Farklı Düşüncelere Saygı, Ama Nasıl Olmalı?

Farklı Düşüncelere Saygı, Ama Nasıl Olmalı?
Başka insanların farklılığını kabul ederseniz çok yönlü, farklı düşünmeye başlarsınız.Herkesin sizinle aynı fikirde olmasını dilemek aslında...


Başka insanların farklılığını kabul ederseniz çok yönlü, farklı düşünmeye başlarsınız.

Herkesin sizinle aynı fikirde olmasını dilemek aslında zihninizde başka fikir, düşünce, görüş olmadığının göstergesidir ve de bu bir zihin erozyonudur.

Toplumda genel olarak kişinin ailesi, çevresi hangi dünya görüşüne sahip olursa kişide onu benimsiyor , o yönde okuyor eğer okumak gibi bir işi varsa, o tarz insanları hep haklı buluyor, başka dünya görüşte olanları potansiyel tehlike, yanlış yolda olarak algılayabiliyor. Farklı görüşlerin doğruları olsa kişi onu kabul etmiyorsa orda ciddi sıkıntı vardır, burada fanatizm oluşur ki bu da toplumda şiddete, sıkıntılara yol açar. Süreç empatinin bitimine yol açar, toplumda tartışmalar bile doğruyu aramak yerine kişilerin kendilerini haklı çıkarmaları için gerekçeye sebep olur , objektif ( tarafsız ) algı yerine alabildiğine subjektif ( kişisel ) algı oluşur.

İnsanlar arasında kutuplaşma, ötekileştirme sorununun te- melinde yatan bir etmen de farklı düşünmeleri, yaşamaları değil öncelik olarak kendi içsel doğalarını anlamadan, kişilik- ruhsal ihtiyaçlarını doyurmadan tek yanlı ,kısıtlı bilgi alışında olmalarıdır. Şiddete yönelten durum din, ideoloji, gelenek vs. farklılıklar değil kendi içsel zafiyetlerine yenilmiş insanın bu sayılan etkenler üzeriden benliklerini ayakta tutma mücadelesidir.

Gerçekten bilen, araştıran, koşulsuz sevebilen insan taraflı  olsa da başkalarının doğrularına saygı duyar, onlarına değerlerine kötülük yapmaz, olabildiğince bütünü görüp ortak uzlaşı, paylaşım sürecine yönelir. Ötekileştirme, anlamadan etiketleme, karşıt tezi anlamadan hakaret etme bir nevi sıkıntılı ruhsal, zihinsel süreçlerin ürünüdür...

Hayata hep kendi penceresinden, kendi dünya görüşünden bakmak demek bireyin içsel tıkanıklarının, olgunlaşamamış kişilik ve kafa yapısının uzantısıdır. Hiçbir şey hayatta negatif durumları normal gibi göstermeye gerçekten bahane olamaz. Hayatın geniş dairesinde yaşamak bir anlamda kendimizi fark etmek, gelişmek ihtiyacını duymak ve sonra başka canlıların da farklılıklarını görüp saygı duymaktır. Ancak bütünlük algısı insana geniş ufuklar açar , hayatın gizemli yönlerini fark ettirir. Başkalarında görüp reddettiğimiz her türlü doğru , kendi iç dünyamızdaki çıkmazların yansımasıdır.

Bir toplumda çok çeşitli sorunlar varsa ve bu sorunlar var olan düşünme sistemleri ile çözülemiyorsa o zaman var olan düşünce sistemleri, gelenek görenek, var olan toplumsal normlar tekrardan gözden geçirilmelidir. Bazen toplumu, insanı koruma adı altında dogmatik bir dolu yanlış inanç kalıpları, değerler tabu haline gelince kişiler bunların sorunların temeli olduğunun farkına varmaz. Farkındalığı önleyen unsur korku kültürüne bağlı öğrenilmiş çaresizlik psikolojisidir ki bu da insanlarda aşağılık kompleksi oluşturur. Mesela görünürde iyi gibi yansıtılan '' El alem ne der, şu ne der vs. ''' tarzındaki başkalarının onayına muhtaç yaklaşımlar aşağılık kompleksinin ürünüdür , yoksa gerçekten burada sosyalleşme süreci yoktur ve emin olun el alemin o kadar işi var ki size onay verecek vakti yoktur.

