Fransa'da basın özgürlüğü 'Sarı Yelek'e takıldı
Fransa'da basın özgürlüğü 'Sarı Yelek'e takıldı
Sarı Yeleklilerin eylemlerini organize edebilmek için yoğun şekilde kullandığı iletişim mecrasını sosyal medya oluşturuyor.
İSTANBUL - YUSUF ÖZKIR
Fransa’da Sarı Yelekliler tarafından 17 Kasım’da ilki yapılan sokak eylemlerinin beşincisi 15 Aralık Cumartesi günü yapılacak. Giydikleri elbisenin renginden dolayı kamuoyunda “Sarı Yelekliler” olarak tanınan eylemciler, çağrılarını sosyal medya aracılığıyla yapmaya başlamış durumdalar. Sosyal medyadan ve bireysel internet sitelerinden yapılan paylaşımlarda, Emmanuel Macron’un istifa etmesi gerektiği yönündeki talep artık en önemli gerekçe olarak öne çıkıyor.
Macron hükümeti tarafından akaryakıt vergilerinin yükseltilmesine tepki olarak başlatılan eylemlere büyük ölçüde “beyaz” Fransızlar iştirak ediyor. Genellikle orta sınıfa veya ekonomik olarak daha alt sınıflara mensup olan eylemcilerin çoğunluğu kırsal kesimlerde yaşayanlardan oluşuyor. İlk eylem çağrısı da Paris’in varoşlarında yaşayan bir kamyon şoförü olan Éric Drouet tarafından Facebook üzerinden yapılmıştı. Bu çağrısında Drouet yolların, kavşakların ve ana caddelerin kapatılmasını isteyerek, 17 Kasım cumartesi günü yaklaşık 500 bin kişinin Fransa’da hayatı durdurmasına giden yolun ilk taşlarını döşemişti. O günden sonra Sarı Yeleklilerin gerçekleştirdiği sokak eylemleri sadece Fransa’nın değil, başta Avrupa olmak üzere küresel kamuoyunun gündeminde. Sokakları, lüks mağazaları ve işyerlerini yakıp yıkan, yağmalayan göstericilerin kullandığı sloganlar arasında "sefalet ekersen öfke biçersin" ve "Macron bizi aptal yerine koyma" öne çıkıyor. Şiddetin söylemsel boyutunu göstermesi açısından önemli olan bu sloganlara ek olarak, olaylarda şu ana kadar dört kişi hayatını kaybetti, yüzlerce kişi polisin sert müdahalesi sonucunda yaralandı ve yüzlerce kişi de gözaltına alındı.
Eylemciler sosyal medyayı kullanıyor
Fransız medyasının sokak eylemlerine yaklaşımı başlangıçta büyük ölçüde dengeliydi. Fakat eylemlerin üçüncü haftasından itibaren, ana-akım medyanın dili büyük ölçüde değişti. Genellikle sokak eylemlerini olumsuz şekilde konumlandıran ve gidişatın olumsuz yönlerine vurgu yaparak, sağduyu çağrısı yapan hükümet yetkililerinin açıklamalarına daha fazla yer verilmeye başlandı. Sarı Yeleklilerin yoğun şekilde kullandığı Facebook mecrası da ilk zamanlardakine oranla tavrını değiştirerek aktif hesapları askıya almaya başladı. Yine de bu tablo içinde, Sarı Yeleklilerin eylemlerini organize edebilmek için yoğun şekilde kullandığı iletişim mecrasını sosyal medya oluşturuyor. Cumartesi günleri yapılan eylemlerin çağrıları sosyal medya aracılığıyla yapılıyor. Hatta sadece Fransa'da değil, eylemlerin kısmen yayıldığı Hollanda ve Belçika'da bile toplanma mekanları ve saatleri sosyal medyadan duyuruluyor.
Bununla birlikte olayların salt Fransa ile sınırlı kalıp kalmayacağı ve bunun aslında uzun süredir belirtileri görülen Batı demokrasilerinin genel bir krizi olup olmadığı sorusu da tartışılanlar arasında. Batılı demokrasilerin böylesi sosyal, ekonomik ve toplumsal problemler karşısında tökezleyerek sorunları halının altına süpürmesi veya suni tedbirlerle (başta elitlere tanınan ayrıcalıkların korunması olmak üzere) yabancı düşmanlığı, İslamofobi ve mültecilerin sorunlarının görmezden gelinmesi gibi güncel sorunları çözememesi, giderek yeni kördüğümlerin oluşmasına neden oluyor.
