Görmez, ?Cenab-ı Hak, yurdumuzu, milletimizi, dünyamızı bu tür felaketlerden muhafaza etsin??
Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez ile Yaşanan Afetler ve Musibetleri Okuma Adabı Üzerine Söyleşi
Tarihin her döneminde, yaşanan afetler/felaketler farklı okunmuş, farklı değerlendirilmiştir. İslami perspektiften, doğal afetleri nasıl okumalı ve nasıl değerlendirmeliyiz?
Öncelikle bütün insanlık ailesine geçmiş olsun, Cenab-ı Hak, yurdumuzu, milletimizi, dünyamızı bu tür felaketlerden muhafaza etsin duasıyla başlayalım.
Sizin de ifade ettiğiniz gibi, insanlık tarihini çok etkileyen bu tür felaketlerin arkasından çok farklı değerlendirmeler yapılmıştır. İlmin egemen olmadığı, vahyin insanlar tarafından bilinmediği zamanlarda, hurafe yorumlara gidilmiş, felaketler tanrıların öfkesiyle, onların birbirleriyle savaşmalarıyla yorumlanmış ya da bu tür felaketler uğursuz ilan edilen insanlara bağlanmıştır.
Kur?an-ı Kerim, bütün bunları ortadan kaldırarak, çok farklı bir anlayış getirmiştir. Araf Suresi, Hz. Âdem?den Hz. Muhammed Aleyhisselam?a kadar bir nevi tevhit ve aynı zamanda felakete uğrayan kavimlerin tarihidir. Kur?an-ı Kerim?in pek çok suresinde bu konular ele alınır, arkasından da bunları nasıl okuyacağımızı, nasıl yorumlayacağımızı öğretir.
Kur?an-ı Kerim?in, bu tür felaket ve musibetleri birer ayet olarak değerlendirdiğini görürüz. Kur?an-ı Kerim nasıl ayetlerden ibaretse, kâinatta, tarihte meydana gelen bütün hadiseler de birer ayet olarak nitelendirilmiştir. Allah, bu ayetleri, ibret nazarıyla okumamızı emretmiştir.
İbret nazarıyla okumaktan ne kastedildiğini açıklayabilir misiniz?
İbret, ?abara? kökünden gelen Arapça bir kelimedir, bir yerden bir yere geçmek demektir. İbret, bu felaketleri sadece görülen sonuçlarıyla okumak değildir. Mesela, depremleri sadece fay hatlarıyla okumak değil, fay hatlarının da ötesinde metafizik boyutu anlamak, anlamaya çalışmak, o şekilde yorumlamak demektir.
Az önce ifade ettiğim gibi, eğer bunu sadece bir öfkeyle ve uğursuzlukla ifade edersek, bu zaten ilkel zamanlarda, batıl ve hurafelerle yapılan izah ve yorumlara benzer. Her şeyden önce, bu tür hadiselerde yorum yaparken, Allah adına konuşmamak gerekir, insan haddini bilmek zorundadır.
?Allah adına konuşmak? ne demektir biraz açabilir misiniz?
Bu Allah?ın şu olaylardan dolayı, şu topluma verdiği cezadır dediğimiz zaman, Allah adına konuşmuş oluruz. Birincisi bu.
Bu olayları, insanın sorumluluklarını ortadan kaldıracak şekilde yorumlarsak da ikinci bir hata yapmış oluruz. Çünkü Kur?an-ı Kerim bu olaylara insanın sorumluluklarını ortadan kaldıracak şekilde atıfta bulunmamıştır. Bu konuda kendi elleriyle yaptılar, kendi elleriyle meydana getirdiler diye Kur?an-ı Kerim?de pek çok ifade vardır.
Üçüncü yanlışlık da bu tür hadiseleri yorumlarken, kâinatın yaratıcısını göz ardı etmek, Allah?ı yok sayarak okumak ve yorumlamaktır. Bu yanlışlıkları öncelikle ifade etmek gerekiyor.
Arkasından, elbette ibret nazarıyla nasıl bakmamız gerektiğiyle ilgili yeni bir pencere açılabilir bu konuda.