Ruhumuzda ne kadar çok incinmişlik, yaralar, zamanında söyleyemediğimiz haklılıklar varsa, ne kadar çok çıkmazlarımız varsa o kadar çok toplumda kendimizi gizlemeye, farklı davranmaya çalışırız ki bu  ??kendisi??  olamayan insanların sayısını arttırır.

Geri kalmış toplumlar genel olarak duygusal- reflekssel tavır koyuyor, çabuk galeyana geliyor, incinmişlikleri fazla olduğu için anlık tepkiler veriyor, uzun vadeli planlar yapacak kadar vizyon sahibi olamıyor, günü kurtarma telaşı , anlayışı sorunları artırıyor. Tabi korku toplumu olunca sindirilen halk özgüven yerine var olan statükocu anlayışı devam ettirir, değişim - dönüşüm farklılığı tehdit olarak algılar bilinçaltında. Korku toplumu sabit fikirli olur, korku toplumu güvensiz olur, korku toplumu tabulara sarılır, korku toplumu bütünü değil onun az bir bölümü ile geneli anlamaya, onu yorumlaya çalışır.Çoğu insan çevresine göre din, inanç, hayat görüşü sahibi oluyor ve belli temel inancı alınca öğrendiği her şeyi onun etrafında algılıyor, yorumluyor. Temel görüşü etrafında güdümlü yorumlayınca çok sağlıklı, doyurucu, tutarlı bilgilere ulaşamıyor. Sorun taraf olmaktan ziyade güdümlü bakmak, ön yargılı yaklaşım.

Necip Fazıl , Cemil Meriç ne kadar bu ülkenin aydını, düşünürüyse Nazım Hikmet, Aziz Nesin de bu ülkenin düşünürü, aydınıdır. Sabahattin Ali,  Attila İlhan, Mehmet Akif,  ve daha bir çok düşünür bizim içimizden çıkmıştır, farklı düşünmeleri bizler için zenginlik kaynağı olmalıdır. Şiddet, önyargı ancak farlılıkları anlayarak önlenebilir. Gerçekten hayata geniş bakmak, tutarlı yaklaşmak istiyorsak hangi dünya görüşünden olursak olalım farklı kişileri, dünya görüşlerini de bilmemiz lazım. Farklı fikri öğrenmek , onu savunmak anlamını taşımaz , ama farklı bilgiyi bilmeyen insan bağnaz olabilir, kendi fikrini tutarlı olarak savunamaz. Neyi bildiğinin farkına varmak isteyen kişi neyi reddettiğini de bilmek zorundadır. Nitekim kendimiz gibi düşünenler iyi niyetli düşünmeyenler kötü niyetli gibi algılarsak zihinde önyargılar oluşur, hoşgörü, empati, anlayış yerine kin nefret tohumları ekilebilir.

İnsanların  sorunu dindar, sağcı, solcu olmak , farklı din ,mezhep, ırk ideoloji vs, gibi bireysel tercihler ve farklılıkların olması değildir. Sorunun temelinde daha çok farklı dünya görüşüne, farklı değerlere sahip insanların sosyal hayatta bulunurken bu farklılıklarının normal olduğunu, farklı olunsa da ortak insani değerler etrafında yaşanabileceğini, farklı düşünmenin, yaşamanın başkası için tehdit unsuru olmayacağının bilincinde olunması gerektiğinin farkında olunmaması, farklı olanın düşman veya kötü olarak algılanmaması gerektiğinin bilincinde olunmamasıdır. Ve bu farklılığı kabul etmek , hazmetmek, normal görecek kafada, şuurda, insanlık düzeyinde, ruhsal olgunlukta, belli kültürel düzeyde olunmamasıdır. Ki sosyal , siyasal sorunların çözümünde temel çıkış noktası olarak bireyler kendi hayat görüşlerini, değerlerini ortaya koyarak  olaylara, durumlara bakarken kıt bilgileriyle, tek yanlı dar bakış açısıyla, ben merkezci anlayışa yaklaşınca sorunu çözme adına daha da çok sorunları derinleştiriyor.

