Halep’te ölen insanlığa dair

Halep’te ölen insanlığa dair
Takriben 300 bin kişinin yaşadığı Halep’in doğu kesimi, son üç aydır Esed rejimi ile müttefikleri İran ve Rusya tarafından, daha önce benzeri görülmemiş kanlı saldırılara maruz bırakılıyor.

İSTANBUL - Dr. Ali Hüseyin Bakir

Suriye’nin en kuzey ucundaki ücra bir şehrin adı, 2014’te aniden uluslararası basında en fazla bilinen isimlerden biri haline geldi. Ayn el-Arab (Kobani) ismi uluslararası arenada yetkililerin dilinden düşmezken, askeri yetkililerin haritalarında da önemli bir yer edindi.

DEAŞ'ın kente saldırdığı o dönemde bütün dünya ayağa kalktı, uluslararası kurumlar tutumlarını en etkin şekilde sergiledi, ordular harekete geçti, ABD ve Avrupa’dan PYD’ye askeri destek yağdı, BM Suriye Özel Temsilcisi Staffan de Mistura çıkıp alenen, savaşçıların kent halkına yardım için bölgeye girmelerine izin verilmesi çağrısında bulundu.

Buna mukabil Halep, hiç şüphesiz dünyanın en köklü ve kadim yerleşimleri arasında yer alan, tarihi binlerce yıl öncesine dayanan, asırlar boyunca önemli bir ticaret merkezi olan ve yakın zaman öncesine kadar, Beşşar Esed rejimi ve müttefikleri tarafından yerle bir edilmeden önce Suriye’nin ekonomik başkenti vasfını taşıyan ve en kalabalık nüfusunu barındıran bir şehir.

"Bu saldırılar uluslararası kuruluşların tamamen tepkisiz kaldığı bir ortamda devam ediyor"

Takriben 300 bin kişinin yaşadığı Halep’in doğu kesimi, son üç aydır Esed rejimi ile müttefikleri İran ve Rusya tarafından, daha önce benzeri görülmemiş kanlısaldırılara maruz bırakılıyor. Bu saldırılar uluslararası kuruluşların tamamen tepkisiz, ABD ve Batı ülkelerinin büsbütün sessiz kaldığı bir ortamda devam ediyor.

Esed rejimi ve destekçileri, uzun süre Halep’in doğusunda savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar işlemeye devam etti: Siyasi bir araç olarak kitlesel kuşatma ve aç bırakma taktiği, başta hastaneler olmak üzere şehirdeki tesisleri hedef alan kasıtlı ve sistematik bombardıman, bunlara ilave olarak insani yardımların şehre girmesinin engellenmesi ve emniyetli olacağını taahhüt ettikleri güvenli koridorlardan şehri terk etmeye çalışanlar da dahil, sivillerin hedef alınması bu suçlar arasında.

De Mistura geçen Ekim ayında, 2016 sonuna kadar Halep’in bütünüyle yerle bir olacağı uyarısında bulunmuştu. Bazıları bu ifadeleri, şehre ve şehir sakinlerine yönelik bir endişenin ifadesi olarak yorumlamış, diğer bir kesim ise bahse konu ikazı, BM Özel Temsilcisi’nin dilinden Rusya’nın tehdit mesajı olarak değerlendirmişti. Nitekim gelinen safhada Halep’in doğusu tamamen yıkıldı ve halihazırda direnerek şehirde kalanlara yönelik dehşet verici bir katliamın hazırlıkları ikmal ediliyor.

"Halep'in ölümüne izin vermek, insanlık, medeniyet ve tarihin ölümüne izin vermektir"

Mevcut durumda, Halep’te yaşananlara yönelik eşi görülmemiş bir kayıtsızlık hali var; sanki başka bir gezegende yaşıyor gibiyiz. Halep’te her gün İnsan Hakları Beyannamesi, uluslararası hukuk, Birlemiş Milletler teşkilatı ve BMGK toprağa gömülüyor ve kimseden ses çıkmıyor. Halep'in ölümüne izin vermek, insanlık, medeniyet ve tarihin ölümüne izin vermektir.

Ayn el-Arab’da (Kobani) yaşananlar ile rejim güçleri ve müttefiklerinin tarihi Halep kendine yönelik eşi görülmemiş vahşi saldırılarına verilen uluslararası tepkiler mukayese edildiğinde, uluslararası toplumun, işin bu raddeye varması konusunda zımni bir mutabakat içinde olduğundan başka bir sonuç çıkmıyor; özellikle de bu ülkeler tarafından muhaliflere sadece şifahen destek verildiği, buna mukabil Rusya ve İran’ı durdurmak için hiçbir şey yapılmadığı dikkate alındığında.