Burada önemli olan bir hususa işaret etmekte yarar vardır. O da şudur: Bu tür musibetleri insanoğlunun sorumluluğunu ortadan kaldıracak şekilde yorumlayamayız. Dolayısıyla yaşadığımız bu hadiselerden ibret alarak binalarımızı sağlam yapmalıyız. Peygamber Efendimiz (s.a.s.)?in ifadesiyle her işi ?en güzel ve en sağlam? bir şekilde yapmalı sonra Allah?a tevekkül etmeliyiz.
İfade ettiğiniz gibi, doğal afetler sonrasında hepimiz için ibretler var, bütün insanların alması gereken dersler var. Bunlar sizce nelerdir?
Bu konuda Kur?an-ı Kerim?den, beş aşamalı bir yöntem takip edilebilir:
Birincisi, az önce ifade ettiğimiz ibret nazarıyla bakmak. Yani, bu olayları yorumlarken, sadece yeryüzü katmanlarının fay hatları değil, gönül dünyamızın, ruh dünyamızın fay hatları üzerinde de durmamız gerekiyor. Gönül dünyamızın da fay hatlarını etkileyen, zedeleyen, sarsan büyük tsunami dalgaları olmasa dahi, büyük günah dalgalarına göz atmak gerekiyor. O açıdan şöyle kendini bir silkeleyip, ben ne yapıyorum, hangi konumdayım, neler yapmam lazım, insanlık bu konuda hangi durumda, ne tür yanlışlıklar işleniyor, sorularını herkesin kendisine sorup bunlar üzerinde düşünmesi gerekiyor.
İkincisi ?inneme?s-sabru inde sadmeti?l-ûlâ? (Makbul sabır, musibetle karşılaştığın ilk andakidir) der Hazreti Peygamber. Bu tür hadiseler karşısında sabretmek gerekiyor. Ancak, Kur?an-ı Kerim?deki sabır ile başka dinlerin metinlerinde geçen sabır arasındaki bir farka işaret etmeme müsaade ediniz. Başka dinlerin metinlerinde geçen sabır, daha çok katlanmak olarak tercüme edilmiştir; ancak, Kur?an-ı Kerim?de sabır, dirençli olmak ve direnmek olarak anlaşılmak durumundadır. Kur?an-ı Kerim, bu tür olaylara karşı sabredin derken, bütün bunların neticelerine katlanmayı değil, bunlara karşı önlemler almayı, dirençli olmayı tavsiye eder. Nasıl depreme dayanıklı evler yaptırıyorsak, depreme dayanıklı gönüller, depreme dayanıklı ruhlar, depreme dayanıklı beyinler hazırlamamız gerekiyor. Sabırda da yapılması gereken bunlardır.
Üçüncü aşamada, bize düşen önemli bir husus da duadır. Dua, sadece bu tür hadiselerden sonra yapılması gereken, Allah?tan istenmesi gereken şeylerden ibaret değildir. Dua aynı zamanda hayatın her evresinde, yaratıcıya olan ibadetin, kulluğun bir göstergesidir. Ancak, bu tür hadiselerden sonra, elinden gelen bütün gayretleri de sarf ettikten sonra insanoğluna düşen vazife vardır; ellerini açarak, bu musibete duçar olan insanlara dua etmek ve kâinatın, ülkemizin, milletimizin bu duruma düşmemesi için Allah?tan yardım talebinde bulunmak.
Arkasından, tövbe ve istiğfar, aynı şekilde dua gibi her an açık bir kapıdır; ancak, bu tür hadiselerden sonra biraz daha tövbe ve istiğfarla Allah?a yönelmek gerekiyor.
Son husus, bildiğiniz gibi Kur?an-ı Kerim, bu tür hadiseleri bir de imtihan olarak nitelendiriyor. Ancak, bu tür olaylarda imtihan, vefat eden, canlarını, mallarını kaybeden yahut yaralanan insanların imtihanı olmaktan çıkıyor, bizim imtihanımıza yani hayatta kalanların imtihanına dönüşüyor. Biz, o insanlara karşı ne yapacağız, ne yapmamız lazım?