Ayrıca   çoğu insan sosyal  paylaşım sitelerinde  görünürde ideolojik, dinsel, siyasal kavgalar yapsa da aslında bu değerler kılıfı altında yıllarca içlerinde biriktirmiş oldukları, farklı şekilde oluşmuş, kemikleşmiş öfkeyi, kini, güvensizliği, bastırılmış engellenmiş duyguları yansıtmakta. Belki de zamanında annesine, babasına, eşine çocuğuna , patronuna veremedikleri tepkiyi, bir şekilde ''hayır'' diyemedikleri için bastırmak zorunda oldukları duyguların onlarda yarattığı negatif etkilerinin telafisi için , başkalarından alamadıkları sevginin verdiği sıkıntıyı aşmak için gruplarda yoğun ''egolar'' eşliğinde kavgalar olmakta, ''değerleri '' savunacağım diye aslında geçmişin travmaları yansıtılmakta.

Tartışmaların bizdeki adı '' ben hep haklıyım '' olunca sürecin kavgalara dönüşmesi kaçınılmaz olmakta , sanalda sosyal hayatta yapılan bu düzeysiz, kavgalara küfürlere varan diyaloglar ''hakikati'' bulmaktan öte yitirilmiş geçmişin izlerini taşımaktadır.Elbette farklı fikirler olağan, insan olmanın gereği bu , doğal olmayan ise bunları savunma şeklimizin yanlış olması , diğer görüşlere bakışın oldukça negatif olması, önyargılı bakma , ötekileştirmenin basitliği içinde ortaya çıkan kavgalar. Sanal alemde, tartışma  formlarında statüleri çok değişken olan insanların kendi fikirlerini mutlak doğru kabul edip başka değerleri öğrenmeden aşağılayıcı, karalayıcı, hakaret edici yazılar, videolar, resimler karikatürler yayımlaması yanlıştır. Başka insanların değerlerine hakaret  ederek  hak aranmaz asla?.

Hani hoşgörü, empati vardı, bu söylemlerin hayata yansıması ancak bireylerin kendi içlerindeki tıkanıkları, geçmişin travmalarını , egosal yanlarını fark etmeleriyle olur. Sanal ortamdaki hararetli fanatik tartışmalar çoğu zaman enerji, zaman israfı olabilmekte. Kavgalı tartışmaların tarafları bu süreçte egosal tatmin alsa da ruhsal boyutta farklı travmaların temelini atmaktadır maalesefSosyal hayat barış için  demokrasi için , gelişim için  hoşgörülü ve  affedici olmak lazımdır. Başkalarına hata yapma esnekliğini gösteremeyenler, başkalarından hatasızlık bekleyenler kendi içinde kendilerini çok yargılayan insanlardır. Ve affedemeyenler, şartlar lehinde olsa bile kin tutanlar ancak kendisini zehirler, kendi zindanını oluşturur. Hatasız insan asla olmayacaktır , biz de hatalı olduğumuza göre başkasından esneklik bekliyorsak biz de esnek, hoşgörülü olmak durumundayız. Hoşgörülü, esnek olmak, affedici olmak anca güçlü ,yüksek özgüveni olan, ve egosunun etkisinden kurtulabilen olgun ruhlu insanların özelliğidir.

