Gazze saldırısı ve İsrail siyasetinin krizi
Gazze saldırısı ve İsrail siyasetinin krizi
Ateşkes süreci ve sonrasında, İsrail’de bir kez daha koalisyon sallanırken, Gazze yeni bedeller ödemenin arifesinde olabilir. Yine de bu savaşın kaybedeni Netanyahu gibi görünüyor.
İSTANBUL - ÖZGÜR DİKMEN
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Birinci Dünya Savaşı’nda ölen askerler anısına düzenlenen törenlere katılmak üzere 10 Kasım gecesi Paris’e gitti. Paris seyahatinin en önemli sebebinin, 11 Kasım Pazar günü Rusya Cumhurbaşkanı Vladimir Putin’le yapacağı görüşme olduğu söyleniyordu. Netanyahu ekibi görüşmeyi ayarlayabilmek için epey ter döktü. Netanyahu ile Putin, İsrail'in Suriye’de Rus uçağının düşmesinden beri ilk defa yüz yüze görüşecekti. Zaten Netanyahu’nun Paris ziyareti uzun sürmedi; İsrail’in Gazze’ye saldırmasıyla, Netanyahu Paris’teki temaslarını yarıda kesip apar topar İsrail’e döndü. Macron’la Pazartesi yapılması planlanan görüşmesi de gerçekleşmemiş oldu.
Pazartesi günü çatışmanın patlak vereceğinden Netanyahu’nun haberdar olup olmadığı bilinmiyor. Çatışmayı başlatan tarafın İsrail olması ve fakat Netanyahu’nun olağanüstü bir gelişmeyi haber almışçasına, İsrail’e hareket etmesi sebebiyle, buraya bir soru işareti koymakta fayda var. Tabii soru işaretinin tek sebebi Netanyahu’nun apar topar geri dönmesi değil. İsrail’in öncekilerden farklı bir şekilde hareket etmesi; yani İsrailli bir suikast timinin karadan Gazze’ye girerek Hamas’ın üst düzey bir komutanına suikast düzenlemesi pek alışılmadık bir durum. Neden daha önce olduğu gibi drone’ların ya da hava bombardımanının kullanılmadığı bilinmiyor. Neden karadan giren bir timle suikast yapıldığı sorusu, Hamas komutanı Nur Bereke ve altı Filistinli’nin daha suikaste kurban gitmesiyle birlikte İsrailli bir yarbayın suikast timinin geri çekilişi sırasında öldürülmesinin ardından öne çıkan bir soru oldu. Zira suikast planı deşifre olmuştu.
Nur Bereke ve suikasti deşifre ederek İsrail askerleriyle çatışan altı Filistinli’nin şehit edilmesinin üzerine Kassam Tugayları, İsrail’i hedef alan yoğun füze atışlarına başladı. Bunun sebebi, İsrail’in hiç beklenmedik bir anda böyle bir suikast yapmasıydı. Beklenmedik bir anda, zira Netanyahu daha 10 Kasım Cumartesi günü Katar’dan gelen dolarların Gazze’ye girişini savunmuş ve kendisinden daha sağda duran muhalif kanattan ciddi tepki çekmişti. Buna rağmen Gazze’deki toplumsal patlama potansiyelinin bir parça rahatlatılması adına, Gazze ablukasının gevşetilmesi gerektiğini savundu. Bunun temelinde de hem insani bir krizin engellenmesi hem de Gazze etrafındaki İsrail şehirlerinde huzurun sağlanması olduğunu belirtmişti. Diğer yandan Eğitim Bakanı Naftali Bennett gibi daha sağcı rakipleri, Gazze’ye iletilen paranın “teröristlere sağlanan yardım” olarak gördüğünü söylemişti. İsrail’in suikast operasyonu da bu tartışmalardan birkaç gün sonra geldi ve Gazze’de ciddi bir öfkeye sebep olarak gergin atmosferdeki bir nebze rahatlama potansiyelini tamamen yok etti. Yani taraflar en başa dönmüş oldu.
Saldırganlığa 'güvenlik' bahanesi
Diğer yandan İsrailli analistler, İsrail’in saldırının ardından yaptığı açıklamalarda sükuneti sarsmaya niyetli olmadığını söylüyor. Netanyahu’nun tüm muhaliflerinin eleştirilerine rağmen Katar parasının girişine engel olmaması da Gazze’de sosyal bir patlamadan çekindiği şeklinde yorumlanırken, İsrail’in neden saldırdığı sorusu daha da ilginç bir soru haline geliyor. Bu noktada İsrail’in hükümet koalisyonundaki çatlakları ve Netanyahu’nun içinden geçtiği sarsıntılı döneme tarihsel perspektiften göz atmakta fayda var.