Müsaade ederseniz, az önceki söylediklerimin devamı olarak aklıma gelen Hz. Peygamber?in, bizim kaynaklarımızda Sefine Hadisi diye meşhur bir hadisini paylaşayım. Bu hadiste, Hz. Peygamber, dünyayı bir gemiye, insanlığı da bu gemide yol alan yolculara benzetir. Gemi hareket etmeden önce insanlar kendi aralarında, gemide nerede oturacaklarını kura ile belirlemişlerdir. Gemi hareket eder, denizin ortasına gelir, yukarıdakiler aşağıdan bir ses işitirler ve bakarlar ki, bazı insanlar geminin dibini delmeye başlamışlar. Sorarlar, neden bunu yapıyorsunuz? Geminin dibini delenler, ?Su ihtiyacımız vardı, su almak istedik, onun için? diye cevap verirler. Diyor ki Hz. Peygamber ?Eğer yukarıdakiler, orası onlara düştü, bu onların hakkıdır, istediklerini yapabilir düşüncesiyle engel olmadıkları takdirde, biraz sonra gemiyi su alacak ve sadece aşağıdakiler batıp helak olmayacak, yukarıdakiler de birlikte helak olacaklar. Ancak, engel oldukları zaman, hepsi kurtulacak.? Hz. Peygamber?in yaptığı bu muazzam bir benzetme bize; dünyanın aslında bir açıdan bakıldığında bir gemi kadar küçük olduğunu, o gemiyi delmeye teşebbüs eden her insanın, aslında başka insanların hukukuna da tecavüz etmeye kalkıştığını, birlikte bu gemiyi yürütmek zorunda olduğumuzu, bu gemiyi birlikte menzil-i maksuda ulaştırmak durumunda olduğumuzu gösteriyor. Öncelikle bunu hatırlatmamız lazım.
İkincisi; elbette, biz geminin neresinde oturursak oturalım, dünyanın farklı bir cephesinde meydana gelen bir felaket hepimizi ilgilendirir ve bu felaketlerde renk, dil, ırk ayırımı yapmaksızın, hangi dinden, hangi renkten olduğu fark etmez, bütün insanlığın harekete geçmesi lazım, bütün insanların onlara yardım etmesi lazım. Kaldı ki, bizim açımızdan düşündüğümüzde, bu felakete maruz kalan insanlarla dinî, tarihî, kültürel bağlarımız var bizim. Öyle olmasa dahi, sadece insan oldukları için, biz Yunus?un ?Yaratılanı severiz Yaratan?dan ötürü? felsefesine sahip insanlarız. Onun için, elbette dünyanın neresinde olursa olsun, bu tür felaketlere maruz kalan insanlara yardım eli uzatmak, insani, İslami, imani bir görevdir aynı zamanda.
Sayın Başkanım, son mesajlarınızı alabilir miyim?
Konuşma içerisinde de ifade ettim, bizim sadece ülke, millet olarak değil, insanlık olarak ve sadece bu olaylardan sonra değil, her zaman gönüllerimizin, ruhlarımızın fay hatları üzerinde düşünmemiz gerekiyor. Bu bir benzetmedir; ama önemli bir benzetmedir. Nasıl ki yeryüzü katmanlarının fay hatları var ve oraya bir yoğunluk yüklendiği zaman, bir hareketlilik meydana geliyor ve felaketlere yol açıyorsa, gönül dünyamızın, ruh dünyamızın da fay hatları vardır. Onları etkileyense Allah?ın haram kıldığı şeylerdir. Gönül dünyamızı, ruh dünyamızı, zihin dünyamızı etkileyen yanlışlıklardan uzak durmak için adım atmamız gerekiyor.
Bir şeye daha işaret edeyim: Kur?an-ı Kerim, sadece bu tür felaketlerden bahseden bir kitap değildir. O, bu tür felaketlere yol açacak yanlışlıklara sadece işaret eder. Kur?an-ı Kerim, tsunami dalgalarından söz etmez; ama insanlığın ruh dünyasını, gönül dünyasını etkileyen hataların getirdiği dalgalardan söz eder. Onlara karşı uyanık olmak, onlar üzerinde düşünmek lazım.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.