İlginç başka durumsa  bireyler tartışmalarda haksız da olsa fikrinde diretince ve bunun yanlış olduğunu fark edecek idraktan uzak olunca kutuplaşmalar , şiddet oluşuyor. Kabul görmeyen her fikir veya kendisini mat eden her tez kişiyi daha çok üste çıkmaya , daha çok kinlenmeye sevk edebiliyor.Kinlendikçe, stres artıyor stres arttıkça mantıklı düşünme yerine negatif ruh hali etkisiyle duygusal, refleksel tepkiler vermeye başlıyorlar. Bu da süreç içinde kişinin belleğinde başka fikirlere ve bu fikri savunanlara karşı derin tepki oluşturuyorlar. Bu tepki genelleme olup sonra ayrışmalara yol açıyor, artık birey savunduğu doğrunun tek doğru olduğunu kabul ediyor ama o doğruyu savunmayanların hepten yanlış olduğunu düşünmeye başlıyor. Bu zehirli mantık yürütme süreci kişinin zihninde kalın önyargı duvarları örmekle kalmıyor aynı zamanda var olan kin , nefret duyguları onun insani duygularına zarar verip daha sorunlu bir karakter haline gelmesine yol açıyor. Halbuki farlılıkları olumsuz algılayıp potansiyel tehlike olarak görmek normal bir durum değil.

Bunu potansiyel tehlikeyi normal yapan süreç de kişinin toplumsallaşma sürecinde kendisine verilmiş, empoze edilmiş değerlerin sorgulanmadan kabul edilmesi -ki çoğunlukla çocuklukta bu olur-, kişilik oluşurken çevrenin kişinin zihin yapısını sağlıklı işlemesini sağlayacak süreçleri onun iyiliği adına sabote etmesi yatıyor. Yani zihinsel manipülasyonlar kişinin sağlıklı, geniş, empati yaparak , bilgi temelli düşünmesini engelliyor. Bu süreç kişi büyüyünce onu dar düşüncelere hapseden, ancak kendi egosunu besleyen fikirleri , yapıları görünce mutlu olan, kendi doğmalarına ters yapıları görünce kendi bilinçaltına saldırı olmuşçasına duygusal- reflekssel tepkiler veren konuma getirmekte.Bu süreçteki düşünme( me ) mantığı farklı dünya görüşlerine sahip kişilerin ortak özelliği olabilmekte. Ve aslında kişinin savunduğu artık dünya kardeşliği, toplumsal barış, huzur vs. gibi normal çözüm üretmekten çok yıllar boyu belleğine kodlanmış olan yanlış manipülatif ( yönlendirilmiş ) algıların onda oluşturduğu benlik savunma mekanizmasını ayakta tutmaya yönelik oluyor.

Neyi bilip bilmediğini bilmeyen insan, neyi niçin kabul ettiğini veya reddettiğini tam olarak bilmeyen insan gelişemez, zamanla önce kendisini köreltir sonra başkalarını engellemeye kalkışır. Düşünce özgürlüğü güzel, gerekli bunun yanında bilgi, öğrenme olmadan düşünme ciddi sıkıntılar yaratır. O yüzden nesillerin etiket sahibi olmadan önce kendi zihinsel fabrika ayarlarını , bilgiyi nasıl işlemeleri gerektiğini bilmeleri, tanımaları lazım ki o fabrikada sağlıklı bilgi alımı, üretimi ,yorumu yapılsın.Yani değerler adı altında, din veya ideoloji altında sorunlu yollara girenler bir bakıma sorunlu zihin ve ruh hallerine besin toplamaktan başka bir şey yapmamaktadırlar. Kişide içsel çatışmalar, korkular bitmediği sürece kişi hayatı siyah-beyaz olarak algılamaktan vazgeçemez. Yaratıcı düşünme, yardımsever olma , belli entellektüel seviye ancak korkularını aşmış ve benlik algısı yüksek insanların özelliği olarak karşımıza çıkar.

