Hayri Bostan: Bir Cenazenin Düşündürdükleri

Hayri Bostan: Bir Cenazenin Düşündürdükleri
Kur’an okumak sünnet, dinlemekse farzdır; ama cenazeden cenazeye bu tür ortamlara katılan birçok “gafil”in bundan haberi yoktur ve bütün konuşacakları mevzular için adeta bu cenaze bulunmaz bir fırsattır.

Zaten cemaatin oldukça dış çevresinde konuşlanmışlardır. Hatır için gelmişlerdir cenazeye. Bütün amaçları orada gözükmektir ve bu her hallerinden bellidir. Birçokları da zaten birbirlerini ancak böyle cenazelerde görebilmektedirler.

Akranlarımızın babalarının cenazelerine sık sık tanık oluyoruz. Belki çok kısa bir zaman sonra da birbirimizin cenazelerine gideceğiz. Ölüm insanın karşı karşıya bulunduğu en katı gerçektir. Korkununsa ecele faydası yok.

O halde ölümle barışık olmak gerek. Aslolansa sanırım kendimizde ve iç içe olduğumuz insanlarda yaşama sevincini canlı tutmak. Sizi bilmem ama bana yaşama sevinci veren şeylerin başında, kendimden çok daha yaşlı tanıdıklarımın yaşama asılmaları ve hırsları oluyor.

Ölüm düşüncesi ve ölüm gerçeği en çok da sevdiğimiz bir insanın cenazesinde egemen oluyor tüm benliğimize. Önce cami avlusunda, hemen tabutun önünde kızarmış gözlerle, üzgün ve perişan görünümlü dostlarımıza taziyede bulunmak ve teselli vermeye çalışmak. Sonra o büyük kalabalığın baskınına uğramış camiin ayakkabılığında pabuçlarımıza, sonra da saflar arasında kendimize bir yer bulmak.

Son derece etkileyici vaazın ardından kılınan namazdan sonra merhumun ya da merhumenin tabutu önünde saf tutulur. Hoca efendinin “helallik” isteme serenadı. Ve cenaze namazı eda edilir. Sonra da son derece alelacele taşınan tabutun arabaya yerleştirilmesi, mezarlığın yolunun tutulması. Bu kısa süreçlerde ne filmler akar gözlerimizin önünden, çevremizi kuşatan binalar, doğal ve yapay görüntüler ne kadar da anlamsızlaşır. Bu iki günlük dünya için neye değer, neye değmezin ayırtına varma muhakemesi…   

Mezarlıkta merhumu/merhumeyi bir an önce toprağa vermek için canla başla verilen uğraş, gösterilen fedakârlık görülmeğe değer… Üst başın batması, yorgunluk hiç önemli değildir.

Merhum/merhume zengin ya da namlı birisiyse Yasin, Tebareke, Amme, kısa sureler itinayla okunur. Orta halliyse Tebareke yeterlidir. Garibanın biriyse bir Amenerresûlü, ardından üç İhlâs bir Fatiha. Dualar da aynı hiyerarşi gözetilerek yapılır elbet. Zengin ya da namlıysa dualar uzun uzun ve özellikle merhumun/merhumenin adı defalarca vurgulanarak zikredilir. Garibanın biriyse dua bile kısa ve özlü geçiştirilir.

Ne güzeldir gariban olmak! Zenginlerin ölümü ne kadar zor olursa garibanlarınki de o ölçüde kolay olur her yönüyle.  

Mevta kabre indirilmiş, Kur’an tilaveti de başlamıştır. Hafızların biri bırakır öteki alır. Genellikle cenazelerde Kur’an okumanın da bir raconu vardır. Öyle ulu orta okumaya katılmak pek hoş karşılanmaz her zaman.

Kur’an okumak sünnet, dinlemekse farzdır; ama cenazeden cenazeye bu tür ortamlara katılan birçok “gafil”in bundan haberi yoktur ve bütün konuşacakları mevzular için adeta bu cenaze bulunmaz bir fırsattır. Zaten cemaatin oldukça dış çevresinde konuşlanmışlardır. Hatır için gelmişlerdir cenazeye. Bütün amaçları orada gözükmektir ve bu her hallerinden bellidir. Birçokları da zaten birbirlerini ancak böyle cenazelerde görebilmektedirler. İşlerinin yoğunluğundan ne birbirini arayıp sormaya, ne de bir ziyarete, bir güzelliği paylaşmaya vakitleri kolay kolay olmaz. Onlar hep meşguldürler. Hep çok işleri vardır. Bu “çok meşgul olma” durumu kesinlikle zenginliklerinin fazlalığıyla ya da makamlarının yüksekliğiyle doğru orantılıdır.   