Macron’un olumsuz Türkiye söylemi
Batılı demokrasilerin standartlarını tartışmaya açan bu sorunlara ek olarak, dijitalleşmeyle birlikte hızlanan haber akışına dair bir kafa karışıklığının varlığını devam ettirdiği görülüyor. İletişim akışındaki sınırların kaldırılması gerektiğine yapılan atıf ve enformasyonun kesintisiz iletilebilmesi konusundaki hassasiyete dair vurgular söylemsel bazda yapılmaya devam etse de, Sarı Yeleklilerin sokak eylemleri, Fransa’nın bu yaklaşımının içeriye dönük bir talep olmaktan ziyade, dışarıya yönelik ve daha çok sömürgeci dönemin düşünsel kodlarıyla harmanlanmış bir retorik olduğunu ispatlıyor. Özellikle Macron tarafından Türkiye bağlamında 2018 yıllarında yapılan değerlendirmeler dikkate alındığında, somut bir çelişkinin bulunduğunu görmek mümkün. Mayıs 2018’de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a hakaret eden bir manşeti kapağına taşıyan Fransız Le Point dergisi bir taraftan 24 Haziran seçimleri öncesinde seçmen iradesine müdahale edebilecek propagandanın içine girmiş, diğer taraftan basın özgürlüğünün sınırlarını ihlal edecek içerikle piyasaya çıkmıştı. Buna rağmen Macron Twitter hesabından yaptığı açıklamayla, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı doğrudan hedef alan derginin arkasında durmuştu.
Benzer şekilde Macron Ocak 2018’de, tam da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Fransa ziyareti öncesinde yaptığı açıklamalarda, Türkiye’yi basın özgürlüğü bağlamında eleştirerek “Türkiye'nin Avrupa değerlerine uyması gerektiğine” dair klişe ifadeler kullanmıştı. Bu cümlelerin kullanılmasının arkasındaki temel motivasyon ise yine Türkiye’de basın özgürlüğü bulunmadığı yönündeki iddialarıydı. Sarı Yeleklilerin sosyal medyayı aktif şekilde kullanmaya başlamalarıyla birlikte, Macron’un sadece sosyal medya hakkında değil, diğer kitle iletişim araçları bağlamındaki görüşlerinde de bir değişikliğin gerçekleştiği görülüyor. Sadece Fransa için geçerli gibi görünen bu yaklaşımın sınırlarının nereye varacağını süreç gösterecek.
Demokrasi için bir “zehir”
Ünlü iletişim bilimci Neil Postman televizyon için “öldüren eğlence” ifadesini kullanmıştı. Kuşkusuz onun maksadı ve anlatmak istediği farklıydı. İlginçtir ki bir iletişim bilimciden yıllar sonra, Fransa cumhurbaşkanı politik düzlemde benzer bir tanımla televizyonu değerlendirme gereği hissetti. Emmanuel Macron Sarı Yelekliler tarafından başlatılan sokak eylemleri üzerine yaptığı açıklamalardan birinde, “Sosyal ağlar ve televizyon programları demokrasi için zehirdir” ifadelerini kullanıyor. Macron'un 9 Aralık'taki açıklamasının Twitter’dan yapılmış olması kendi içinde bir çelişkiye işaret etse de, sorun hem Fransa açısından hem de aslında Avrupa açısından daha genel boyutlara sahip. Hem Almanya hem de Fransa sosyal medya paylaşımları konusunda giderek sıkı tedbirler almaya ve yüksek cezalar uygulamaya başladı.
