِل۪ينَ

"Kolaylığı seç, iyi olanı emret, cahillere aldırma!"[2]

 
Çok iyi bildiğimiz bu ayete gerçek hayatımızda uyamadık. Aksine cahillerle çok yüzgöz olduk. Onlardan kopamadık. Onlara bir şey de öğretemedik. Camilerde, sokaklarımızda, akrabalarımız arasında, yakın çevremizde hep ağırlıkta oldular ve yüz çeviremedik. Elbette toplumun her kesimiyle ilgili olacağız, iletişim kuracağız. Ama biz onları hiçbir zaman küçümsemedik, dışlamadık, itibarsızlaştırmaya kalkışmadık. Aksine onlar bize bütün bunları yaptılar. En küçük fırsatta “siz ilahiyatçılar” diye başlarlar. Hani şu cıvık sosyoloji şakası vardır: “Hocalar çok yer, hocalar yemek yemeyi sever” gibilerden. Güzel bir yemeği elbette herkes gibi bir insan olan hocalar da sever; ama maksat o değildir. Bu bir cahil tutumudur. Karşısındaki hocayı itibarsızlaştıracak ya, eline geçen her şeyi fırsata çevirirler bu amaçla.


Şunu yeniden fark ettim. Ne kadar güzel hocalarımız vardı. Ne kadar değerli arkadaşlarımız var. Biz onlarla irtibatımızı hiç koparmadık; ama açıkçası çok da sıkı fıkı olamadık.


Değerli hocamız Prof. Dr. Yunus Vehbi Yavuz’un güvenini kazanabilseydim bugün ben de bir üniversitede akademisyen olurdum. O işi çok da iyi yapacak birisi olduğumu arkadaşlarım söylüyorlar. Öğrencilik yıllarımızdaki kıt imkânlarla sürekli kitaplar almamız, okumamız, ileride akademik çalışma yapmaya dönüktü. Ama kendi namıma bir “rehber yıldız”ım olmadı. Ya da yeterince olamadı. Ya da kader, talih, kısmet, alın yazısı de, ne dersen de, biz o yolda ilerleyemedik. En çok etkilendiğim değerli hocalarımdan Dr. Mahmut Kanık da benim gibiydi aslında. Uzun yıllar akademik çalışmayı önemsemedi. Son yıllarda nasıl olduysa o yöne eğildi ve doktorasını verdi. Yaptığı çalışmalar profesörlük unvanını çoktan hak etmiş bir insandır kendisi.

 
Hayatımda arzuyla, istekle, zevkle yaptığım iki işten biri sindire sindire kitaplar okumak ve damıtarak yazılar yazmak olmuştur.

 
Bu güzel kitabı okudum; ama onun hakkında ona layık bir yazı yazabileceğimi sanmıyorum. Elimde imkân olsa bu kitabı bütün ilahiyat fakültesi mezunlarına, öğretmenlere; özellikle Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenlerine okuturdum.
Bir insana, yoksullarla ilgilenmek lazım” deseniz “hangi birine yardım edelim” derler ya. Şu kitabı mutlaka okumalısınız deseniz, “aman, o kadar okunması gereken kitap var ki, hangi birini okuyalım. Vakit mi var” derler.
Ben gene de söylemek istiyorum: Bütün dostlarım… Bütün meslektaşlarım… Dava arkadaşlarım… İslam’ı doğru anlamak ve anlatmak diye az çok bir derdi olan bütün arkadaşlarımın bu kitabı okumalarını hararetle tavsiye ediyorum.
Sayın Prof. Dr. Recep Cici “”GÜNÜMÜZDE İSLAMI ANLAMAK” adlı kitapla birlikte, KURAV Faiz çalıştayı notlarını içeren  “İKTİSADİ HAYATTA VE İSLAM’DA FAİZ” adlı bir kitap daha gönderdi. Şimdi sırada o var.
Bana diyebilirsiniz ki; “akademik bir çalışma içinde değilsin. Otuz beş yıl öğretmenlik yaptın. Hayatın hep kitap okuyarak geçti. Artık okuyacaksın da ne olacak. Bırak bu işleri. Hayatının geri kalan kısmını kafana göre takıl…”
Bu ve benzeri sözleri duyuyorum zaman zaman. Hatta bu tür sözlere aldanarak kitaplarımın büyük kısmını çalıştığım okulun kütüphanesine bağışladım. Kalanları da şimdi elimden çıkaracaktım; ama yapamadım. Kendime yeni bir kitaplık yaptırdım, oraya masamı, üzerine bilgisayarımı koydum. Benim için dünyanın en güzel vakit geçirme yeri. Burada okuyorum, burada yazıyorum. Benim için okumak ve yazmak hayatın vaz geçilmez iki eylemi. Başkalarını bilmem.
Cami evimize yakın olduğu için beş vakit hemen hemen hepsinde camiye gidiyorum. Ama orada oturup sohbet edebileceğim, hoşça vakit geçireceğim kimseye şimdiye kadar rastlamadım. Caminin altında bir çay ocağı var. Üzerinde “KİTAPLIK” yazan bir dolabın üzerinde eski model, tüplü bir televizyon var. Evlerden getirilmiş bir sürü sehpa derme çatma bir durumda ortada. Gene birilerinin bağışı gözden çıkarılmış uyumsuz, farklı renk ve modellerde koltuklar, birkaç tane de sandalye konulmuş. Üzerinde KİTAPLIK yazılı levhanın bulunduğu dolap televizyona sehpa görevi yapıyor. Koltuklar kitaplığın kapağına öylesine dayanmış ki açıp da içine bakmak, hele kitap bulmak, almak, okumak olacak iş değil. Burada oturan kişiler haber de izlemiyorlar. Olabilecek en dandik müzik kanalını açıyorlar. Kadınlı, oyunlu programlara bakıyorlar.


