Ahmet Taşgetiren

Ahmet Taşgetiren

Niğde: Büyük reçete


Niğde'deyiz. Az önce aşağıda arkadaşlarımızla günün değerlendirmesini yaptık. Sonra odama çıktım yazı yazmak için.

Telefon çalıyor, telefonun öbür ucunda Sibel Eraslan var, gözyaşları içinde. Hakkâri'den dönmüşler. Birkaç gün önce "On günde 100 yıl yaşlandım" diye bir sözünü okumuştum gazetelerde.

Sibel Eraslan'ı taa lise yıllarından tanırım. O zaman Türk Edebiyatı dergisine yazılar yazardı, ben Türk Edebiyatı dergisinin yazı işleri müdürü idim, yine o yufka yürekli ama yürekli kızdı. Ağlardı ama içinde depreşen Müslüman yufka yüreği sebebiyle.

Dua ettiğini söyledi telefonda, ne mutluluk. Bir garibin duasında yer almak ne mutluluk.

Günün bütün yükünü alıp gidiyor, sağ olasın kardeşim.

Bu süreç, bizlere, unutulmaz bir Türkiye tecrübesi yaşatıyor.

Bir yanda, şehit ailesinin, annenin mübarek yüzü, annemin eline benzer yumuşacık eli, dünyayı içine alacak gönlü...

Bir yanda, Niğde'nin arif insanları diyebileceğim, en yakıcı eleştirilerinde bile tevazu ve vakar gizlenen sivil toplum kuruluşu temsilcileri...

Ve bir yanda...

Bir garip üniversite ortamı.

Rektörün ve rektör yardımcılarının yanında, kendisini yardımcı doçent diye tanıtanların, farklı düşüncenin, mesela "Bu memlekette başbakan asmışız" diyen araştırma görevlisinin üzerine yürüdüğü, TGB'nin alkışlarına tempo tutan öğretim üyelerinin kadrosunu oluşturduğu, tek tipten ayrılanların düşünce açıklamasının cesaret meselesi haline geldiği bir akademik (!) ortam.

Buradan bilim çıkacak ha! Sosyal bilim çıkacak ha!

Birisi (galiba Yrd. Doç.) kalkıyor ve üç profesörün bir doçentin, üstelik biri psikiyatri, biri uluslararası ilişkiler, biri sosyoloji profesörü, biri sosyoloji doçenti olan dört bilim adamının oturduğu kürsüye yönelip "İçinizde bir tek sosyal bilimci var mı" diye soruyor.

Aman Allah'ım!

Mazhar Osman'a bir polemik sırasında "Senin aklından şüphe ederim" demiş birisi.

Mazhar Osman cevaben, "Senin bana böyle söylemen çok bir anlam ifade etmez ama ben sana böyle söylersem çok şey ifade eder." Psikiyatri Profesörü Erol Göka hocamın gözlerine bakıyorum, bu manzarayı seyrederken tebessüm ediyor.

Beni teselli edecek tek şey, Niğde Üniversitesi'nin tüm öğrencilerinin o salondakilerden ibaret olmadığı bir, tüm
öğretim üyelerinin o salondakilerden ibaret olmadığı iki ve sessiz kalsalar bile o salondakilerin tamamının da oradaki şiddet tutkusunu taşımıyor olmaları ümidi, üç.

Ne denir?

O salondakiler filmlerini çekip kendi kendilerini seyretsinler. Kendi görüntüleri içlerine siniyorsa varsın devam etsinler.

Ben böyle bir toplantıyı yönettim Niğde'de, bu hiç ele geçecek bir tecrübe mi?

...

Anadolu'nun irfanı...

İşte Orhan Taciroğlu isimli bir Niğdeli konuşuyor.

"Büyük reçete yazmakla meşgul Türkiye" diyor.

Bu söz yeni bir söz. Muhteşem bir söz. Ben de çok şey yazdım İslam coğrafyasında olan bitenlere ilişkin ama bu
söz karşısında şapka çıkarmak gerektiğini düşünüyorum.

Bakın düşünce silsilesine:

"Bölge kasap dükkanını geçti. Avrupa 2. Dünya Savaşı'nda 50 milyonun ölümünden sonra büyük reçete
yazdı. Neredeyse tek devlet oldu.


Biz de birliğe mahkûmuz. Tarihi fırsat yakaladık. Bölge ülkeleri Türkiye'ye güveniyor. Ama bizim reçetemiz çok daha zor olacak."

Otur, Ortadoğu ve İslam dünyası için kitap yaz. Şu cümle üzerinde Niğde Üniversitesi'nde kaç sosyal bilimci ya da uluslararası ilişkilerci düşünmüştür acaba? Soralım bırakalım.

Hükümete not: Niğde'yi acilen Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker ziyaret etmeli, dinlemeli.

 

Ahmet TAŞGETİREN

[email protected]

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Taşgetiren Arşivi