Amerikan CSS televizyonu geçen hafta, Batılı bir diplomatın, Obama yönetiminin İran’la varılan nükleer anlaşmayı tehlikeye atacağı endişesiyle Suriye konusunda Tahran yönetimine baskı yapmadığına, aynı şekilde Avrupalıların da, anlaşmanın temin edeceği yatırım fırsatlarını ortadan kaldıracağı korkusuyla aynı doğrultuda hareket ettiklerine ilişkin itiraflarının yer aldığı bir haber yayımladı.

Suriye Halkının Dostları Grubu’nun sergilediği 'temize çıkaran' yaklaşım, işleri daha da kötü hale getiriyor. Bu ülkeler, Halep gibi son derece önemli ve hayati meseleleri tartışmak için toplandıklarında, sivillerin nasıl korunacağını ya da Rusya’nın, İran’nın ve Şii milislerin saldırılarının nasıl engelleneceğini değil, kuşatma altındaki bölgelerden ayrılmak isteyenlere yardım malzemelerinin nasıl ulaştırılacağını yahut sivillerin kentten nasıl çıkarılabileceğine ilişkin meseleleri ele alıyor.

Bu tutum, rejimin ‘aç bırakma ve varil bombalı saldırıları’ stratejisine meşruiyet kazandırıyor, Esed ve müttefiklerini de BM Genel Sekreteri Ban Ki-mun tarafından insanlık suçu olarak nitelendirilen siyasetlerini devam ettirmeleri konusunda cesaretlendiriyor. Mesele bununla da sınırlı kalmıyor: Ülkede sivillere yönelik zorunlu göç operasyonlarının gözetiminde BM de yer alıyor. Nitekim BM, daha önce Suriye’nin çeşitli kentlerindeki benzer operasyonlara müdahil olarak, bu suretle İran’ın Suriye’deki demografik yapının değiştirilmesi yönündeki faaliyetlerine yardımcı olmuştu.

"Ilımlı muhaliflerin ortadan kaldırılması bölgede terörizm ve mezhepçiliği güçlendirecek"

Öyle görünüyor ki, ılımlı silahlı muhalifleri ortadan kaldırmasının Esed’i zafere ulaştıracağına ve ele geçirdiği bölgelerde güvenliğin sağlanacağına inananlar var. Bu nedenle, uzun yıllar boyunca Esed ve müttefiklerinin işlediği suçlar kasten görmezden gelindi. Bu hiç şüphesiz yanlış bir değerlendirme. Ilımlı muhaliflerin ortadan kaldırılması ve sivillere yönelik katliamların devam etmesi, bölgede sadece aşırılık, terörizm ve mezhepçiliği güçlendirecektir.

Terör örgütü DEAŞ, yaklaşık 9 ay önce çekildiği tarihi Palmira (Tedmur) kentini geçen Pazar günü yeniden ele geçirdi. Peki, Rusya ve İran’ın Suriye’de terörle mücadele ettikleri iddiasında olduğu bir zamanda bu nasıl gerçekleşti? Basitçe şu ifade edilebilir: Zira onlar bu sırada Esed’le birlikte Halep'te ılımlı silahlı muhalif grupların tasfiyesiyle, sivillerin kuşatılmasıyla ve katledilmesiyle meşguldüler.

Neredeyse 2013’ten bu yana Rusya ve İran, bölgedeki ılımlı silahlı muhalifleri yok etmeye çalışıyor ve uluslararası toplumun, Esed ve terör arasında bir seçim yapmasını istiyor. Halihazırda da tanık olunan durum bu. Eğer mevcut durum bu hal üzere devam ederse, nihayetinde yüz yüze kalacağımız sonuç hem Esed hem de terör olacaktır.

Sürecin aynı şekilde ilerlemesi halinde Esed’in Suriye’de denetimi sağlayacağına ilişkin yanlış bir algı var. Bahsedilen denetimin sağlanması, çok daha fazla kentin yerle bir edilmesini ve halkın sürülmesini gerektirecek. Ayrıca Rusya ve İran’ın Esed rejiminin siyasi alternatiflerini ortadan kaldırma çabaları, mevcut direnişin yeraltına çekilmesine ya da gerilla savaşına dönüşmesine neden olacak. Böyle bir durumda ise terörü durdurmaya hiç kimsenin gücü yetmeyecek. Çünkü terörü var eden ve besleyen etkenler ile Esed rejimi ve işlediği suçlar temelden ilintili. 

[Dr. Ali Hüseyin Bakir, Uluslararası İlişkiler Uzmanı ve Siyasi Danışman]

* “Görüş” başlığıyla yayımlanan makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansı’nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Tercüme: Afra Aksoy

Kaynak:

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.