Ego öyle bir şey ki kişi kendisi gibi düşünenleri savunur hatta onlar yanlış yapsa bile onu savunur, ama kendi grubundan birileri farklı düşünse, başka görüşlerin doğrusunu kabul etse bu defa egosal kişi diğer kişiye cephe alabilir farklı suçlayıcı  durumlara maruz bırakır. Tutarlı objektif, bütünsel yaklaşım sergilemek ancak başka insanların özlerindeki iyi görecek kadar iyi bir duygusal zekaya ve de başka görüşleri anlayacak kadar bilgi birikimine, mantıksal zekaya sahip olmayı gerektiriyor. Ancak egolar bir kenara konulursa barış, huzur gelecek, bilgi ve sevgi eksenli yaklaşımlar galip gelsin, mutlak ayrı hayat tarzları var ama dünya herkese yetecek kadar geniş ki ölümlüyüz sonuçta kimseye kalmayacak bu dünya. Ortak insani değerler etrafında yaşamak zor değil zor olan iç dünyamızdaki tıkanlıkları görüp aşmak, sorunun temeli bu belki.

Egosunun, nefsinin etkisinde olan kişinin algılamaları daha çok subjektiftir, kişi sürekli haklı olmak için uğraşır, tek açıdan bakmayı ve bunu ısrarla devam ettirmeyi seçer, başka doğruları yadsır çünkü onu kabul etse egosu zarar görecek beslenemeyecek. Egosu kabarık insan uzlaşmacı değil dayatmacı olur, ne kadar objektif veriler sunulsa da inkar etmeyi, kendince bahane bulup yadsımayı seçer. Egosu kabarık kişi hayatı, olayları, kişileri siyah- beyaz görme eğilimi içindedir, ona göre kendisi ve kendisi gibi düşünenler hep haklı diğerleri hep haksızdır ve haklı yönleri asla olamaz. Buradaki sert tepkilerin oluşumu yetişme çağındaki ana baba tutumların negatif etkisine bağlıdır daha çok. Hatta şiddeti bile masum gösterebilir bu yapılar, doğruyu bulmak için kendi egosunu beslemek için değer, hayat görüşü sahibi olur ona sımsıkı sarılır onun yanlışlarını bile doğru göstermeye çalışır. Bu noktada ego o kadar kuvvetli olur ki kişi o kadar tek yönlü bakar ki ben merkezi yaklaşım zamanla onu mantıksal düşünmekten çıkarıp tamamen duygusal- refleksel tepkiler vermesine yol açar.

Kişinin aslında ısrarla savunduğu, yanlış olsa bile direndiği hayat görüşü  değil kendi içindeki çıkmazların, yaşanmış acı olayların onda bıraktığı travmaların bir kimlik, hayat görüşüne bürünmesi ve kişi kendi benliğiyle hayat görüşünü özdeşleştirince haliyle benliğini yani hayat görüşünü sıkı sıkıya savunmaya geçiyor. Tıpkı takım tutan fanatik biri gibi, takım yenince mutlu olan, hayat ona mükemmel olan ama takımı yenilince suçlu arayan hayatı zindan olan bununla kalmayıp başkalarının hayatını da zindan eden kişinin durumu gibi.Objektif algılar daha çok kendi benliğiyle uyum içinde olan, esnek düşünebilen , özgüveni iyi olan bireylerin özelliğidir. Başkalarının doğrularını görmek istemeyen büyük oranda hayatların travma yaşayıp bunu aşamayan kişilerdir. Yani günümüzde artık farklı sosyal ortamlarda fikirler, ideolojiler vs. değil egolar konuşuyor, derin boyuta kişiler benlik algılarının yüceltilmesini talep ediyor. Bu noktada iyi niyet olayı mühim, herkes iyi niyetli olduğunu, amacının herkes için mutluluk olduğunu bilinç düzeyinden söylese de aslolan sosyal hayattaki sorunların fazlalılığına yol açan realitelerdir ki bilinçaltı düzeyde istenen gerçekten barış, huzur değildir.