Macron yönetimi tarafından bir süre önce hukuki altyapısı oluşturularak uygulamaya konulan sosyal medya yasakları ve son açıklamalar yan yana getirildiğinde, Fransa’nın yönüne dair bir tablonun şekillenmekte olduğunu söylemek mümkün. İnternette yayımlanan yalan haberlerin engellenmesini öngören iki yasa tasarısı Fransa Ulusal Meclisi’nde henüz Kasım ayında kabul edilmişti. Haber akışındaki özgürlüğü engelleyeceği yönünde tartışmalara neden olan bu yasayla birlikte, Macron yönetimi ülke dışına vazettiğinin tam aksine, ülke içinde ciddi bir kontrol mekanizmasına sahip olmuş durumda. Bu yasayla birlikte, siyasi partiler veya adaylar, genel seçimlerin üç ay öncesinden itibaren gerçek dışı haberler hakkında mahkeme kanalıyla hızlandırılmış işlem başlatabilecekler. Uygun görülmeyen haberler erişime kapatılabilecek. Fransa böylece tıpkı Almanya gibi Facebook ve Twitter şirketlerini sorumlu tutabilecek ve istediği haberler hızlı bir şekilde erişimden kaldırılmazsa bu şirketlere yüksek miktarda cezalar kesebilecek.
Çifte standart
Önce gazete ve televizyonun, sonra da sosyal medyanın modern toplumlarda demokratik siyasal ve toplumsal atmosferin inşa edilmesi bağlamındaki işlevi, büyük ölçüde “öteki” üzerine bina edilmiş kaba bir çifte standartlılığın ağır izlerini taşıyor. Bu olgu, kitle iletişim araçlarının doğası ve demokratikliği yönündeki tartışmalardan bağımsız olarak uygulamada. Çünkü bu konuda medya aygıtlarının olumlu katkı sunduğunu savunan Marshall McLuhan gibi isimlerin yanında, tam aksini vurgulayarak otoriter toplumlarda toplumu hizaya getirmek için kullanılan “sopa”nın yerini, modern toplumlarda kitle iletişim araçlarının aldığını savunan Noam Chomsky gibi isimler de var. Gerek Fransız devletinin gerekse İngiliz devletinin veya Almanların bu bağlamda bir sorunla karşı karşıya kalmasından sonra kamuoyunca daha anlaşılır hale gelen bu çifte standarda göre, hem televizyon hem de sosyal medya, batı dışındaki toplumlarda bir sokak hareketinin veya provokasyonun içinde yer aldığında övülmekte, “demokrasinin sesi” olarak takdim edilmekte ve “özgürleştirici” olarak tanımlanmaktadır. Tam olarak burada bir hatırlatma yapmakta fayda var. Türkiye’de 15 Temmuz 2016 tarihinde FETÖ tarafından yapılan askeri darbe girişiminden hemen sonra, BBC muhabiri “Türkiye’de darbe lehine konuşabilecek ve hükümeti eleştirebilecek hiçbir gazeteci yok” diyerek yayın yapmış ve bunu da basın özgürlüğünün kısıtlanması bağlamında Batı’ya pazarlamaya çalışmıştı. Gezi parkı eylemleri ve 15 Temmuz darbe girişimi süresinde aynı bağlamda yapılan yüzlerce yayınla, Macron’un 9 Aralık’ta yaptığı "Sosyal ağlar ve televizyon programları demokrasi için bir zehirdir" açıklaması kıyaslandığında, bahsettiğimiz çifte standart tam olarak görülmektedir.
Sonuçta Fransa, Sarı Yeleklilerin protestoları sayesinde sadece sokak eylemleriyle değil, aynı zamanda yeni iletişim teknolojilerinin henüz hukuki sınırları çizilememiş kompleks yönleriyle ve doğal olarak neden olabildikleri şiddet içerikli girişimlerle de tanışmış oldu. Bir başka ifadeyle söylersek, sosyal medyanın örgütlenme, kamuoyu oluşturma, duyguları yönlendirebilme ve kitleleri belirli ölçülerde bile olsa sokaklarda harekete geçirebilme gücünün olduğu Fransa tarafından yeni yeni keşfediliyor. Sosyal medya içeriklerinin tek merkezden kontrol edilebilir olması, kurguya dayalı şekilde üretilen içeriklerin kolayca paylaşılabileceği bir atmosferi sunuyor olması, Fransa üzerinden Batılı demokrasilerin mevcut krizlerine eklenmiş durumda. Macron tarafından yapılan açıklamaların gereği, muhtemelen sadece Fransa’da değil, önümüzdeki süreçte tüm Batılı demokrasilerde bir geçerlilik sahası bulabilecek.
[İstanbul Medipol Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim üyesi olan Doç. Dr. Yusuf Özkır aynı zamanda Kriter dergisinin yayın koordinatörüdür]
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.