Ben bu camiye gitmeyi, namazlarımı orada kılmayı çok seviyorum; ama bu ortamlara alışmaktan da korkuyorum. Çay ocağı ile dernek odası bitişik. Çay ocağı ne kadar derme çatma ise dernek odası da o kadar konforlu. Mobilyasından televizyonuna, masasından sandalyelerine kadar her şeyi çok farklı. Sanki Batı Trakya’da Müslüman mahallesiyle Yunanlı mahalleleri gibi.


Bu kadar derin ve güzel konuların tebliğ halinde yer aldığı kitabın bir bölümünde söz döndü dolaştı ve çoraplar üzerine mesh konusuna geldi. Ben de önceleri karşı çıkıyordum; ama birkaç senedir uyguluyorum. Meğer Prof. Dr. Yunus Vehbi Yavuz hocamla ben aynı görüşteymişiz. Hocayı seviyorum. Kendisinden ders okuduk. Özel Hidaye derslerine devam ettim; ama gözüne giremediğim açık. Çünkü benim birsinin gözüne girmek gibi bir tavrım, tutumum hiç olmamıştır. Hiç beceremediğim, hiç yapamadığım bir şeydir göze girmek. Aksine göze batmaktır benim tavırlarım. Çok kolay göze batarım. Göze battığım için de en samimi arkadaşlarım bile bana laf sokmaktan, eleştirmekten, sataşmaktan geri durmazlar. Ama işte, Recep Cici Hocanın gönderdiği bu değerli kitabı belki de dikkatli bir şekilde okuyan müstesna birkaç kişiden biriyim.


Beni tanıyanlar severler. Ama şu da bir gerçek ki çok az tanıyanım vardır. Çünkü tanınmak için hiçbir caba göstermem. Kitap boyutunu çoktan aşmış nice çalışmalarımı kitaplaştırmak için her şeyden önce içimde istek yok; ama vaz geçmiş de değilim.

 
Hayatımda hiç hazıra konmadım, hiç hazır bulmadım. Sevmeyi ve sevilmeyi hiç hak etmeyenlerin daha çok sevildiklerini gördüm. Belki de bu işler böyledir. Onun için de hep “armudun iyisini ayılar yer” ve bu işler böyle devam eder.
"İhtiras Rüzgârları(Legends of the fall) “[3] filminde geçen bir replik hiç aklımdan çıkmıyor. Çünkü sanki beni anlatıyordu. Şöyle diyordu: "Tanrı'nın ve insanların koyduğu bütün kurallara uydum. Ama sen hiç birine uymadın. Yine de seni hep daha fazla sevdi..."


İnsanların birçoğu, kasabın bıçağını yalayan aptal öküzler gibidir. Onlar gerçek dostları ve dostlukları asla bilemezler.


Kendime pay çıkarmak gibi anlaşılabilir; ama söylemeden geçemeyeceğim: Birçok akademisyenin savunduğu, cesaretle ortaya koyduğu, hayatında uyguladığı şeyleri daha önceden benim de yaptığımı görebiliyorum.
Maksadımı tam anlatamıyorum; ama bu kitap tam da benim frekansımda bir eser olmuş. KURAV Vakfına, Sayın Prof. Dr. Yunus Vehbi Yavuz Hocamıza, bu tebliğlerin kitaplaşmasını sağlayan Prof. Dr. Recep Cici ve Dr. Süleyman Sayar hocalarımıza, elbette ki birbirinden değerli tebliğlerin sahipleri hocalarımıza, engin düşüncelerinden dolayı Prof. Dr. Salih Tuğ ve özellikle Prof. Dr. Ali Bardakoğlu’ ya teşekkürü borç biliyorum.