Fanatizm doğruyu bulmanın değil sürekli haklı olmanın davasını  güder. Fanatizm zıt görüşteki olanları potansiyel tehlike olarak görür. Bu süre. aslında derin boyutta kendi yalnız dünyasında yabancılaşmış, belli hayat nizamı olmayan , savruk yaşamın izleridir. Nerede olursa olsun , kimde olursa olsun doğruları kabul etmek ancak yüksek benlik algısına , yüksek özsaygıya sahip olan kişiliklerin özelliğidir.İyi niyetli insan, amacı da iyi olan insan sadece kendi haklarını değil başkalarının da haklarının savunucusu olur, kime zarar gelirse yanında olur.

Değerli olan kişi değerli olma derdinde olmaz, değersizlik hissi beğenilme güdüsünü kamçılar. Ve kişi ancak yaşadıklarını başkalarına yaşatır, dışımızdaki gelişmeler bilinçaltı dünyamızın yansımasından başka bir şey değildir. Öfke, kibir, güvensizlik yenemediğimiz zaaflarımızın eseridir. Anlatmak istiyor herkes bir şeyler acelece, bir hırslar ispat peşindeler, anlaşılmak derdinde çoğu ama anlamak derdinde olan birileri olmayınca yaşam serüveni havanda su dövmeye başlıyor.

En derin arzularımız ki modern dünyada zihnimizde kalın, görünmez setler yapıyor ve artık bizden başka herkes suçlu. İnsan psikoloji kendi içsel değerlerini, öz benliğini dolduramadığı sürece bu boşluğu başka yanlış algılarla telafi yoluna girer bilinçaltı düzeyde ve farkında olmadan. Ve kişi zamanla farkında olmadan gerek bilinç düzeyinde gerekse bilinçaltı boyutta potansiyel tehlikelerin adresi olabiliyor.

Bu kadar kıt zihin tarlasında , bu kadar çok bilgi kirliliği ekilince mahsülü gözyaşı olur hasatın.

Ve medeniyet insanın her türlü yaşamsal araçlara olan bağımlılıklarından sıyrılıp tek başına kalınca da kendisine yetecek ruhsal güce sahip olmasından kaynaklanacak yapıda gelişir. Dünyada 7 milyar insan var ve 7 milyar bakış açısı var, çok sayıda din, ideoloji, hayat tarzı, gelenek , değerler var mutlak.Yani ortak yaşamak zorunda olduğumuz bu dünyada herkes huzur barış istiyorsa belki en önemli sorumluluğumuz kendimizi anlamak, var olan manipülatif inançlarımızı görüp , fark edip , daha sağlıklı, mantıklı, tutarlı akıl yürütmeyle hayatı, değerlerimizi, başkalarını daha olgun, daha objektif , daha bir içtenlikle anlamak olmalıdır.

Anlamaya çalışmak özgürlüktür   bir bakıma. Kendimizi anlamaya başladığımız zaman başkalarını da anlamaya başlayacağız. Anlamaya, etkin dinlemeye daha çok ihtiyaç duyduğumuz zaman , daha çok anlaşılacak ve belki daha çok anlatacak zamanlarımız olacaktır Kişi  hangi dünya  görüşüne, dine,  değere  sahip olursa olsun   en insani  davranışları, tutumları  sergilemekle yükümlüdür. Nitekim yaşadığımız şu  modern zamanlarda erdemli yaşama adına aynı siyasi, dini görüşleri paylaşmaktan daha mühimi , aynı insani duygu ve düşünceleri savunmak ve paylaşmaktır. Pozitif  insan ki  farklılıklara  saygılı olan,  insanlara  katkı yapandır. İnsan olma erdemi   kolektif  aklı, iyiliği  gerektirir.

İyi insan olmak, kendinde olan kötü duygu ve düşüncelerin farkında olup onları olumlu yapmakla mümkündür ancak. İyi insan iyilik olsun diye iyilik yapmaz , o iyi olduğu için iyilik yapar ki onun kazancı dışsal beğeni değil derin vicdani rahatlığın hazzı, acıları dindirmenin tarifsiz, koşulsuz rahatlığını yaşamaktır. Nitekim vicdan, insan olma ölçeğinde keskin bir araçtır.