Bu ölüm olayı bir bakıma herkesi etkilemiş gibidir ama içten içe de sanki kendimiz hiç ölmeyecekmişiz gibi bir güveni de barındırır. Tabutun üzerindeki örtüde Arapça olarak “her nefis ölümü tadacaktır” yazıyordur. Arapça bilmeyenler de bunun anlamını üç aşağı beş yukarı bilirler. Ama işte, Allah’ın bir lütfü olsa gerek, sanki bu katı gerçek bizden çoook çok uzaklardadır.

Tahtaları yerleştirmek için, toprağı küreklerle mezara doldurmak için ne kadar da diğerkâmca, ne kadar da fedakârca çalışır bazıları.   

Ve işte Kur’an tilavetine paralel toprak da doldurulmuş, kabrin üzeri özenle düzeltilmiş, başlıklar yerleştirilmiş, cepten çıkarılan bir kalemle tahta başlığa mevtanın adı, soyadı, ölüm tarihi çoktan yazılmıştır.

Ardından taziyeler, kucaklaşmalar, ağlayıp sızlamalar, yaşlı gözler ve çaresiz evli evine, yolcu yoluna döner. Kabristandaki insanlarsa orada, sessiz, sakin, kavgasız, gürültüsüz, barış içersinde, asude bir hayatı paylaşırlar.   

Ne kadar ilginçtir. Depremle tarih boyunca defalarca yerle bir olmuş, binlerce evleri, barınakları hak ile yeksan olmuş, on binlerce insana mezar olmuş bu deprem şehrinde bütün binalar uçsuz bucaksız düzlüklerden oluşan alanlara yapılmış. Mezar olarak ise genellikle tatlı meyilli, sağlam zeminli, hoş manzaralı alanlar seçilmiştir. Bunu anlamak, kabullenmek çok zor. İnsan bunu nasıl yapar. İşin garibi bu durum sadece belli bir yere özgü de değil. Birçok deprem şehrimizde maalesef bu durum aynıdır. Bu ölüme bir meydan okumak mı? Hayatla matrak geçmek mi? Yoksa bir Laz fıkrası mı? Anlamak mümkün değil. Belki de anlamak mümkündür de, söylemesi zordur bu gerçeği. Artık binaların yapımı için yer seçilirken zemininin sağlam, manzarasının ve havasının güzel olmasından çok olası rant getirisi göz önünde tutulmaktadır. Caddelere, sokaklara sıra sıra dikilen yüksek apartmanların her birinin altına illaki bir iş yeri, bir dükkân konması da aynı düşünceden değil midir? 

Depremde kaybettiğimiz üç canımız ve sevgili babamızın yanı başına defnetmiştik sevgili annemin mezarını. Teyzemi de annemin yanına defnettik.

Kasabamızın belediye başkanı mezarlığı o kadar güzel düzenletmiş ki takdir etmemek, gıyaben dua etmemek, teşekkür etmemek kadirşinaslığa asla sığmaz. Mezarlığımızın bir mezbeleliği andıran çevresi düzenlenmiş, yeni boş alanlar kazandırılmış, kenara bir mescit, öte başa bir tuvalet yaptırılmış. Yüksek çam ağaçlarının altına oturaklar konulmuş, Kur’an okuyacakların ve cemaatin oturacağı kısım kapatılmış, düzgün oturaklar konulmuş, ses sistemi konulmuş, yürüyüş yolları gayet güzel düzenlenmiş, boş alanlar çimlendirilmiş, belli yerlere çeşmeler yaptırılmış. Mezarlığın çevresi de beton duvarla çevrilmiş, üzerine gayet şık ferforje parmaklık yaptırılmış, belli aralıklarla da ışıklandırılmış. Sevgili Peygamberimiz(S) “kul bir iş yaptığında o işine özenmesinden Rabbimiz hoşnut olur” buyurmuş. Bu hadisi şerifin güzel bir yansımasını ve uygulamasını görüyoruz burada. Ne mutlu sorumluluk bilincine sahip olanlara! Böyle ışıl ışıl bir mezarlıkta, servi ve çam ağaçlarının altında, bin bir çeşit güllerin ve çiçeklerin süslediği, yemyeşil ve tertemiz ortamda insanın diri diri yatası geliyor.

İnsanın çok yakınından birisi ölünce hayatla ölüm arasındaki ince çizgi daha da inceliyor ve “ölüm” en etkileyici bir “nasihat” oluveriyor. Ne mutlu “ölüm”lerden alınması gereken öğüdü alanlara! Ve ne mutlu hayatla ölüm arasındaki dengeyi iyi kurabilenlere! Bu dengenin sanırım bizlere öğretmesi gereken en önemli şey “hayatla da, ölümle de barışık oymak”tır.

Ulu Kanal

Kaynak:

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.