İsrail’deki siyasi düzlemin parçalı yapısına bakılacak olursa aslında pek çok yakıcı meselenin siyasetçiler tarafından tabanlarını mobilize etmek için kullanıldığı kolaylıkla gözlemlenebilir. Geçtiğimiz yıllar içerisinde Netanyahu, Gazze meselesini kendi siyasi çıkarları bağlamında, “Gazze ve orada beslenen terörist Hamas” şeklinde kurgulayarak İsrail sağının önemli kaldıraçlarından birine dönüştürdü. Neredeyse her genel seçimden önce “teröristlere karşı tavizsiz biçimde savaştığını göstermek” adına Gazze’deki durumu provoke etti ve ne zaman seçimlerden önce kendi seçmen tabanında bir sıkılaşmayı gerekli görse İsrail uçakları “terörist saldırılara cevaben” Gazze’yi bombaladı. Tabii sadece seçimlerden önce değil. İsrail hükümetine karşı içerideki aşırı sağcı muhalefetten ne zaman “uluslararası topluma yahut bir Arap devletine karşı taviz verdiğine” dair bir eleştiri gelse İsrail uçakları Gazze semalarını bombalarla aydınlattı. Mesela Aralık 2008-Ocak 2009 arasında İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırıları Türkiye’nin Suriye ve İsrail arasındaki arabuluculuğunun ciddi bir mesafe alması ve masa üzerinde anlaşmaya engel hiçbir gündemin kalmamasının ardından gelmiş, herkesi çok şaşırtmıştı. O dönem Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Şimon Peres’e “one minute” tepkisinin ardında biraz da İsrail saldırısının beklenmeyen bir zamanda Türkiye’nin tüm diplomatik çabalarını boşa çıkarması yatıyordu. Tam taraflar uzlaşmış ve İsraille Suriye önce ateşkesten soğuk barışa ardından da belli bir ölçüde ılımlı ilişkilere adım atmanın arifesindeyken, Gazze İsrail tarafından bombalanmış, müzakere masası devrilmiş ve taraflar masaya oturdukları halden daha da geriye gitmişti. İsrail bölgeye entegrasyonuna bir kez daha radikal bir tepki vermişti.
İsrail’in “Ortadoğu’nun ortasında etrafı düşman deniziyle çevrili bir demokrasi” şeklindeki söylemi pek çok açıdan İsrailli siyasetçilerin işini kolaylaştıran, oldukça kullanışlı bir söylem. Bu söylem üzerinden İsrail etrafındaki pek çok ülkeyi, unsuru, siyasi hareketi, ticari ve hatta bilimsel faaliyeti doğrudan “güvenlik meselesi” haline getirerek, askeri müdahalesinin meşru zeminini hazırlar ve gecikmeden de müdahale eder. Bu bağlamda İran’daki nükleer çalışmalardan, Türkiye’nin F-35 uçakları satın alımına, Mısır’da Müslüman Kardeşlerin iktidara gelmesinden Kuzey Irak’ta bağımsız bir Kürt devleti kurulmasına dek bölgede olup bitenlerin çoğu İsrail’in güvenlik algısına dahildir ve bunlar gibi pek çok olaya da bizzat müdahil olmuştur. Bu olayların İsrail’in güvenliğine tehdit oluşturduğu gibi bir algı mevcuttur. İsrail “güvenliğine bölge ülkelerinden sürekli olarak tehditler yöneldiği” söylemini kullanarak bir yönüyle İsrail’in toplumsal bütünlüğünü pekiştirmeyi de amaçlamaktadır.
Kaybeden Netanyahu
Pek çok İsrailli entelektüel, siyasetçi ve akademisyenin işaret ettiği üzere İsrail toplumu gün geçtikçe derinleşen çeşitli fay hatları sebebiyle, çeşitli sorunları olan bir toplum özelliğini kaybederek gittikçe “çeşitli grupların bir araya gelerek oluşturdukları bir topluluk” yani geri döndürülemez bölünmeleri olan bir “yarılmış bir topluma” dönüşmektedir. Bu durumda İsrailli siyasetçiler bir yandan kendi tabanlarının kontrolünü kaybetmemek adına bu yarıkları derinleştirirken diğer yandan da bu toplumsal zaafın güvenlik açığına dönüşmesini engellemek amacıyla bireysel farklılıkların “düşmana karşı ortak bir duruş” üzerinden daha az görünür kılınması için sert güvenlik söylemlerine başvurmakta. “Ülkenin etrafının düşmanlarla çevrili olduğu” söylemi, daha 90’larda Saddam’ın kimyasal silahları üzerinden işlerlik kazanmışken, şimdilerde İran’ın nükleer silah sahibi olma ihtimali, bu sert güvenlik söylemini diri tutmaktadır. Belki daha da ileri bir dönemde Türkiye’nin üretmekte olduğu askeri teknoloji de bu söylemin nesnesi olacaktır.