Merhamet iyi insan olma adına vazgeçilmezdir. Kendisini gerçekleştirme sürecinde bütünsel algıya bağlı olarak koşulsuz iyilik yapma durumu en üst insani vasıflardandır. 
Ve gerçekten huzurlu olan insanlar başkalarının acılarını duyabilir, o acıları içinde hissedip  elinden geldiğince merhem olmaya çalışır.Nitekim kendi dünyasını anlamaktan uzak olan insanlar başka dünyaları boş, anlamsız, sıkıcı, tehditkar görebilir. Felsefedeki '' Her şeyin ölçütü insandır '' önermesinin açılımı budur, ''ne kadar sen sen isen o kadar var sen olursun , o kadar hayat anlamlı olur''. Ayrıca  aydın veya entellektüel kişi kendi dünya görüşü kadar başka görüşleri de ön yargısız öğrenen, yapıcı olan, kutuplaşmadan uzak olan, kendi fikrinden olmasa başkasının doğrusunu kabul edecek kadar olgun , ufku geniş olandır.

Özgür , önyargısız  düşünmek   toplumların temel  özelliği  olmalı ki  barış huzur,  empatiye dayalı yaşam  tarzı hakim olsun. Evlerinde kütüphane bulundurma ihtiyacı duymayan toplumlar medeni olmaktan uzak olmakla beraber ne kadar çok ışıltılı yaşam içinde olsalar da içsel olarak buhranlar yaşamaktan geri kalamazlar. Medeniyet ancak yüksek şuur ve bilinçle olur ki bilgi bu noktada temel araçtır. Ancak bilgisizliğini aşamayan , durgun düşünme yapısını değiştiremeyen , başka fikirleri objektif algılayamayan toplumlar ışıltılar içinde tutsaklığı yaşamaya mahkum olurlar.

Bir toplumda var olan gelenekler, medyanın işlevi , tarih şuuru, toplumsal - dinsel yaptırım algıları ne kadar yoğun olursa olsun tüm bu etkenler o toplumu bilinçli yaşamaya, hayatı sorgulamaya, insanları birbirine en insani duyarlılıkları içinde bir beraber yapmaya ,bireyleri en tabi insani süreçlerini anlamak   için şuurlu olmaya yöneltmiyorsa orada adı konulmamış bir medeniyet erozyonu, tersine giden medeniyet algısı vardır.

Toplumsal koşullanmalar ne kadar negatif yönde güçlü olursa o derece sınırları kesin olan, egoları ağır basan , esnek düşünemeyen insanlar oluşur ki yüzeysel düşünerek kemikleşir bu durum. Okumak , kendini bilmek için bilgilenmek bu noktada hayata tutunmanın diğer adıdır. Okumak bir bakıma kişinin okumadığı süre içinde çekeceği acıları sezip bu acıları göze alamamasının doğal soncudur. Ne kadar sosyal öğrenme için uygun olan '' Üzüm üzüme baka baka kararır ''' sözü toplumda karşılık bulup okumama eğilimi artıyorsa da var olan öğrenilmiş çaresizliğe direnmek, cesaretle '' Ben bilmiyorum '' demek yaşam içinde kişinin içindeki derin potansiyeli çıkarma adına güçlü bir adımdır. Hakikaten

'' Bilmemek Mutluluktur '' derken kişi kendi içini fark ettiği için gelişme ihtiyacı duyar.

Kendimiz için okuduğumuz zaman başkalarını da çok daha iyi anlarız, o zaman ortaya harika yaşam oluşumları çıkar. Ve kişinin başkalarını, başka düşünceleri, fikirleri objektif olarak algılaması için kendi içsel doğasının gerçeğini, yapısını, özelliklerini bilip var olan potansiyelini kullanması gereklidir ki kendi farklılığının farkındalığını bilmeyen kişi hangi sıfatlara sahip olursa olsun dış dünyayı görmek istediği gibi görür, başka pozitif durumları görse bile kendi dünya algısına uymadığı için görmemezlikten gelebilir. Tabi bu süreç kişi de negatif duyguların , düşüncelerin oluşumuna neden olur, bireyde egosal düşünceyi besler, yapıcı bütünsel algılama yerine kutuplaşmacı, ötekileştirmeci , tek tipçi bağnaz durumlara sevk eder kişiyi.

