Fâtiha Sûresi’nde Birlik Vakti

Fâtiha Sûresi’nde Birlik Vakti
Fâtiha sûresi, Mushaf tertibine göre Kitâbımızın ilk sûresidir. Bu sûre, iniş sırasında da bir bütün olarak inen ilk sûredir. Yâni Hayat Düstûrumuz bu sûre ile başlar.

Bu sûrenin hem Mekke’de hem de Medîne’de iki kere indiği şeklinde de bir rivâyet vardır. Buna göre de müslümanın her dönemi Fâtiha sûresi ile kurulacak ve bu sûrenin ışığında şekillenecektir.

Yüce Rabbimiz, bu sûre ile bize kendisine nasıl duâ edeceğimizi öğretir. Diğer Kur’ân duâları gibi bu duâ, en özlü, en anlamlı duâlarımızdandır. Şâyet bu sûre gelmeseydi biz Rabbimize bu kadar özlü ifâdelerle hamd ü senâ edemez, duâda bulunamazdık.

Bir âyette şöyle buyrulmuştur: Andolsun ki Biz sana tekrarlanan yediyi ve büyük Kur’ân’ı verdik.Âyet-i kerîmede geçen tekrarlanan yedi, Fâtiha sûresidir. O, günlük olarak çokça tekrarlanan bir sûre olduğu için bu isimle anılmıştır. Aslında sûre, Büyük Kur’ân’ın içerisinde olduğu halde âyette ayrıca zikredilmiştir. Bu da sûrenin Kur’ân’da ayrı bir yeri olduğunu gösterir. Zîrâ hadiste açıklandığı üzere kutsal kitaplarda eşi benzeri olmayan bir sûredir Fâtiha sûresi.

Sûrenin hamd ü senâdan sonraki duâ bölümünde şu cümleler yer alır: Yalnızca Sana ibâdet ederiz ve yalnızca Senden yardım dileriz. Bizi dosdoğru yola ilet.

 

Duâda ‘Biz’Kalıbı

Duâda ‘biz’ kalıbı çok anlamlıdır. Bu duâyı bir başımıza da okusak, duâ bize cemâat rûhuyla duâ etmemiz gerektiğini öğretir. Duâda bencilliği önler. Hem biz, kendi kulluğumuzu O’na sunsak, eksik ve kusurludur bizim kulluğumuz. Yalnızca kendimiz için istesek, bencillik yapmış oluruz. Onun için çoğul kalıpla duâ ediyoruz. Bu biz kalıbına tüm tevhid ehli girer ve onların içerisinde nice adanmış gerçek kullar vardır. İşte biz, onların kulluğu ile O’nun huzûruna çıkıyoruz ve O’ndan yardım istiyoruz. Bu, o seçkinlerin kulluğu arasına katılan kendi kulluğumuza da çekidüzen vermeyi gerektirir. Seçkinlerin kulluğuna yakışan bir kulluk olmalı bizim kulluğumuz da.

Bizi dosdoğru yola ilet, cümlesi de cemâat rûhunu hatırlatır bize. Zîrâ hemcinsleriyle bir arada yaşamak durumunda sosyal bir varlık olan benim tek başıma doğru yolda olmam yetmez, çevremdeki insanlarla doğru yolu bulursam ve o yolda kalırsam, lâyıkıyla hidâyeti bulmuş ve hidâyet üzere yaşamış olurum. Bir mü’minin, İslâm’ı bir bütün olarak yaşayabilmesi ancak içerisinde yaşamış olduğu toplumun İslâmlaşması ile mümkündür.

Fâtiha duâsını okuyan olarak aslında hidâyetteyiz biz, ancak Bizi dosdoğru yola ilet duâsıyla hidâyette dâim ve kâim olmayı istiyoruz, hidâyet kalitemizin artmasını istiyoruz. Çünkü hidâyete ermekle iş bitmiyor. Daha önemlisi hidâyette kalıcı olmak ve hidâyette mesâfe kat etmek ve hidâyet üzere ölmektir. Onun için duâ ile bunların hepsini istiyoruz.

Fâtiha duâsındaki bu biz kalıbının hikmeti ile ilgili iki yaklaşım vardır. Bunlardan ilki bilinen bu yaklaşımdır: Cemâat-Ümmet rûhuyla istemek. Biz ümmet olarak yalnızca Sana kulluk eder ve yalnızca Senden yardım dileriz. Bize ümmet olarak hidâyet et. Çünkü hep birlikte hidâyet üzere olursak anlamlı olur, huzurlu ve güçlü toplumlar ancak o zaman kurulur ve toplum fertlerinin hidâyette kalması ancak o zaman mümkün ve müyesser olur.