Yollarımız hep kesişen, her zaman irtibat halinde olduğumuz; ama hiçbir zaman sıkı fıkı arkadaş olamadığımız değerli Recep Cici ve kendisi bilmese de sevdiğim ve hayranı olduğum Süleyman Sayar hocalarıma teşekkürler. Yanlış anlaşılmasın, burada konuşulan, yazılan-çizilen görüş ve düşünceler çoktan kendi hayatımda olduğu için beğendim belki de. Ben de âcizane ve naçizane görüşlerimi www.ulukanal.com adresinde yıllardır yazıyorum. Çoraplar üzerine mesh etmenin, yolculuklarda “cem-i takdim” ya da “cem-i tehir” yaptığımızı söylemekten çekinmiyorum. Çünkü bu ülkede din adına martavalları, hurafeleri, abuk subuk işleri anlatanların binde bir cesareti bizlerde olsaydı bugün din adına yaşadığımız, gözlemlediğimiz olaylar o kadar kolay hayat bulamazdı.

İmam hatip lisesi birinci sınıfına başladığım yılın ramazan ayında, köydeki camiye girerken cebimde katlanmış gazete var diye bana sataşan bir yaşlıya “sana ne” dediğim için bütün sülalesiyle üzerime gelmelerini, beni dövmelerini unutmuyorum. O yaşlı adam bize bir tespih fırlatmazsa müezzinlik yapamıyorduk. Bunu bir sendrom olarak değil; sadece dini hayatımıza ayar veren düzeyin hiç değişmediğini anlatmaya çalışıyorum. Cemaat ne der, falancalar ne der endişesinden kurtulamadık. Biz böyle dediğimiz sürece hayatlarında kitap okumayan, köklü bir eğitimleri olmayan cahil cühela takımı dini konularda belirleyici olma vasfını koruyacaklardır. Belki söylemeyeceğiz, en azından sormayana söylemeyeceğiz; ama doğru bildiğimizi uygulamaktan, yaşamaktan, hayata yansıtmaktan da çekinmeyeceğiz. Ne demişler: “Namuslular da namussuzlar kadar cesur olmadıkça…” Şarlatanlar, Allah ile aldatanlar, dini diyaneti ranta, çıkara tahvil edenler hep olmuştur ve olacaktır.


Bu fani hayat güzel işler yapmak için, dürüst olmak ve dürüst kalmak için, doğruların ve hakkın yanında yer almak uğrunda sıkıntı yaşamak için yaşanmaya değer diyorum.


Emekli olunca çevremde arkadaş kalmadığını hissediyorum. Bir arkadaşımı çaya davet etsem bir sürü mazeret sürüyor ileriye. “Benim çaya ihtiyacım yok; ama belki bu arkadaşın bir dosta, bir sohbete ihtiyacı vardır” diyemiyor. Varsın öyle olsun. Rahmetli annem: ”Ben sizin gibi olmam; ama siz benim gibi olursunuz” derdi. Ne kadar haklıymış. İşte böyle bir yalnızlık döneminde ve hayatın her aşamasında gerçek dostlar, arkadaşlar kitaplardır. Bunu yeniden anlamış oldum.
En iyi arkadaş kitaplardır. Ama okunmaya, zaman ve emek harcamaya değer, emek mahsulü, alın teri, göz nuru kitapları okumaya değer elbette. “GÜNÜMÜZDE İSLAM’I ANLAMAK” adlı bu kitap gerçekten okunmaya, belki tekrar tekrar okumaya değer bir kitap bence.





17 Eylül 2019

HAYRİ BOSTAN
uzmanustaz@hotmail.com

 


[1] Ensar Neşriyat, Kasım 2018, İstanbul.

[2] (A'râf; 199)
 

[3] "İhtiras Rüzgârları(Legends of the fall) filmi:
Özet ve Detaylar
19. yüzyılın son seneleri yaşanmaktadır... Savaş gazisi bir hümanist olan Albay William Ludlow, hepsi erkek olan üç çocuğunu Montana'nın kırsal bölgelerinden birinde yer alan çiftliğinde, anneleri olmadan büyütmüştür. Etraflarındaki insanlar sayesinde oldukça serüven sever bir ruha sahip olan çocuklar, bu özellikleri için babalarına çok şey borçludurlar. Aralarından birinin nişanlısı olan Susannah, şehirden kırsala geldiğinde bu ailenin hayatına yepyeni bir hava gelir. Ancak Birinci Dünya Savaşı'nın ayak sesleri uzaklardan duyulmaya başlanmıştır bile.
"Tanrı'nın ve insanların koyduğu bütün kurallara uydum. Ama sen hiç birine uymadın. Yine de seni hep daha fazla sevdi..."
Yönetmen: Edvard Zwick

ulukanal.com

Kaynak:

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.