Bu noktada birey okumada önce kendi içsel doğasını tutarlı olarak görmeli, neyi düşünmesi gerektiğinden önce '' Nasıl Düşündüğünün '' farkına varmalı. Bir bakıma okumak önce kişinin kendi içsel donanımını, kendi fabrika ayarlarını tanımasını sağlamalı. Diğer türlü kişi yanlı, tutarsız, evrensel olmayan, dar bir bakış açısıyla mantık yürütür. Başkalarını anlamadan veya anlamak istediği gibi anlayarak hayata yön verir ki bu ruhsal boyutta kişide çatışmalara neden olur, negatif izler bırakır.

Okumak aynı zamanda sosyalleşmek için de hayati öneme sahiptir. Yeteri kadar bilgilenme olmadan sosyal hayat deneyimleri gerçekten kişiyi sosyal yapmaz , kişi için bu noktada sosyallik belli bir takım kısır döngü alışkanlıkların tekrarı olur. Sosyallik çokça gezmek, yer görmekten ziyade bireyin kendi içsel dünyasına mana katacak, onun kendisiyle yeniden bütünleşme ihtiyacına cevap verecek durumları içerebilmeli. Okuma alışkanlığı insanın sosyal hayatta amaçlı olmasına, zamanı verimli etkin kullanmasına harika olanak sağlar.

Okumak gelişmek, demokrat , uzlaşmacı  olma  sürecinde  toplumsal manipülasyonların farkında olmalı kişi. Sartre '' Toplum cehennemdir '' derken orada dar anlamda sosyal olmayı eleştirmez, orada toplumsal değerlerin genel olarak insan zihnini türlü yollardan manipüle ettiğini savunur , ve asıl asosyal olma sürecinin böyle oluştuğunu bildirir. Kendini bilmek  kavramı yani.Gelenekler, adetler, din , ideolojiler kendi standardında insanların kendilerini tamamlayacağı, ruhsal- sosyal hayata uyumunu sağlayacağı faktörler olmasına karşın insan doğasının bir realitesi olan ego, nefs, hırs süreci onları zamanla asli hüviyetinden çıkarıp toplumu ayakta tutma adına yanlış algı bozulmalarıyla birlikte yeni nesiller farklı yollarla empoze dilmekte. İşin trajik tarafıysa mantıksız değerleri benimsemeyenleri toplum aforoz edebiliyor.

Çünkü toplum ancak niteliği , biçimi ne olursa olsun onu ?? kendisi?? yaptığını düşündüğü, özümsediği normları korur, korumazsa zamanla kendi türünün , anlayışının yol olacağını düşünür.Bu bilinçaltı boyutta oluşan manipülatif korku bir savunma mekanizması oluşturarak muhalif süreçleri engellemeye çalışır.Tabi bu müthiş , çılgınca yanılgı bir bakıma böyle toplumların seviyesini düşürür, bilimi engeller, korku toplumu oluşur, para - konfor her kesimin en büyük asli idolü olur, dünya görüşleri farklı olsa da aynı manipülatif düşünme sürecinin ürünü olarak, öz itibariyle aynı kalifiye olmayan kitleler oluşturur.

 

Var olan durumunuzu kabul ederseniz gelişmek için SIÇRAMA yapmış olursunuz? 

Sizi özünüze bırakıyorum, orada her şey var, sevgiyle...

 

Halil Kırık

Sosyal Bilgiler Öğretmeni

e. posta: halilkrk025m@hotmail.com

web adres: www.halilkirik.com

Gsm : 0505 80 80 890

 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.