Dışarıya dönük bu siyasi ve jeopolitik söylemin elbette İsrail’in iç siyasetine dönük bir yönü de mevcut. Koalisyonda çoğunluğa sahip olan her parti, bu güvenlik söylemine sıkıca sarılıp, koalisyonun lideri başbakan kendisinin İsrail halkını en iyi koruyan lider olduğunu söylerken, sağcı koalisyon ortakları yani en sert muhalifleri tarafından da her fırsatta teröristlere karşı tavizler vermekle suçlanır. Bugün yaşanılanlar da büyük ölçüde bu dinamiklerle ilgili. Bugün bir yanda Binyamin Netanyahu’nun her defasında saldırarak tabanını sağlamlaştırdığı ve kendisinden daha da sağda yer alan Avigdor Liberman gibi rakiplerinin iştahını kabartan, İsrail sağının söylemlerindeki “terörist bir Gazze” var. Siyasi açıdan oldukça kullanışlı ve toparlayıcı. Diğer yandan da hakiki bir insani dramın yaşandığı bir Gazze var ki burada gencinden yaşlısına toplum sadece ekonomik mahrumiyet değil kolektif bir ruhsal bunalım yaşıyor. Gençler kaybedecek hiçbir şeyleri olmadığını düşünüyor. Yani mevcut durumda iki Gazze var. Asıl Gazze insani krizin tam ortasında can çekişirken bir yandan Mısır’da darbe lideri Sisi’nin diğer yandan İsrail’in müsaade ettiği ölçüde ulaşabildiği nakdi ve insani yardımla hayata tutunmaya çalışıyor. İkincisi de İsrail’deki aşırı sağın her defasında “terör yuvası” diyerek saldırdığı ve siyasi rant devşirdiği Gazze.
Mevcut durumun açıklaması ise şu: Netanyahu bir yandan Gazze’nin gittikçe büyüyen bir sosyal patlama potansiyelinden korkarak, mal ve para girişine izin verirken diğer yandan Gazze üzerinden siyasi popülerlik devşiren Avigdor Liberman gibi kendinden daha sağcıların da hedefi oluyor.
Başta aklımıza takılan soruya dönelim: Netanyahu’nun İsrail ordusunun sivil kıyafetli bir suikast timiyle yapacağı saldırıdan haberi var mıydı? Bilmiyoruz. İsrail’deki pek çok kişi üst düzey bir ordu mensubunun öldürülmüş olması nedeniyle “İsrail’in eline yüzüne bulaştırdığı” ve akabinde dört yüzden kadar Kassam füzesinden oldukça az bir kısmının İsrail hava savunması Demir Kubbe tarafından imha edilebildiği bu operasyonun detaylarını hiçbir zaman bilemeyeceğimizi söylüyor. Sonuç olarak İsrail bir suikaste kalkıştı ve ağır bir bedel ödedi. Bir İsrail otobüsü hedef oldu, İsrail tarafında bir kişi hayatını kaybetti (o da kaçacak bir yer bulamayan, El-Halilli bir Araptı) ve yetmiş İsrailli yaralandı. Diğer yandan İsrail uçaklarının yaptığı yüz elli sortide dört Filistinli hayatını kaybetti.
Netanyahu apar topar İsrail’e döndü ve ateşkes kısa bir süre sonra sağlandı. O süreçte koalisyonun Savunma Bakanı Avigdor Liberman istifa etti. Kabinedeki diğer bakanlar arasında da erken seçim homurtuları duyuluyor. İsrail’de bir kez daha koalisyon sallanırken, Gazze yeni bedeller ödemenin arifesinde olabilir. Yine de bu savaşın kaybedeni Binyamin Netanyahu gibi görünüyor.
[İsrail siyaseti ve dış politikası alanlarında araştırmalarda bulunan Özgür Dikmen, akademik çalışmalarını İbn Haldun Üniversitesi'nde sürdürmektedir]
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.