İkinci hikmet ise çok daha anlamlıdır. Şöyle ki:

İnsan, tek başına bir ümmettir. Ruh ve beden olarak insan, küçük âlemdir. Kalbin önderliğinde bütün organlarıyla bir cemâattir insan. Kalp bütün organların diri kalması için çırpınır, sağlıklı bir bünye için bütün organlar kalp ile irtibatlı ve uyumlu olmak zorundadır. Zîrâ kalp ile bağlantısı zayıflayan veya bağlantısı büsbütün kesilen organ kangren olup çürümeye ve ölmeye mahkûmdur.

İşte âlemlerin Rabbi Yüce Allah’ın huzûrunda yalnızca Sana ibâdet ederiz derken, bütün organlarımızla O’na âit olduğumuzu ve O’nun emrinde olduğumuzu itirâf etmiş olmaktayız. Aynı şekilde yalnızca Senden yardım dileriz derken de bütün organlarımız adına O’ndan yardım dilemekteyiz. İbâdette devamlı olma, hakkıyla ibâdet yapabilme, güç yetiremeyeceğimiz-söz geçiremeyeceğimiz şeyler konusunda, bizi kulluk ve ibâdetten alıkoymak isteyen şeytanlarla savaşımızda, bulunduğumuz konumumuza katlanabilme konusunda O’nun yardımını istiyoruz. Buna göre ibâdet ve kulluğu yalnızca kalbimizle yâhud sâdece kalıbımızla yapmamız bu itirâfa ters düşecektir. Doğrusu hem kalbin hem de kalıbın Huzur’da hazır olmasıdır. Ne yalnızca bedenin Huzurda durması kâmil mânâda ibâdettir, ne de kalbin Huzur’da durması tek başına yeterlidir. Bugün maddî bedenlerini Huzur’a çıkaramayıp biz kalbimizle ibâdet halindeyiz diyenler de, kalpleri başka meşgaleler içerisinde yalnızca bedenlerini Huzur’a çıkararak ibâdet yaptıklarını sananlar da aldanmışlardır. Asıl olan kalbin imâmetinde tüm kalıbımızla Huzur’da esas duruşta olabilmektir. Kalbin önderliğinde bütün organlarla istikamette durup duâyı hak etmektir önemli olan. Namaz kılarken de kalbin imâmetinde bütün organları onun arkasında safa dizip hep birlikte Huzur’da durabilmektir gerekli olan.

Bütün organlarımızla ibâdet cemâatine katılmalıyız ki yardımı bütün organlarımızla hak edebilelim. Aynı şekilde bize hidâyet et duâsını hak edebilmek için de bu özellikte ibâdete mecburuz. Yoksa yalnızca kalbin hidâyette olması yâhud yalnızca dilin ya da bünyenin ibâdet halinde görünmesi yeterli değildir. Kalpte kökleşen îmânın dil ile cihâna ilân edilmesi ve davranışlara yansıması nasıl gerekli ise, bütün organlarımızla hidâyet yarışında olmak da o kadar elzemdir. Sözgelimi bir mü’min namaz kılarken bedeni kıbleye döndüğü halde beyni ve gönlü başka kıblelerle meşgul oluyorsa… Bedeni kıble tarafına yöneldiği halde, zihni günah kurguları yâhud dünyanın aşağılık meşgaleleri içerisinde kayboluyorsa… Dili peygamberlerin söylediğini söylediği halde; gözü kulağı, eli ayağı azgınların işlerine seferber oluyorsa… Böyle bir kimse, bir bütün olarak hidâyette değildir. Yine bir kimse kalbiyle kıbleye yâni O’na döndüğünü söylediği halde, bedeniyle kıbleye dönüp O’na yönelemiyorsa yine kâmil anlamda hidâyette değil demektir. Bu yüzden namaz dînin direği, temeli, olmazsa olmazıdır. Onun için diyoruz ki bize hidâyet et. Gönlümüze, beynimize, dilimize, elimize; kısaca tüm organlarımızla bize hidâyet et!

Aslında Kur’ân duâlarının çoğu ‘Biz’ kalıbıyla yapılır. Ne var ki bugün Müslümanlar biz kalıbıyla duâ ettikleri halde; sergiledikleri ayrımcı ve ayrıştırıcı tutumlarıyla duâlarına sadâkat gösterememekte, duâlarıyla ters düşebilmektedirler. Biz kalıbıyla yaptıkları Kur’ân duâlarında tüm mü’minlere duâ ettikleri halde, mü’minlerden ayrı gayrı düşerek duâlarına ters düşmektedirler. Onun için diyoruz ki, duâda biz kalıbı önemlidir ancak biz kalıbıyla yaptığımız duâlara sâdık kalmak daha önemlidir. İbret alınız ey basîret sâhibi ümmet-i merhûme!

Prof. Dr. Ali Akpınar

 

Not: Bu yazı Yenidünya Dergisinin Ocak-2017 sayısından alıntıdır.  

 

Kaynak:

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.